BU OYUN ESKİ OYUN! (II)

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbetimizde de ifade ettiğim gibi;

Gerçekten Türkiye’de tüm bu olup bitenler, yalnız “Gezi Parkı”na yönelik değildir.

Bunlar tamamıyla bahane!..

Gaye ülkeye sıkıntı vermek.

Şuan ki eylemler 12 Eylül’den bir önceki gün olan 11 Eylül’deki yapılan eylemlerin bir emsalidir.

12 Eylül gerçekleştiği zaman ihtilal, darbe, müdahale gerçekleşince 11 Eylül’deki ve daha öncesi defterlerden silindi gitti.

Olaylar bıcak gibi kesildi.

Darbeci Kenan Evren’in başlatıdığı formül, sözde terörü durdurmak için biri sağdan biri soldan olmak üzere zaman-zaman ikişer kişiyi asıyordu, idam ediyordu.

Suçlu olsun veya olmasın.

Keyfe maye şa böyle bir proje gerçekleştiriliyordu.

Zira görünen odur ki illa ki bu memleket insanlarına birileri tarafından sıkıntı yaratmak ve her tarafı askeri vesayet ve hegemonyası altına alıp, mason kafalı Ergenekoncu, ırkçı, şövenist generallerin keyfine göre bir Türkiye oluşturmak.

12 Eylül darbesiyle bu istek ve arzular tamamıyla yerine getirildi..

10 sene sonra bu kez 1997’deki 28 Şubat olayları gerçekleşti.

Ve bugün, sahneye konulanlar..

Tüm bunlar sıradan gelen olaylar değildir.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Mühim olan tarihimizin gerçek yüzünü bize ifade eden, mevcut maarifimizde okutulan tarih değil gerçek tarih yabancıların tespit etmiş olduğu tarih olmalıdır.

Nitekim Mahmut Şakir isimli Mısırlı tarihçi yazar…

“Et-Tarih’ul İslamiyyu” 22 ciltten ibaret olan “İslami Tarih” adlı eserinin 17. cildinin 89. sayfasında Arapça yazılan şöyle bir ifade var.

Türkiye'nin tarihi yapısını atfediyor..

“Et-Tarih’ul Muasır Türkiye” başlıklı değerlendirmesinde; 1924 ile 1989 yılları arasındaki süreci özetleyerek anlatıyor.

Ve buna da; "Çağdaş Türkiye tarihi" diyor!..

Biz burada bu eserin içeriğini kamuoyuyla paylaşırsak inanın toplumun dengesi alt üst olur.

Toplum öylesine uyanacak ki,

Eyvah biz nereden nereye geldik diyecek?

Kimler bugane kadar bizleri yönetti?

Başımıza bu süreç içerisinde gelen ve olup bitenler ne kadar ihanet ve hıyanetler içerisinde geçtiğinin herkes farkına varacaktır.

Her zaman söylüyoruz.

Ah keşke bu gençliğimize, insanlarımıza, bu süreç içerisinde olup biten olayların gerçek yüzünü gösterebilsek, okutabilsek.

Ama heyhat!

Bu durum bugünkü Türkiye’de hiç de müsait değildir.

Zira 1924 anayasasının hegemonyası mevcuttur.

Her ne kadar 27 Mayıs ihtilalinden sonra 1961 anayasası olduysa da hiçbir farkı yoktur.

Daha sonra 12 Eylül 1982 anayasası ve 28 Şubat..

Tüm bunlar Halk Fırkası denilen CHP tarafından gerçekleşen, millete rağmen bir takım hegemonyanın teşekkülüdür, oluşmasıdır.

* * *

Bakın, anılan Tarih kitabının 89’uncu sayfasında Arapça olarak yazılan konu!..

Meşhur Demokrat Parti döneminin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın hayatını burada bize anlatıyor.

Şöyle diyor;

“II. Dünya Savaşı esnasında 1940’lı yıllarda harpten etkilenen dünya insanı sıkıntı çekmiştir.

Bu tarihi bir göstergedir.

Ama Türkiye hiç de harbe girmediği halde tüm herkesten daha fazla tek parti şeflik ve dipçik döneminin sıkıntılarını yaşıyordu.

Zira II. Dünya Savaşından ızdırab duyan birçok ülke ve milletler, Türkiye hiç harbe girmediği halde mevcut rejimin hâkimiyeti ve istibdadından sıkıntılıydı.

Mustafa Kemal’in ölümünden sonra devleti eline geçiren İsmet İnönü, tümüyle rejimin istibdat ve zorluklarını cumhuriyetin ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’e ihale ederek, rahatlıkla işin içinden çıkıyordu.

Oysaki tüm sıkıntı kendisinin uygulamasından oluşa gelmişti.

İsmet İnönü ile Celal Bayar aynı siyasi kökenden geldikleri halde o esnada II. Dünya Savaşı döneminde aralarında çok büyük anlaşmazlık oluşmuştu.

Bu anlaşmazlık aynı kökenli partinin ikiye bölünmesine vesile oldu.

Mahmut Celal Bayar, Demokrat Parti’yi kurdu..

Ama sadece isimden ibaret.

Demokrat Parti de İsrail tarafından, adı güzel olarak görünen, aslında bünyesinde tüm mezalimleri saklayan, insanlık, şeref ve haysiyetini esaret altına alan devrim ve inkılâp ilkelerinin başka bir versiyonu idi.

Celal Bayar bu partiyi 1946’lı yıllarda kurarken, kesinlikle demokratik bir hukuk sevdası olmaktan daha fazla başında bulunduğu İsmet Paşa’nın CHP’sinde yer bulamadığı için İsmet İnönü’ye rağmen bu partiyi kurmuştu.

Ama o günün meclisinin 416 milletvekillinden ancak 70 tane milletvekili meclise sokabildiyse de iktidar olmadı.

İktidar yine değişik oyunlarla “açık oy gizli tasnif” esprisiyle yine İsmet Paşa cumhurbaşkanı olarak koltuğuna oturdu.

Recep Peker’i de Başbakan olarak gösterdi.

Daha sonra Tevfik İleri Milli Eğitim Bakanlığı’na getirildi.

Bu süreç devam ederken, halk kesinlikle kararlıydı ki Cumhuriyet Halk Parti’yi sandıkta devirecekti.

Ve 1950’de gerçekten milli mülahaza ve beklenti gerçekleşti.

Celal Bayar cumhuriyetin üçüncü cumhurbaşkanı olarak oturdu, Adnan Menderesi kabine başına getirip, başbakan olarak atadı.

Ama tüm bunlar böyle rasgele, normal bir süreç değildi.

Aslında bu süreç ittihat terakki cemiyetinin bir uzantısıydı, hiç de milli olamıyordu.

İttihat terakki cemiyeti ise ruhu ve karakteri bozuk olan İttihatçıların bir uzantısıydı ve onların kıyamete dek İngiliz, Haçlı ve Siyonist şebekelerinin getirdiklerini yeniliyordu ve uyguluyorlardı.

Bu itibarla o gündür, bugündür Türkiye kendini bir türlü toparlayamıyor.

Zira anılan rejim ve cumhuriyet biçimi her ne kadar kelime itibariyle güzel olarak ifade ediliyor ise de mana itibariyle uygulama bakımından hiç de cumhurla milletle barışık olmamıştır.

Terör, gözyaşları, kan, sürgün ve insanların katledilmesi..

Memleketin elit tabakadaki büyük din ulemalarının hapis, zindan ve sürgün edilmeleri.

Hedef;

Türkiye’nin ilerlemesi veya ikinci büyük bir dünya devleti olma hasebi değil, rejiminin nasıl ve ne fırıldaklarla millete yutturulacağının oynanan oyununun bir versiyonu idi.

Ve bugün de devam ediyor.

Bakalım, yarınlar ne olacak?

***

Başbakan muhterem Recep Tayyip Erdoğan Beyefendinin tüm çabalarına, iyi niyetlerine rağmen bir türlü muhalefetine ve rakiplerine söz geçiremiyor olması, Türkiye’nin yeni yeni badirelere hamile olduğundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

Zira bu “Gezi Parkı”nın yanı sıra batı dünyası de ülkeye diş biliyor..

Bu olumsuzluklara göz kırpıyor.

Ve polisi suçluyor.

Oysaki bir yandan demokrasiden, insan temel hak ve özgürlüklerinden bahsediyorsun.

Ve bunların da tamamıyla meşru zemin üzerinde sandıktan çıkması gerekir diyorsun.

Seçimle oluşması gerektiği halde…

Ama heyhat!

Tam tersine zorba bir siyaset.

Ulusal medya her gün biraz daha fitne unsuru oluşturuyor ve gittikçe de şeytanlaşıyor.

***

İktidarın terû taze çalışmalarını hazmedemiyor.

Gâh MİT müsteşarı Hakan Fidan’a takılıyor, sözde deşifre etmeye çalışıyorlar..

Gâh İstanbul Valisi değerli Hüseyin Avni Mutlu’ya kafa takıyorlar,

Gâh İçişleri Bakanı Muammer Güler’e hatta Başbakana.

Peki, “Hayrola neler oluyor?” diye sormazlar mı?

Ey millet uyan!

Dimdik ayakta ol, gaflet uykusuna dalma demezler mi?

Bu hareket çevre temizleme hareketi değil..

“Gezi Parkı”na yönelik bir hareket hiç de değil..

Tamamen;

DHKP-C’lerin, Ergenekon generallerinin, BÇG’nin yen bir maceraperestliğidir.

* * *

Başta anlatmaya çalıştığımız, “Mahmut Şakir” isimli bir Tarih âliminin 17. cildinin 89. sayfasındaki cumhuriyetin kimler tarafından kurulması gerektiğini ve bir türlü gerçekleşmeyen olayları anlatan bu tarih kitabının bir kupürünü sizinle paylaşalım dedik.

En derin saygılarımla.