BUGÜN VİRANE OLMUŞ MÜLK-İ İSLAM! (2)

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbetimize başlık olarak konulan “BUGÜN VİRANE OLMUŞ MÜLK-İ İSLAM” ve Halep’in yıkılmasıyla ilgili açıklamayı özetleyerek bazı gerçekleri kaleme almıştık.

Ve nitekim Halep’in virane olmuş hali zaten herkesin malumudur.

Taş üstünde taş bırakılmayan hali daha bir beterin beteri Halep’ten 50 km uzaklıkta olan Türkiye sınırında meydana gelen çok kötü bir patlama.

O da apayrı bir yıkım ve virane olmuşluk bir hal.

Küfür dünyası bıyık altından gülercesine olup-biteni seyrediyor.

Yalnız ABD beyanat verdi, gerçek manada üzüntülerini dile getirdi.

Başka hiç kimseden bir şey çıkmadı.

Önceki gün Ankara’da Sayın Başbakan, AB büyükelçilerini bir araya getirip ağırladığı yemekte gerçekten çok dokundurucu lafları söyledi.

Ama heyhat!

Ne çare ki bu gerçeğe kulağını tıkayan, gözlerini kapayan, dillerine kilit vuran AB bu vurdumduymazlığını her gün bir kat daha artırmaktadır.

***

Dün de belirttiğim gibi!..

Ziya Paşanın tespitlerine göre; virane olmuş mülk-i İslam, hala da yalvararak diyoruz ki, “bizi üyeliğinize alınız...”

Oysaki haçlı anlayış 1914 I. Dünya Savaşından sonra neyi hedeflemişse bugün aynısını tatbik ediyor.

Aynı atalarının çığırında yürüyor.

Biz hep yanlış kavramların peşinde koşuyoruz.

Onlar ise bulanık havadan faydalanan kurt misali hep pusudadırlar..

Haçlı emperyalist dünya, İslam dünyasının bu bunalma halinden nasıl faydalanırım düşüncesindedir.

Nasıl yok ederim, yutarım diye düşünüyor.

Benim burada değinmek istediğim nokta, keşke ülkemiz ve diğer İslam ülkeleri bu kavram kargaşasından kendini kurtarsaydı, herkes bilime ve hukuka dayalı kavramların anlayışı üzerine ittifak etseydiler.

Ama hayır..

Maalesef ondan İslam dünyası mahrumdur.

Kavram kargaşası ile yürümek isteyen âlemi İslam, bir türlü kendine çekidüzen veremiyor.

Bu nedenledir ki kendi yönünü kestiremeyen İslam ülkeleri bu perişan ve virane haline de peşinen razı olmuş demektir.

* * *

Dün bu yazıyı yazarken, Cilvegözü sınır kapısındaki kanlı saldırının, bilancosu artıyordu.

Uzaktan kumandalı terör gerçekten sınır kapısını kana bulamıştı.

14 masum insanın ölümü, 8’i ağır 26 kişinin yaralanması..

İnsanlık dışı saldırı, Halep’i tarumar eden, altını üstüne getiren hain hareketin bir devamı olması gerekir.

Evet, tabii ki dün Hatay’ın Reyhanlı ilçesindeki Cilvegözü sınır kapısında meydana gelen patlama ile sarsıldık.

Personel lojmanlarının yakınında park halindeki Suriye plakalı panelvan minibüs uzaktan kumanda ile patlatıldı.

İşte bu panik, bu sarsıntı, bu heyecan Türkiye’yi adeta sarstı.

Hemen 3 tane Bakan olay yerine koşarak geldiler ise de ama çoktan iş işten geçmişti.

* * *

Geçenlerde Suriye’den göç ederek Şanlıurfa bölgesine yerleşenlerden Esseyid Said isimli bir zat yanıma gelerek, deyim yerindeyse adeta kan ağlıyordu.

Ben kendilerine karınca kararınca bir şeyler verdim ve bir hayli battaniye ve gıda malzemeleri gönderdim.

Kendisi oradan çok büyük bir dua ile sevinmiş ve bana 4-5 tane kitap gönderdi.

Kitaplardan birisinin kapağı üzerine aynen şu yazı yazılıdır;

“Mefahimu tecibu entusahhaha..”

Bu isimli kitap merhum “Seyid Muhammed bin Alevi bin Abbas el Maliki-i el Mekii”ye ait..

Büyük bir ilim dehasına sahip şahsiyetin eseri!

***

Evet,

Kitabın adı şu manayı taşıyor;

İslam dünyasına düşen tek kurtuluş çaresi kavram kargaşasından kendini uzak tutması gerekir.

Özellikle yanlış kullanılan kavramlardan çok yanlış politika çıkıyor.

Bu nedenle İslam’ın yekvücut olarak hedefine ulaşabilmesi için İslam hukukuna uygun kavramların tatbikine geçmesi lazım ki, o engel aşıldıktan sonra İslam’ın ve İslam ülkelerinin aşamayacağı hiç bir engel kalmaz.

Ama ne çare ki, birisi bir şeye yeşil diyorsa öbürü kesinlikle koyu diyor.

Tıpkı Türkiye’deki çok sesli demokrasinin bünyesinde çıkan sahte kahramanlık kavramları gibi!

Antidemokratik hukuk dışılığın meşruiyeti gibi daha neler neler…

Baktım ki, adam gerçekten çok doğru bir İslam âlimi.

Ona elbette ki teşekkür ettim.

Gereken o büyük mazlum ve mağdur insanlara karşı görevimi de yapmaya çalıştım.

Ama ne çare ki, keşke tüm Müslümanlar yalnız bir iki günlüğüne gıda yardımı ve bir iki yatak vermekten daha fazlasını vermeye çaba göstererek, başlarına gelen hain, sosyalist, küfür sistemiyle mücadele edilerek onun başındaki o hain karanlık İslam deccalı Esed’in çökerttiği o zulüm perdelerini yırtarak Şam’ı kurtarabilmesidir.

Yoksa İran’ın, bilmem Lübnan’daki Hizbullah’ın Müslümanlığına bugüne kadar kanan İslam dünyası bundan sonra da kanıyorsa ve hala da güvenip, bel bağlıyorsa, vay İslam dünyasının haline.

* * *

Evet, Türkiye gerçekten bu karanlık ve bulanık havanın dağılması için çok çaba gösteriyor.

Ama ne çare ki bugüne kadar yanlış adamların yanlış politikalarıyla Türkiye maalesef çok geç kalmıştır.

İslam dünyası, Türkiye’den çok büyük ümit bekliyor.

Hele gözleri ve yüzleri havaya bakarak, Allah’a yalvararak Başbakanın başarılarını bekliyorlar.

Türkiye yaklaşık 90 yıllık süreç içerisinde çok yanlış olaylarla kalkıp, oturdu.

Hilelerle dolu kavramlar arkasına sığınarak gâh laiklik dediler, gâh Kemalizm dediler, gâh demokrasi dediler.

Hatta en çarpıcısı olan da Atatürkçülük anlayışı her şeyin üzerine hâkimdi, İslam dünyasına sahip çıkamadılar.

Diyanet teşkilatından tut Adalet teşkilatına kadar yanlış ellerde kendini hükümran sayıyordu.

Oysaki hiç de öyle değil.

Bir defa iç kargaşa ve içteki yanlış kavram kargaşası Türkiye’yi hedefinden çok saptırdı ve yanlış mecralara sürükledi.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

İki gün önce Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez Afyon Karahisar’da Türkiye’nin tüm il müftülerini bir araya getirerek büyük bir toplantı gerçekleştirdi.

Önemli açıklamalarda bulunan Görmez şöyle diyordu;

“Müminlerin gönüllerini fethedemeyen müftünün fetvasına cemaat itibar etmez ve cemaat kendisinin itibar edeceği, güveneceği başka kişileri arama çabası içine girer”

Bu ifadelerle sayın Görmez, resmen ezber bozdu, karanlık sistemin dağılmasına bilimsel girişimlerle çalıştı.

Görmez’in Diyanet sisteminde yeni yeni değişikliklere koşması çok sevindiricidir, sevindirici olduğu kadar da çok kapsamlıdır.

Ona bu köşeden başarılar diliyorum ve her açmak istediği kapı için Allah ona yardım etsin, attığı her adımda başarılı olmayı yüce Allah’tan temenni ediyoruz.

Sayın Görmez, gerçekten çok büyük bir din âlimi, becerikli bir insan.

İnşallah şimdiye kadar CHP’nin tarihi Diyanet Teşkilatının üzerinden çöken o badireli havayı dağıtır, terû taze gerçek manada bir din adamı olarak kendisine düşeni yapar.

Ve kavram kargaşalarını kullanmadan gereken neyse onu düzenler.

***

İkinci bir ifadesi de şöyleydi ve ben çok sevindim;

“İslam’da kilise benzeri bir mabed ve ruhbanlık gibi resmi dinsel bir sınıf söz konusu olmadığı için dini bağlılık ve hizmetler tarihsel olarak daha çok gönüllü ve vicdani bir ilişkiyle yürütülmüştür.

Osmanlıdaki ilmiye sınıfı da ruhbanlık gibi dinsel bir sınıf değildir.

Diyanet, bürokratik bir devlet kurumundan öte millet kurumudur”

Bazı müftülerin ideolojik politik anlayış paralelinde ayetlerini getirerek, kendi inandığı manada vaaz verip, hutbe okursa elbette ki cemaat ondan kaçar.

Bu çok tehlikelidir ve o tehlike de hala Türkiye’de sürdürülmektedir.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Sayın Mehmet Görmez’in bu tespitlerinden dolayı buradan selam ve şükranlarımı gönderiyorum.

Ve bu tespitlerinin de halka yansımasını bekliyorum.

En derin saygı ve sevgilerimle.