BUNCA İHANETLER KİME KARŞI?

Değerli SÖZ okurları.
Artık yeter demeliyiz.
Türkiye şeffaflaşmalıdır.
Gizli saklı oyunlara artık son denmelidir.
Yüz yıldan beri oynanan oyunların ne kadar kirli oyunlar olduğu artık gün gibi aşikârdır.
Kendilerini milletin imkânlarıyla kahramanlaştıran dışa bağımlı emperyalist haçlı ve siyon zihniyetlerin, mihrakların birer kapıkulu durumunda olanlar tarih boyunca hep sahte peygamberler yani müseylemeler gibi kendilerini kahraman ve kurtarıcı olarak göstermişler
Ama ne var ki; tümüyle balondan ibaret.
İçi boş!
Arka planda pofpoflaşan balon gibi şişiren derin devletin bünyesindeki karanlık kurullar, bunları millete yutturmuşlardır.
Ve ülkeye, millete ağır fatura edilmiştir.
Ama çok ağır bir fatura.
Bu fatura yüz yılın başlangıcından yani 1909’lu yıllarda başlamak suretiyle günümüze dek hep kesilmiştir.
Bu yanlış ve ihanete dayalı oluşumların faturası fedakâr ülke insanının kanıyla ödettirilmiştir.
Bir hiç uğruna.
Keşke o akıtılan kanlar, dökülen gözyaşlarının yerini dolduran bir gerçek icra edilebilinseydi.
Hiç olmazsa bir şeyler yaptık diyebilirlerdi.
Ama hey hat ne çare ki hep aldatmışlardır.
Münafıkça kandırmacalar, siyonizmin ve haçlıların balonlarıyla ülke ve millet kandırılmıştır.
Yıllardır vuku bulan bu "ihanet" oluşumlarına artık yeter demeliyiz.
Millet ve devlet olarak hepimiz aklımızı başımıza almalıyız.
Zira fatura çok ağır.

* * *

Tarihi bir gerçektir;
Anadolu insanının bin yıllık gibi uzun bir zamandan beridir inandığı ve bağlı bulunduğu yegâne kudret Allah’u Tealadır.
Ve o yüce Kur’an-ı Kerim’in temel ilkeleridir.
O büyük İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v)’e intisap etmekle bir ümmet unvanını almış o şerefle yücelmiş, o izzetle aziz kılınmıştır bu millet.
Onun için;
Bu yaşanılanlar karşısında neler oluyor bizlere demeliyiz?
Tinetli ve ne idügü belli olmayan, devşirmelerin, dönmelerinin, bazı Rafızî diyebilinecek sakat ve batıl bir mezhebin bu memlekette, devlet bünyesinde hükümranlığı nasıl olabilir?
Ne yazık ki; bu "ihanete" dayalı oluşumlar devleti yıpratmıştır.
Milleti de perişan etmiştir.
Siyaseti de yozlaştırmıştır.
Siyaset o kadar ucuzlamış ki kimin ne söylediği kestirilemiyor.
Bu tablo karşısında bir türlü gerçekle yalanı birbirinden ayırt edemeyecek kadar toplum da ne çare ki gaflete düşmüş.
Bilindiği gibi anayasanın önemli bazı maddelerinin değiştirilmesi için milletin oyuna sunmak üzere yine Anayasal bir reform söz konusu olmuştur.
Milletin fikrini alma babında "EVET Mİ, HAYIR MI?" diye!
İki kelime; ya "EVET" ya da "HAYIR" diyeceksiniz.

 

* * *

EVET demenin hikmeti şu;
12 Eylül’ün darbeci cunta rejimi ortadan kalkacak.
Onun için elbette ki "EVET" denilecektir.
HAYIR demenin bedeli ise;
Askeri vesayete dayalı baskıcı cunta rejimi kaldırılmasın.  Milletin üzerine hep demoklesin kılıcı gibi sallansın" demektir.
Bu zihniyeti benimseyenler "HAYIR" diyecek.
Sanırım;
İktidarın sekiz yıl içerisinde elle tutulur, gözle görülür yaptıkları en önemli güzel şeylerden birisi de budur.
En önemlisi olarak da algılanmalıdır.
Bana göre halkın bu tür oylamalardan geçmesi bir ilahi sınavdır ve imtihandır.
Allah bizi bu sefer de denemeye tabi tutmuştur ki bu fikir ortaya konulmuştur.
Ben burada net olarak haykırarak diyorum ki;
Kendini bilen gerçekle yanlışı birbirinden ayırt edebilen, nefsine yenik düşmeyen, nefsanî arzularına ve ideolojilerine yenik düşmeyen herkes ama herkes mutlaka "EVET" demelidir.
Ve inanıyorum ki Güneydoğu Anadolu insanı günü ve saati gelince hiçbir ideolojiye kapılmadan siyasetin oyunlarına aldırış etmeden "EVET" diyecektir.
Bu "EVET" Hz. Adem ile Şeytan arasındaki bir mücadele imtihanı gibidir.

 

* * *

Siyasetçiler özellikle iktidar partisine mensup olan bölgenin ve Diyarbakır’ın milletvekilleri bunu da kesin olarak bilmelidirler ki bu yörede ve bu ilde "EVET" diyen herkes onların yüzü suyu hürmetine "EVET" demiyor.
Çünkü onlar millete bir şey vermemişler ki milletten neyi istesinler.
Eli boş, yüzü utangaç olarak çıkıyorlar ise de millet artık bunlara aldırış etmiyor ve kanmıyor.
Ancak bu milletin damarında yeşeren İslam gayreti ve bölge insanının bunca sene çektiği çileye karşı "EVET" diyecekler.
Ne iktidar partisinin ne de muhalefetin rolü burada olmamalıdır.
Bu hakla batılın çarpışmasıdır.
Bana göre 12 Eylül bir namus günüdür, bir gayret günüdür, yiğitlik günüdür.
Ama ilahi bir misyon uğruna!
Çünkü karşımızda kefere-tül fecerelerin yıllar yılı bu millete karşı kurdukları bir tuzak vardır.
Artık bu millet bendini çiğneyip aşarak "bu tuzakları" bertaraf edecektir.
O sınırları artık tanımamalıdır; "EVET" demelidir.

 

* * *

Bakınız;
Başbakan Recep Tayip Erdoğan ülke çapında ve uluslararası arenada avazı çıktığı kadar bağırıyor, haykırıyor.
Söyledikleri, ifşa ettikleri, yapılmasını istedikleri "ülke ve millet" menfaatinedir.
Onun için diyorum ki;
Erdoğan yerden göğe kadar haklıdır.
Çünkü siyasetten öte milletin elinden alınmış özgürlük ve insani temel hak ve hürriyetinin geri verilmesi için bu haykırışları yapıyor.
Başbakan Erdoğan’ın bu haykırışını da bu milletin boşa çıkarmaması gerekir.
Başbakan’ın samimiyetine, ciddiyetine inanıyoruz ve inanılmalıdır.
Ancak bölgedeki ona bağlı bazı milletvekillerinin lakayıtlığı ve halktan kopukluğuna millet aldırış etmemelidir.
Çoğunlukla sandıktan "EVET" oyu çıkacaktır.
Tabi bu çoğunlukta milletvekillerinin hiçbir rolü yoktur.
Sayın Başbakan da inanıyorum ki; böyle algılayacaktır.
Algılamalıdır da.
Millet kendi şeref ve izzetini korumak için bu girişimde bulunmalıdır.
Ne kadar sandıkta "EVET"  çıkarsa çıksın bu milletin şeref ve izzetine bağlı olan bir başarıdır.
Bölge ve özellikle Diyarbakır’ımızda elini kolunu sallayarak gezen milletvekillerinin bir payı yoktur.

 

* * *

Sevgili okurlar!
Şunu da hemen belirtelim ki; devletin bünyesinde yıllardan beri yaşaya gelen olumsuzlukların dayanak noktası karanlık odakların oluşmasıdır.
Özellikle vurgulamalıyım ki, bu karanlık odaklarda demokratik ve hukuk devleti olan ülkemizde varlığını sürdürmektedir.
Bunların başını çeken iki önemli kurum vardır.
Bunlardan biri TSK, diğeri ise yargıdır.
Sayın başbakan’ın da kamuoyuna sık sık açıkladığı gibi, soyu sopu belli olmayan solcu, Marksist anlayışa bağlı baasçı, mezhepçi batıl inanca bağlı kimliksizler, devşirmeler ve dönmelerin söz geçirdiği ve hüküm sürdüğü bu iki kurumun bünyesinde çok büyük tehlikeler arz etmektedir.
Faili meçhullerden tutun, millete kirli komplo planları hazırlanmasına ve fişlemelere kadar hükümranlık sürmektedirler.
Daha bundan yaklaşık sekiz gün evvel yani 10 ağustos 2010’da bizim teşkilatımıza karşı kurmak istenilen, suikast komplo teorisi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ama ne hazin ve düşündürücüdür ki, devletin kilit noktaları olan, cumhuriyet başsavcılığı, ona bağlı emniyet ve jandarmaya açık ve net bir şekilde araçların plakaları, modelleri bildirilmesine rağmen, bu güne dek bir sonuç alınmadığı tarafımıza herhangi bir bilgilendirme yapılmamıştır.
Her zaman dediğimiz gibi burası TÜRKİYE, kimin eli kimin cebinde, kim kimi kolluyor ve koruyor?
Bu iki komplocu araç nerde?
Hodri meydan!
Bakalım sonuç nereye varacak?
Hiçte ümitli değiliz, zira bu işler kuyruğa basıp basmama meselesidir.
Hani demişler ya … kuyruğuna basmaz!
En derin saygılarımla.