BUNCA KLASİK SLOGANLAR YETMEZ Mİ?!!

Evet, değerli Söz okurları…

Her zaman olduğu gibi bugün yine bu köşede güncelliğini koruyan bazı önemli konuları sizinle paylaşmak istiyoruz.

Görüldüğü gibi ülke, son günlerde kan ağlıyor.

Hakkari’nin Şemdinli’sinden tut, Şırnak’ın Uludere’sine kadar, oradan tut Gaziantep ilimize kadar neler olmuyor ki?

Ülke doğusuyla, batısıyla kan gölüne çevrilirken hala da önünü göremeyen veya görmezlikten gelen ülke siyaseti, politikası “eski tas eski hamam” dercesine klasik ifadeleri kullanmaktan kendilerini bir türlü kurtaramıyorlar.

İnanın, bu klasik kavramlar bugüne münhasır değil, 1980’li yıllardan günümüze dek siyasilerimiz veya devlet zirvesinde bulunan zevat hep aynı ifadeleri kullanıyorlar.

Ama söylemlerden başka bir arpa boyu kadar ilerleme kaydedemeyen bu devlet politikasında maalesef yine zarar gören ülkedir, millettir, devlettir ve herkestir.

Vay efendim, “lanetliyorum, kanı yerde kalmaz, terör bitecek, PKK’nın bu tür olaylarda sicili kabarıktır” gibi daha neler neler…

Gerçekten kimse çare bulamıyor.

Deyim yerindeyse büyük bir sahraya girmiş, yolunu şaşırmış, pusulasını kaybetmiş bir bezirgân gibi nereye doğru gideceği yönü bir türlü çizemiyor ve yolunu kestiremeyen siyasetin sonu nereye gider, belli değil.

* * *

Geçenlerde de yazmıştım.

Sorun, Kürt sorunu olmaktan çıkmış ülke sorunu durumuna gelmiştir.

Sorun, başlangıçta Kürt sorunu olarak gösterilmişse de, aslında o olayın apayrı bir kandırmaca versiyonudur.

Sorun, cumhuriyet döneminin sorunudur, cumhuriyeti kuran zevatın sorunudur, cumhuriyeti yanlış kuran ve kirli ideoloji üzerine icra edip, arkasında cumhurun bulunmadığı bir cumhuriyete yani  Marksizm’e ait bir sorundur.

Türkiye’de yüzyıldan beri çözülmesi mümkün olmayan denklemler yumağının varlığı milletin başına çok büyük işler açmış ve açmaya da devam edecek gibi görünüyor.

Hükümetler, iktidarlar pusulasını şaşırmış bir bezirgân gibi kendine bir türlü yön veremiyor.

Neden mi?

İşte, dedik ya!

CHP’nin altı oklu rejiminin cumhuriyete sahip olma sorunudur.

Ve bunu da kimse çözemiyor her nedense.

Hiç unutulmasın ki bu ülke, taşıyla toprağıyla, tarihi kültürüyle, inancıyla, insanıyla, mübarek ve kutsal bir ülkedir.

Tarihi bin yıllık camiiler, minareler, mezar taşları, hep birlikte bize bakarken dilleri olmuş olsaydı kim ne bilir ki, bize ne söyleyeceklerdi.

Evet, böyle bozuk politikalarla arkasından vurulan bir millet, acaba nasıl kendini bu çağdaş fitne unsurlarından kurtaracaktır?

Bize göre bunun tek çaresi; yeniden benliğine dönmek, tarihine göz atmak, kültürünü iyi okumak ve mezar taşlarına dönüp yazılarını okumaktır.

Bu ülke nereden nereye geldi?

Yabancı unsurlar, İslam dünyasının ve özellikle Ortadoğu İslam ülkelerinin taşına toprağına ve yeraltı zenginliklerine göz dikmiştir, hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

Eğer PKK terörü yıllardan beri devam edip, bir fitne unsuru haline gelip, nice nice masum insanların kanlarını dökebiliyorsa, kesinlikle bu yalnız ve yalnız Kürt meselesine münhasır değildir.

Asalanın izini takip eden bu örgüt, kendiliğinden kurulmamıştır.

Bu örgütün arkasında özellikle bu ülkenin dayandığı nokta ve arka bahçesi durumunda olan yine cumhuriyet devletinin temelinde ırkçılığın, Turancılığın, Ergenekon’un varlığı söz konusudur.

Bu paralelde İsrail’e uzanıyor, Rusya’ya uzanıyor.

Diğer bir deyimle söylemek gerekirse tarihi haçlı ve Siyonist anlaşmalarının bir sonucu olması gerekir ki yüzyıldan beri yani 1885’te kurulan ittihat ve terakki cemiyetinin varlığının uzantısıdır.

Buna tek çare iktidar, muhalefet, millet ve medya el ele verip, işbirliğiyle adım atarak tarihi derinliklerimize inmeleri gerekir.

Yoksa zevat-ı kiramın klasik kavramların kullanılmasıyla, milletin derdine deva olunamaz.

Klasik deyimler, bana göre bir uyuşturma politikasıdır.

Mağdur, mazlum, şehit ailelerine verilen bir teselli uyutmasıdır.

* * *

Aslında burada bu konuyu işlerken Sadi Şirazî (K.D.S)’nin Gülistanından Farsça bir tavsiyesi aklıma geldi.

Bunu hatırlarken ve siz değerli okurlarımızla paylaşmak üzere devlet büyüklerine de öneri olarak sunuyorum.

Evet, Sadi Şirazî şöyle diyor;

“Mahalest Sadi berahê Necatê sefa

Zafer bürden cüz derpayê Mustafa”

Yani Türkçesi şöyledir;

“Ey Sadi, mutlulukla kurtuluş ve zafer ve başarı elde etmek mahaldır (imkânsızdır). İllaki Muhammed Mustafa (s.a.v)’in izine girmekten başka”

Diğer bir deyimle inanan bir ümmet için, bir toplum için bireyinden tut ailelere kadar, toplumun tüm kesimlerine kadar ve kamu kurum ve kuruluşlarına kadar tek çare yol; Hazreti Muhammed (s.a.v)’in yoludur, onun izinde gitmektir, ona sımsıkı sarılmaktır, zira o yol Allah’ın kopmaz zincirinin yoludur.

Ona inanıp, yolunu çizen bir toplum hiçbir zaman badireleri yaşayamaz ve başka çare de arasa bulamaz.

Ki hala da arıyor ve bir türlü bulamıyor.

* * *

Evet, milletimizin varlığını tehlikeye sokan karanlık kurulların, şarapçı kafaların, kumarbaz ve uyuşmuş kafaların çizdiği yol, batıl bir yoldur, yanlış bir yoldur, terörün dik alasına tırmandıran hıyanet yoludur.

Bu nedenle diyoruz ki;

Lütfen beyler, elinizi çabuk tutun.

Bugünkü Türkiye’de görünen macera ve günlük mecrasından akan olaylar, maalesef bize 11 Eylül 1980 yılını hatırlatıyor.

Ve aynı gece yani 11 Eylül’ü 12’ye bağlayan gece yarısı meşhur ve malum Org. Kenan Evren’in ihtilal ve darbe sesi radyolarda duyuluyor.

Milletimizin karşısına dikilen bu karanlık tablo gerçekten vahimdir.

Vahim olduğu kadar tehlikelidir.

Tehlikeli olduğu kadar da mukadderdir.

Bu nedenle diyoruz ki;

İktidar olsun, muhalefet olsun, medya olsun, yan kurum ve kuruluşlar her ne ise, kim olursa olsun, tavsiyemiz el ele verip, memleket için dürüstçe, zigzag çizmeden, demagoji yaratmadan bu memleketin hal çaresine bir çözüm getirmeleri lazım.

Allah korusun!

Yoksa bir gün Türkiye’mizde bir Hafız Esed hıyaneti gibi birileri tarafından darbeler misyonu gerçekleşmesi söz konusu olabilir.

Olmasa dahi Allah etmesin, olmasın diyoruz.

Olduğu takdirde de yeni bir Türkiye versiyonu yerine, Bolşevizm’e götürülen bu terör odaklarının yolları hâkim olabilir.

O zaman da iş işten geçer.

En derin sevgi ve saygılarımla.