BUNLAR MÜRTECİ’NİN TA KENDİSİDİR!

Evet, sevgili can dostlarım!
Dün Diyarbakır’ımız çok güzel, ümit verici, devletin ciddiyetine yakışır bir şekilde resmi bir açılışa şahit oldu.
Önemli ve hukuk deneyimleriyle dopdolu bir siyasi kimliğe sahip şahsiyeti ağırladı.
O da bildiğiniz gibi Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç idi.
Dicle Üniversitesinin 2009–2010 Eğitim ve Öğretim Yılının açılış töreni münasebetiyle, Diyarbakır’daydı.
Tabi hemşerimiz Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker ile AK Parti Milletvekillerimizin de katılım göstermesi, ayrı bir önem arz ediyordu.
Anlayacağınız; ilgi ve alaka bir hayli yüksekti! Belki; Dicle Üniversitesi ilk kez böylesi bir 'eğitim yılı' açılışını gerçekleştiriyordu.
Çünkü görkemli bir açılış yapıldı. Ancak açılışa en çok renk veren de Sayın Bülent Arınç'ın 'tarihi' nitelik taşıyan konuşmasıydı.
Nitekim konuşması öyle etkileyiciydi ki, her 'cümlenin' sonunda alkış tufanı kopuyordu.
Öyle ki hemen herkes yanındaki oturana dönerek:
"İşte Türkiye'nin gerçekleri. Allah razı olsun! Milletin içini okuyor."
Bülent Bey gerçekçi, dobra dobra, kilit konuşmalarını Diyarbakır’dan esirgemediler ve büyük bir tempoyla salonu adeta çınlatan alkışlar söz konusuydu.
Yanımda oturan bir dostum, döndü bana aynen şöyle söyledi:
"Mehmet Ali Bey, senin sık sık yazdığın ve dile getirdiğin konuları başka bir versiyonla, siyaset diliyle Bülent bey burada açıklıyor."
Yani Bülent beyin düşündükleri ve bizim de her zaman dile getirmek istediğimiz konular ve Türkiye’nin dertleri aynı şekilde birbiriyle örtüşüyor.
Elbette ki bunu bana söyleyen o dostuma teşekkür ettim ve gerçekten de tespitlerine katıldım.
Zira yıllardan beri Türkiye’nin maceraperest, dışa bağımlı karanlık kurullarının birer piyonları durumunda politikalar ve bu politikaların gölgesinde kendilerine hayatiyet kazandıran siyasiler ve medyanın önemli kalemşörleri ülkeyi bu hale sokmuşlardır.
Yoz bir politika ile Sayın Arınç’ın da dediği gibi, kavramların sonuna "cukleri" ve "çakları" ekleyerek Atatürk gibi önemli devlet adamlarını istismar ederek kendi emelleri ve ideolojileri paralelinde kullanabilmişlerdir ve hala da kullanmaya devam ediyorlar.
Öyle bir hal yaşıyorlar ki, Anayasa dibacesinde geçen önemli ve seçkin kavramların gölgesine sığınarak kendilerini sureti haktan göstermekten geri kalmamışlardır.
Ama tüm bunlara rağmen, geçici olsa dahi bir yerlere gelmişlerdir.
Millet de yanlış yamalak, bilerek veya bilmeyerek, tabi bazı fraksiyonlara ayrılmış ve zaman zaman onlara az da olsa destek vermiştir ve politikanın bazı alanlarına partileriyle beraber çekebilmiştir.
İşte en kötü şans bize göre de budur.
Keşke daha önceden halk uyansaydı da bu çağın "Mürteci" yoz anlayışlarına alet olmasaydı.
Sohbetimize girerken şunu da unutmayalım ki dünkü Dicle Üniversitesi’nin kongre salonunda Diyarbakır halkına yaşatılan bu büyük misafirperverlik elbette ki Rektörlükçe gerçekleşmiştir.
Ama her ne kadar Rektörlük kişisel olarak bir kavram değilse de, elbette ki başında olan zevat, bu gerçekçiliği somutlaştırılmıştır ve başarabilmiştir ve kendi halkına bu anlamlı günü yaşatabilmiştir.
Bu başarıyı, bu mahareti ve bu derin düşünceyi gerçekleştiren de elbette ki Rektör Ayşegül Jale Saraç hanımefendidir ve onun etrafında bulunan rektör yardımcıları ile Rektörlük genel sekreterindeki ekiptir.
Öyle inanıyoruz ki bundan böyle Dicle Üniversitesi dünkü manzara gibi daha çok büyük işlere imza atacaklardır.
Zira henüz daha bir sene oldu.
Biz de buradan Diyarbakır insanımız adına, bölgesel medya grubu olarak başta Rektör hanıma ve ekibine teşekkürlerimizi bildirir ve her alanda başarılı olmalarını Allah’tan dileriz.
Güzel işler yaptıkları müddetçe elbette ki basın olarak yanlarındayız, destekliyoruz.
Ama güzel olmayan işler de yapılırsa ki inşallah yapmazlar, onu da uyarmakla beraber eleştirilerimizi de yöneltiriz.
Zira basının temel hedefi ve ana görevi de budur…
Evet! Sohbetimize dönersek. Yani Bülent Bey'in 'tarihi' konuşması ve Rektör hanımın da, 'duygulara' hitap eden Diyarbakırlı hemşerimiz Cahit Sıtkı Tarancı'nın 'Memleket İsterim' adlı şiirini okuması!
Önce şiirden bir alıntı yapalım.
"Memleket İsterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların, çiçeklerin diyarı olsun

Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun,

Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun."

Ve "Bunlar Mürteci!" diyen Sayın Arınç’ın kullandığı dikkat çekici bazı önemli konuları burada size aktarmak istiyorum.
"3 – 5 yıllanmış, kaşarlanmış siyasetçi ile uğraşmayacağız…
Dün Atatürk’ün ismini kullanarak demokratik açılım görüşmeleri için meclisi çalıştırmayanlar mürteciinin ta kendisidir…
12 yaşındaki Ceylan, neden, nasıl vuruldu bunu tartışmıyorum. Artık Ceylan’lar ölmesin diyorum. Ceylanlar ölmesin demek, memleket isterim şiiri ile eş anlamlıdır. Ceylan olayı ile ilgili araştırmalar yapılacak, sorumlulardan hesap sorulacaktır…
Asit kuyuları fazlasıyla gerçektir. Faili meçhuller, kaçırmalar oldu, keşke olmadı diyebilseydim. Ama faili meçhuller ve yargısız infazlar oldu. Biz bunlar artık olmasın diye çalışıyoruz. İnsan hakları ihlallerinin olmadığı işkence sıfır toleransın tanındığı bir Türkiye’de yaşamak istiyoruz. Türkiye, yaşananlara müstahak değildir. Devletin yüzü tektir. Çünkü ikiyüzlü devlet olmaz. Derini, merini hiç olmaz. Tek yüzü olur o da hukuktur. Kardeş kavgası son olsun, gözyaşı olmasın, insanlar kendi kimliğiyle kendini özgürce ifade etsin istiyoruz"
Evet, sevgili okurlar!
Bakınız Sayın Arınç ne çarpıcı ifadeler kullanıyor.
İnanın deyim yerindeyse kullandıkları cümleler sanki ayetlerin ve İslami gerçeklerin temeline gizlenmiş mana değeri çok yüce olan ifadeleridir…
Elbette ki hiçbir siyasi mülahaza düşünmeden, objektif bir gözle bunu burada size aktarmamdaki neden, kendime bir görev telakki ediyorum.
Zaten biz de bu tür anlamlı ifadelerden uzak değiliz.
Yıllar yılı bunu dile getiriyoruz.
Elbette ki devletin derini olamaz, elbette ki kelimelere, kavramlara "ci, cak, cık"lar eklenmesin.
Elbette ki yavru Ceylan’lar ölmesin…
Ama heyhat!
Türkiye, yıllardan beri kendini bu badirelerden kurtaramamıştır.
İnşallah bundan sonra kısa bir mesafede ve kapsamlı bir mülahaza ile Türkiye kendini bu badirelerden sıyıracaktır…
Bakınız sevgili okurlar!
Yıllardan beri yakından tanıdığım Bülent Bey, gerek siyasette olsun, gerek siyasetten önceki hal durumları olsun, kendi taşıdığı misyonundan, inancından, aksiyonundan zerre kadar taviz vermemiştir ve vermez de…
Ama ne yapalım Türkiye’nin manzarası da ortada…
Kocaman cihanşümul bir devleti Osmaniye’yi yıkıp, tarumar eden ve me-maliki islamiyeyi küfrün, emperyalizmin, diktatörlüğün ve sömürücülerin hegemonyasına sokan ittihat ve terakki cemiyeti ne ise, bugün yıllardan beri Türkiye aynı manzaraları yaşatanlar da o günün uzantılarıdır.
İktidar partisi bazı önemli memleket gerçeklerine parmak basarak yola çıkmak istiyor, oyları kaybolmasın diye muhalefet engel oluyor.
Demek dertleri ülke yararı değil, halkın refahı ve mutluluğu değil, ancak kendilerinin iktidara gelmeleri ve har vurup harman savurmalarıdır.
Evet!
"Ceylan’lar ölmesin" diyen Başbakan yardımcımız Sayın Bülent Arınç hak konuşuyor ve gerçekleri yineliyor…
Ama bazı eksiklikleri de gözden kaçmıyor.
Bize göre bugün Türkiye’yi sarsan ve hatta siyaseti depresyona sokan darbecilik, andıçlama girişimleri bugüne yönelik değildir.
Bu olay Cumhuriyet döneminden buyana gerek gizli olsun, gerek açık olsun, hep yapıla gelmiştir.
Ne vakit ki milli iradeyi temsil eden, inançlı ve sağduyulu bir hükümet iktidara gelmişse, illa ki muhalefet bu şirretinden geri kalmamıştır.
Edepsizliklerini ve acımasızlıklarını devam ettirmiştir.
Bu yetmiyormuş gibi, devletin can damarı durumunda olan temel kurum ve kuruluşları bile aldatabilmişlerdir…
Başta yargı olmak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri gibi ve medyanın devasa patronları gibi ve hatta piyasadaki ekonomiksel olaylar gibi…
Hep ele geçirmişlerdir ve kendi çirkin emelleri doğrultusunda kullanmışlardır.
Biz bu mücadeleyi verdik, AK Parti iktidarı daha yedi seneden beri bu davayı göğüslemiş ise de, gerçekçi olmak lazım…
Pek de ilerleme kaydedememiştir.
Eğer 1995’te benim adeta altın tepsi üzerinde hazırlayıp onlara sunduğum Şemdinli Projesi’ni yıpratmasaydılar, bugün Türkiye apayrı yerlere gelmişti.
Eğer 1994’lü yıllardan 2000’li yıllara kadar "Vatanı kurtarıyorum (!)" adı altında kendini hep kurtarıcı güç olarak gösteren ve Türk Silahları Kuvvetleri’nin bünyesine çöreklenen önemli bazı masonik generallerin yaptıklarını takip altına alsaydılar, gerçi bugün takip altına almışlarsa da, fakat biraz geç kalmışlardır.
İllegal faaliyet gösteren bu rantiyeci cuntanın hegemonyası üzerine radikal bir biçimde gitmiş olsaydılar, inanın Türkiye şimdi apayrı bir yörüngede yürüyecekti…
Ama inşallah bundan sonra iktidar, Başbakan, Bakanlar Kurulu ve devletin kilit noktalarını elinde tutan, Yasama, Yürütme ve Yargı gibi ülkenin can damarı olarak görevlerine fütur getirmezlerse ve yetkililerin ideolojik düşüncelerini görmezlikten gelmezlerse Türkiye çok kısa bir zaman içerisinde her alanda bir küçük Amerika durumuna girer.
Gerçek manada insanları insan olarak yaşatan ve toplumları adli ilahi gölgesinde yönetmek isteyenler varsa öncelikle ve özellikle bu Ergenekon’un kirlenmesini hafife almamaları lazım…
Mesela dünkü yazılı bazı gazetelerimizin birinci sayfalarında, devletin önemli mevkilerini ihraz eden bazı zevatların yan yana çekilen fotoğrafları görülüyor.
Baktık ki bunların çeken Albay Dursun Çiçek…
Tam 19 gün sonra ifadeye geliyor, zira ıslak imzalı kirli eylem planının gerçekleştirilmesi için en başta rol alan birisi…
Kaç günden beri sorgulanması beklenirken Genelkurmay bir türlü göndermiyor.
Dursun Çiçek nihayet dün Adliye’ye geliyor, savcıların zorla getirilmesi kararından sonra gelen Çiçek, iki saat içerisinde alınan ifadesi neticesinde hemen tutuklanıyor.
Aynı paralelde YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu ile Sincan birinci ağır ceza reisi Hakim Osman Kaçmaz’ın yan yana verdikleri poz dikkatimi çekti.
Bu her iki zevat kendi mesleklerini maalesef ideolojisine kurban etmişler ve mesleklerinin uygulamasını dahi yanlış yamalak, istismarcı bir tavırla hakimlik ve savcılık gibi önemli ve önemli olduğu kadar şerefli bir unvanı yanlış ve anlamlı bir tarzda kullanmaya yönelmişlerdir.
Ve bu her iki adam hakkında da Adalet Bakanlığı’nca hemen ihraç etme isteği Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu’na gitmiştir.
Ayriyeten Hakim Osman Kaçmaz hakkında hazırlanan iddianame mahkemeye verilirken, mahkeme bunu büyük potansiyelle memnuniyetlerini göstermiş ve iddianameyi kabul etmiş ve hakkında dava açmıştır.
Bir bakalım bunların hali pür melalini zaman nasıl gösterecek?
İnşallah ölmeden göreceğiz bunları…
Ama keşke 10 sene evvel bu Diyarbakır’da bu meslektaşlarını daha dik alasını açık ve net olarak devleti kullanarak, mesleğini kullanarak, andıçlı subaylarla işbirliği yaparak suç işleyen o günün Diyarbakır DGM Başsavcısı Nihat Çakar da bunlarla beraber olmuş olsaydı.
O zaman bu bölgede tüm olup bitenlere devlet muttali olurdu ve daha radikal ve ciddi hedeflerine ulaşabilirdi.
Bizden bugünlük bu kadar.
Söylediklerimiz tamamıyla dayanaklıdır, belgelidir, bulguludur.
Kimseye ne iftira atarız, ne de tenezzül ederiz. Ama ülke gerçekleri de budur.
Yıllardan beri bu bir gerçektir ki, bu bölgede gerek yargıdaki bazı ideolojik insanlar olsun ve gerekse TSK’nin bünyesinde olsun bazı yanlışlıklar olmuştur ve bu yanlışlıkları yapan da kilit noktalardaki insanlar olmuştur. Ve biz bunların peşini de bırakmıyoruz.
Velev ki canımıza da, kanımıza da mal olsa bile…
En derin saygılarımla…