ÇAĞDAŞ ZULMÜN BAŞINA GEÇİRİLEN DEMOKRASİ KÜLAHI, İNSANLIĞIN AYIBIDIR!

Evet, sevgili okurlar.

Önceki günkü yazımızın başlığı olarak  “ÇAĞDAŞ DEMOKRASİ = ÇAĞDAŞ CEHALET” ifadesini kullanmıştık. Bugün bunun devamı olarak  “ÇAĞDAŞ ZULMÜN BAŞINA GEÇİRİLEN DEMOKRASİ KÜLAHI, İNSANLIĞIN AYIBIDIR!” ifadesiyle yola çıktık.

Her ne kadar kavram ve kelime değişikliği söz konusu ise de mana değerleri aynıdır.

Zira her zaman bu köşede kaleme almak istediğimiz çağdaş realite bu ifadeleri çağrıştırıyor.

Yüz seneden beri Batı dünyasından İslam dünyasına yutturularak, ithal edilen insanlık realitesi bunu kanıtlıyor.

Bu paralelde insanları Allah’a değil, insanları insanlara kul ettirmek, güçsüzü güçlüye yedirmek gibi uygulamalar, günümüzün inkâr edilmez gerçekleri arasındadır.

Ve bazı güçlü ülkelerin, diğer ülkeleri sömürerek adeta bir sömürge haline getirmesinin şekli de zaten bunun kanıtlayıcı delilidir.

Güçlünün güçsüze zulüm etmesi süretiyle  oluşan bugünkü küfür ve şirk dünyası yaklaşık yüz-yüz elli yıldan beri bu planın peşinde olup, İslam dünyasını sömürge haline getirmiştir.

Bu itibarla konumuza girerken Üstat Bediüzzaman Hazretlerinin “Hakikat Çekirdekleri” isimli Risalesindeki şu ifadeyi köşemize taşımak üzere sizinle paylaşalım dedik.

“Nur-i fikir (fikir ve düşüncenin aydınlığı) ziya-ı kalp ile (kalbin nurlandırılmasıyla) ışıklanıp mecz olmazsa (aydınlanıp birleşmezse), zulmettir (karanlıktır) ve bunun temelinde zulüm karanlığı fışkırır.

Zulmün başına adalet külahını geçirmiş…

Hıyanet ise hamiyet (koruyuculuk) libasını giymiş…

Cihada (Müslüman’ın hakkını aramaya) bağyi (zorbalık) ismi takılmış…

Esarete (toplumları esir hale getirme haline de) hürriyet namı verilmiş ise o zaman zıtlar değişik suretlerini değiştirerek, biri diğerinin yerine konularak mübadele edilmesi demektir”

O büyük Üstad’ın bu vecizesinden anlaşılan odur ki ülkeler arasında olsun, bir ülkenin insanları arasında olsun, küfür ile İslam dünyası arasında olsun, her nerede olursa olsun, hangi platformda olursa olsun, gerçekler tersyüz edilerek otoriter mezalimin uygulamasına demokrasi adı veriliyor.

O zaman dengeler tersyüz edilir, insanlık haydutlaşır ve koyun postuna bürünmüş saldırgan birer kurt haline dönüşmesi kaçınılmaz olur.

Zira o büyük Üstad yine bunu bize öğretmektedir;

“Menfaat üzerine dönen siyaset canavardır, yırtıcı hayvandır, yırtıcı hayvanın karı ise acımasızlıktır ve huysuzluktur.

Canavara karşı sevgi beslemek, o canavardan merhamet beklentisi yerine tam tersine iştihasını açmaktır.

Hem de mazlumu parçalamakta kullandığı diş ve tırnağının kirasını da ister”

İşte bu söylenenlere karşı Üstat, şöyle diyor;

“Zaman gösterdi ki cennet ucuz değil, cehennem dahi lüzumsuz değil”

Ve zalimler için yaşasın demekten başka da çare bulamayız.

Zaman gösterdi ki bugünkü hali âlem görüntüsü şu duruma dönüşmüş;

Devletler, milletler muhabereleri tabakat-ı beşer insanlar arasındaki savaşa dönüştürülmüş durumda.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Avrupa’dan İslam dünyasına ithal edilen mimsiz medeniyete demokrasi adı verilmişse o milletin bireyinden tut, ailelere kadar ve toplumun tüm kesimlerine kadar bu hali yaşatmanın adı toplumu yekvücut olarak esir almasıdır.

Toplum esaret istemiyorsa birilerinin zorba anlayışlarına da hizmetkâr da olmamalıdır.

Bu realiteye dayanamayan müstebit, zorba anlayışların temsilcilerini harekete geçirir ve hakkını aramak üzere ayaklanan topluma terörist adı verilir. Ne yazık ki bunların demokrasi anlayışında bu var.

Bu anlayış kendisini de kurtarıcı, vatanperver, devlet ricali olarak lanse ettirmeye çalışır.

Mısır’ın haydutlaşmış askeri cuntası örneği önümüzde.

Tıpkı Suriye’deki megalomanyak bir çağdaş zorbanın uygulamaları gibi.

Ve tıpkı Irak’ın Malik’i soytarısı gibi…

Daha neler neler…

Şimdi, bakınız sevgili okurlar.

İnsan, insan olma hasebiyle insanlık şeref ve haysiyetine yakışır, insan temel hak ve özgürlüğüne saygılı olmalı.

İnsan temel hak ve özgürlüğüne saygılı olmanın yolu da İslam’dan ve İslam inancından geçiyor.

Buna dayanamayan küfür, şirk ve nifak dünyası illa ki başka hileli yöntemlere başvurarak, zulme ve mezalime adalet ve demokrasi kıyafetini giydirir, yalancılık ve sahtekârlığa da realite ve koruyuculuk şapkasını takar, hainlik hıyanetin halet-i ruhiyesine de hamiyet adını takar.

Müslüman’ın yeryüzünde olmazsa olmazı durumundaki cihada da terör ve terörizm adını koyar.

Böylece özellikle İslam topluluklarının üzerine acımasızca bu tür uygulamalarını uygular ve İslam dünyasını esaret altına almaya zorlar.

Bakınız, iki ay içerisinde  devşirme bir cuntanın 70 yıldan beri uygulanmakta olan Nasır’ların, Enver Sedat’ların, Mübarek’lerin pis ve kirli zulüm karanlığının karanlıklarını yine İslam kal’ası durumunda olan Mısır’da çağımızın gerçek Müslümanları olarak bilinen İhvan-ı Müslimin’i esir aldılar.

Yapılan tüm bu karanlık uygulamanın temelinde yatan habis ruh, Yahudileşmiş İsrail’e kölelik yapmaktan başka hiçbir şey değildir.

Bu nedenle diyoruz ki;

Günümüzdeki gerçek hak arayışı eğer söz konusu ise bu kirli üçlü fesat odaklara düşmemek için gerek şirk dünyası olsun, gerek küfür dünyası olsun…

Ve aramızdaki nifak tohumunu eken insan kılığındaki şeytanların tehlikesinden korunmak için, mutlaka ama mutlaka uyduruk ve yamalı demokrasiye değil, gerçek İslam’ın ruhunu bünyesine taşıyan gerçek demokrasi üzerine ittifak etmemiz lazım.

Tıpkı dün de muhterem Cumhurbaşkanı ve Başbakanımızın dünyaya haykırdıkları gibi, biz de aynı o paralelde diyoruz ki;

İnanan İslam dünyası olsun ve Türkiye olsun, bize lazım olan ittifaktır, birlikteliktir ve bizim şeref ve haysiyetimize yakışır bir biçimde İslam’ın etrafında sarılıp, ittifak içinde adım atmaktır ve buna da günümüzde siyasi olarak kullanılan kavrama da “demokrasi” denir.

Yoksa zorba batı dünyasının çiftçe standart olarak uyguladığı demokrasi değil.

Böylesine uygulanmakta olan demokrasi cehaletin ta kendisidir.

Allah bu toplumu tarihinden, ecdadımızın şeref ve haysiyetinden, kültüründen uzaklaştırmasın, mahrum etmesin, iman dirilişiyle küfre karşı, zorbalığa karşı ittifak şuuru nasip etsin, diye dua etmekten başka da çaremiz yoktur.

Evet, gerçekten İslam dünyasının bugünkü haline ağlamaktan başka yapacağımız bir şey de görünmüyor.

Başbakanın dünkü dünyaya haykırışı gibi, İslam dünyasına ve özellikle Türkiye’ye düşen görev de;

İslam’ın ittifak emri içinde diriliş ve direniş ruhunu pekiştirmektir.

Buna da demokratik hak arayışı denir.

En derin saygı ve sevgilerimle.