ÇAĞDAŞ ZULMÜN BAŞINA GEÇİRİLEN DEMOKRASİ KÜLAHI, İNSANLIĞIN AYIBIDIR! (II)

Evet, sevgili okurlar.

Tarih boyu İslam’ın zarar gördüğü düşman hep içindeki münafıklardan olmuştur.

Devri saadetten günümüze kadar tüm İslam coğrafyasının verdiği mücadele, her ne kadar görünümde küfür ile iman mücadelesi olmuş ise de aslında en büyük hedef; içten yıkmaya çalışan ve küfre kendini kalkan yapan münafıklar olmuştur.

Ve küfürle yürütülen mücadelenin önünü kesen, içten tahribe çalışan nifak unsurları olmuştur.

Günü gelmiş, İslam dünyası kendi aralarında çıkan, kimliğini gizleyen ve İslam’a ağır darbe indirmeye çalışan insan kılığındaki şeytanlar ortaya çıkmış.

Ve o kimlikle İslam’a zarar vermiş, İslam ümmetini içten sarsmaya ve yıkmaya temel unsur olmuştur.

Tıpkı bugün görünmekte olan manzara gibi…

  Mısır’daki İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) Teşkilatının demokratik yöntemlerle aldıkları % 52 oy gücüyle milli iradeyi ele geçirdiği halde , Mursi’nin kendi etrafındaki yalaka bazı isimleri  ihvanlardan oldukları zannıyla devletin kilit noktalarına getirmesi ve bunların hem kendisine hem de Mısır halkına ihanet etmesi. Daha açık ifadeyle Mursi’nin anayasa mahkemesinin başına getirdiği Adli Mansur ile Genelkurmay Başkanlığı’na getirdiği General Abdulfettah Sisi’nin darbe yaparak Mursi ve İhvan’ı arkadan hançerlemesi.

Bunlar kendilerini sureti haktan göstererek, adalet ve demokrasi partisinin birer hayranı ve elemanı olarak kendilerini makyajlamak suretiyle Sayın Mursi’nin huzuruna eğilerek girdikleri zaman tümüyle sadakat ve dürüstlük pozisyonu sanatını (!) gösterebilmiş durumda.

Yani Sisi sinsiye dönüşerek , sinsice adım atmıştır.

Hem de İsrail’in taşeronluğunu yaparak.

Buna da lügatimizde münafıklık denir.

Sisi ve Mansur, İsrail’in patronluğu altında birer taşeron görevini yapabilmişler ve her ne kadar Mısır’ın milli irade gücüne karşı darbeyi yapmışlar ise de aslında bu yaptıkları iğrençlik, tüm İslam dünyasına karşı yapılmıştır.

Zira Mısır halkının milli iradesi tüm İslam ümmetinin milli iradesidir.

İhvanın varlığı, Kur’anın “İnnemel mu’minune ihvetûn” “Müminler ancak kardeştirler” Kur’anın kesin hükmü paralelinde oluşmuş ve gerçekleştirilmiş bir ilahi fermana dayanmaktadır.

Buna karşı gelmek elbette ki ancak ve ancak İslam’ın karşıtı olan küfür sistemleriyle olabilir.

Ama ne çare ki küfrün patronluğu altında taşeronluğu üstlenen Mısır ordusu ve başındaki Genelkurmay Başkanı Sisi tıpkı başta anlattığım gibi tebdil-i kıyafet ederek, Müslüman görünümlü bir kıyafetle kirli bir münafıklık ruhuyla yola çıkmış ve böylece antidemokratik, hukuk dışı bir darbe gerçekleştirebilmiştir.

Bunların yaptıkları bu oyun ve bu tezgâh kesinlikle yanlarına kar kalmayacaktır.

Bir dünya çapında ihvanların taşıdığı iman, inanan ve uyanan her Müslüman aynı ruhu ve aynı inancı yaşamaktadır.

Bırakın Mısır halkı, bırakın Mısır’daki soytarı münafıkların gösterdikleri ufak rakamdan ibaret olan 3 milyon Müslüman Kardeşlerin varlığını.

* * *

Demokratik yöntemlerle Mursi’ye oyunu veren tüm Müslüman halkı İhvanın misyonunu ve ideolojisini taşımaktadır.

Yani eğer Mısır, 80 milyon nüfusa sahip ise bu 80 milyonun % 52’si ihvandır ve Müslüman Kardeşler Teşkilatının dayanak noktasıdır.

Hiç kimsenin şüphesi olmasın.

Ama münafıkların kirlenmiş ruhu bunu idrak etmemişse ve bundan sonra da idrak edemiyorsa vay hallerine.

Eğer hatırlardan silinmemişse, Hüsnü Mübarek’ten önceki Enver Sedat, o da Sina çöllerinde bir mitingde vurularak, öldürülmüştü ve yerine çağımızın dehşet saçan Mısır firavunu olan Hüsnü Mübarek gelmişti.

Hüsnü Mübarek’in yürüttüğü politika ve dikta otoritesinin varlığı, hep İsrail emir ve hükümranlığı paralelinde gerçekleşiyordu.

Eğer bugün o coğrafyada İsrail’in varlığı ve hükümranlığı söz konusu ise kesinlikle böylesine İslam coğrafyası içerisinde çıkan kirli ruhlu münafıkların sayesinde olmuştur ve böylece olmaya da devam edecektir.

Zaten “Görünen köy kılavuz istemez” misali de her şey ortadadır.

Tıpkı muhterem Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın dünkü verdiği beyanatları paralelinde…

“Sisi darbesi, İsrail’in işi”

Bilindiği üzere dün Başbakan dünya kamuoyu nezdinde şöyle bir açıklama yaptı;

Darbenin arkasında İsrail’in olduğunu söyleyip, “Elimizde belge var” dedi.

Darbe süreçlerinde Türkiye’nin “Demokrasi sadece sandık değildir” mantığını işleten batının, şimdi bunu Mısır’da uygulamak istediğini belirtti.

“Bunun ardında ve arkasında neresi var?

İsrail var”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bu olay hakkında ne söylesek azdır.

Başbakanın 11 seneden beri yürüttüğü siyaset, hep dik durma siyaseti olmuştur.

Kendisi ruhi derinliklerindeki korkusuz bir politikayla yola çıkmış, Allah’tan başka başını hiçbir zorbalığa ve diktaya eğmemiştir ve halk olarak biz de böyle bir Başbakanın arkasında yürümekle gurur duyarız.

Evet, bizce Sayın Başbakanın taşıdığı iman şundan ibarettir.

Mevcudiyetimizin, gerçek hamisi (koruyucusu) olan yalnız ve yalnız İslam inancıdır ve birlikteliğimizdir.

Elimizi İslam inancından gevşetmememiz lazım, dört elle sarılmamız gerekir.

Yoksa hafif bir ihmalle İslam dünyası her an için yok olmaya mahkum olur.

Üstat Bediüzzaman Hazretleri de zaten bunu söylüyor;

“Mevcudiyetimizin hamisi olan İslamiyet’ten elini gevşetme, dört el ile sarıl, yoksa mahvolursun” demesi Sayın Başbakanımızın tuttuğu bir meşaledir.

Evet, Üstat Hazretleri şöyle devam ediyor;

“Musibet-i amma (başımıza gelen musibet) ekseriyetin hatasına terettüp eder”

Bu nedenle biz de o büyük Üstadın dediği gibi şöyle diyoruz;

Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alil bir uzvun reçetesi İttiba-ı Kur’andır.

Azametli bahtsız bir kat’anın, şanlı talihsiz bir devletin, değerli sahipsiz bir kavmin reçetesi İttihad-ı İslam’dır.

Evet, bu misyonla yola çıkarken İslam bize şu gerçeği öğretiyor.

Kur’anın adaleti ve İslam hukukunun gösterdiği gerçek, bırakın bunca insanların katliamına girmek, masum günahsız bir insanın hayatı hiçbir zaman heder edilemez, haksız yere kanı dökülemez.

Zira İslam o kadar insanın hayatına önem veriyor ki örneğin; Onda dokuzu cani ve katil, kanundan kaçan insanlar bir gemide olsa, o dokuz canilerden başka bir de bir tek masum bulunsa, o bir masum insanın hayatını kurtarmak için ölüm hak ettikleri halde o dokuz caniye dokunulamaz.

Zira bir insanın dahi hayatı önemlidir, kanı kutsaldır, hukuku üstündür.

Bırakın bu hali.

Ya bir de bir gemide bulunan on kişiden dokuzu masum olsa, biri cani olsa hay be hay!

O cani için o dokuz masum insana dokunulamaz.

* * *

İşte Mısır’daki, Suriye’deki, Irak’taki, Afganistan’daki ve İslam coğrafyasında bulunan bu ümmetin kanına girenlere hiçbir zaman hakk-ı hayat verilemez ve eninde sonunda hak ettikleri cezaya çarpılacaklardır.

Tıpkı 90 yıldan beri Türkiye’deki darbelerin yaşandığı gibi.

Kim ne yapmışsa, yaptıkları yanlarına kar kalmadığına göre bugün gerek Ortadoğu, gerek Kuzey Afrika’da yaşanmakta olan İsrail köleliği bu katil münafıklara bir şey kazandıramaz.

Ümit var olunuz, sevgili okurlar.

En derin saygılarımla.