ÇAĞIMIZIN NERONU ESED!

Sevgili okurlar.
Kulağımızın dibinde komşumuz olan Suriye ülkesine devlet demek, gerçekten utanç vericidir.
Devlet olmuş olsaydı, halkının üzerine ideolojik tarafgirane, sapık bir mezhebin yanlışlıkları uğruna gitmezdi, bu kadar masum insanın katliamına girmezdi.
Demek ki devlet değildir.
Yasalar; milletiyle anlaşarak işbirliği içinde ülkesini büyütmeye ve geliştirmeye çalışarak devlet vasfını bünyesinde gerçekleştirmesi gerekirdi.
Ama heyhat, görünen odur ki Beşar Esed o ülkeyi gerçekten devletçilik anlayışından çıkarmıştır. Tamamen ülke toprağında bir terörizm halini yaşatıyor.
Totaliter, otoriter, acımasız, antidemokratik bir hal yaşatıyor.
Suriye devletinin başında bulunan bir devlet adamı olarak bakılması, inanılması çok büyük bir yanlışlıktır.
Yanlışlıktan öte büyük bir gaflettir.
Sözüm ona medeni dünya, bilemiyorum ne biçim bir dünyadır.
Hem de kendine evrensel dünya adını takan bir dünya.
Hani derler ya, "Şeyh'in kerameti, kendisindendir"..
†lkesinin başında bırakın bir devlet adamının vasfının taşınması adeta bir haydut, tüyler ürperten bir megalomanyak olarak kendini gören cani'ye "seyirci" kalmakta.
Ve ne hazindir ki;
Bunca acımasız katliamı gernçekleştiren Esed gerçekten hunharca dünyaya özellikle Türkiye’ye ve Arap birliğine karşı meydan okuması da apayrı bir garipliktir.

* * *

Gözü dönmüş;
Esed bırakın insanlığa karşı, kâinatı yokluktan yaratan ve yeryüzüne mutlak bir adalet nizamını gerçekleştiren yüce kudret olan Allahû Teâlâ’ya da meydan okuyor.
Neron ve Mussolin’i çok geride bırakan bu ahlak yoksunu, soytarı Nusayrisi daha ne zamana kadar insanların masum kanını akıtacak?
Gerçekten düşündürücüdür...
Bana göre bugünkü dünyaya medeni dünya demek de gaflettir, dalalettir, insanlığa ihanettir.
Türkiye, 7 aydan beri bu acımasız insanla ne kadar yaklaşım gösteriyorsa o kadar adam şımarıyor.
Bir gün sonra baktın ki yine bir katliam, Humus, Hama, Dara kentleri üzerine şarapnelleri yağdırıyor ve ocakları söndürüyor.
Durum böyleyken yalan söyleyen dünya siyaseti utansın diyorum.
Kandırıcı demokrasi havarilerinin yüzlerine doğru “tükürmekten” kendimi alıkoyamıyorum.
Bu masum insanların dökülen kanları hiç unutulmasın ki birer şehit kanıdır..
Ve bu kan ölmez.
Öyle ümit ediyorum ki çok yakın bir zamanda maddi veya manevi bir dirilişe geçer, zalimlerin ensesine iner ve dünya lanetine maruz bırakır.
Dünyanın demokrat sahteleri de aynı Beşerle beraber hak ettikleri yerlere gönderilir.
Çünkü zulüm hiçbir zaman yeryüzü üzerine karanlığını idame etmemiştir.
Sonuç olarak küfre dönüşür ve yok olup gidecek?
Ama pisipisine gidecek.
Lakin ölmeyen bu şehitlerin kanını, hiçbir zaman tarih unutmaz..

* * *

Allah demiş kulum doğru söyle.
Muhterem Başbakan Recep Tayyip Erdoğan her zaman dile getirmek istediği bazı gerçekleri ne çare ki, Suriye mezalimi paralelinde giden anayasal sistemimizin de baskısından kendini kurtaramıyor.
Büyük bir yüreklilik göstererek zaman zaman çok şeyleri dile getiriyor ise de fakat icraata gelince eli kolu bağlı durumda kalıyor.
Meclis çalışma stili bize göre hiç de iç açıcı değil.
Halkın beklentilerine cevap veremez durumda.
Suriye’nin bu hali pür melali kirli manzara, gerçekten Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan da, Dışişleri Bakanı da, tümüyle iktidarla bir bütün olarak bakarsak herkes çok rahatsız ve huzursuz..
Ama her nedense sabırla bekliyorlar.
Sabırla beklemeyi tercih ediyorlar.
O biraz düşündürücü.
İki gün önce Suriye’deki Konsoloslarımıza saldırı düzenleyen Esed’in yandaşları  haddini ve hadlerini aşarak Türk Bayrağını yaktılar.
Buna sessiz kalınmamalı..
Ama ne hikmetse her şeye rağmen bilinmeyen bir nedenle Türkiye ancak sloganlarla karşılık veriyor ve sloganlarla cevap vermeyi tercih ediyor.
Garip bir hal-i vaziyet!

* * *

Evet,
Başakan Sayın Erdoğan dünkü partisinin grup toplantısında muhalefete karşı özellikle BDP’lilere karşı çok sert sözlerle yüklendi.
Gerçekten Başbakan’ın bu konuşması biraz da olsa ülke insanının yüreklerine serin su serpti gibi oldu.
Bakınız, sevgili okurlar.
BDP, kendi kulvarında kendi ideolojisi paralelinde PKK’yı savunuyor.
Ve bu ideolojisini de inkâr etmiyor.
Milletin meclisi çatısı altında yemin ettikleri halde uzaktan yakından o yeminle alakaları yok.
Ama ya Cumhuriyet Halk Parti’nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu mudur, Silahdaroğlu mudur her ne ise onun hal ve tavırlarına ne dersiniz değerli okurlar.
Mecliste grubu bulunan bu her iki partinin bugüne kadar Suriye’deki Beşar Esed’in mezalimine karşı direten muhaliflere yönelik hiçbir tavır takınmadılar.
Ve takınmaya da niyetleri yoktur.
Adeta bıyık altından gülercesine solcu Marksist megalomanyak Beşar’ın politikasını benimsiyorlar.
Tavır ve hareketleriyle zaman zaman Beşar Esed’e zımni göndermeler yaparak “İşine devam et, biz senin yanındayız” dercesine.
Eğer demokrasiden, evrensel çağdaşlıktan, insanlıktan, insan haklarından zerre kadar bu her iki parti nasibini almış olsaydı, her şeyi bırakıp iktidarla el ele verip komşumuz olan Suriyeli muhaliflere sahip çıkmaları gerekiyordu.
Oysaki tam tersine babasının oğlu olan Beşar’a ümit veriyorlar.
“Sen orada yap, biz de burada yaparız” gibi tavır takınıyorlar.

* * *

Başbakan, BDP’ye verdi veriştirdi, daha ne yapsın.
Ama adamlar da kendi asaletini inkâr etmiyorlar.
Ve diyorlar ki, “biz buyuz, yolumuz da budur, elinizden ne gelirse yapın”
Ama devlet de kendi kendini demokratlıkla, hukukun üstünlüğüyle teselli ediyor ve kamuoyunu aldatıyor.
Zira inanan bir toplumun tarih boyunca inanmışlığın, tarihin, kültürün paralelinde ne yapmışsa ve nasıl zaferler elde etmişse, bugün Türkiye aynı o günlere muhtaçtır.
O büyük ecdadın mezardan başını kaldırıp batıla karşı susan pısırıklaşan ve gittikçe hainleri tanımazlıktan gelip şımartan anlayışların yüzüne tükürmekten kendini sakındırmamalıdır Türkiye.
Başbakan ne kadar çaba gösterip didiniyorsa da hep böyle laf kalabalığı içinde kalıyor.
Örneğin; dünkü grup konuşmasından bazı başlıkları sizinle paylaşmak istiyorum.
“KALSALAR NE OLUR, ÇEKİLSELER NE OLUR?”
Meclisten çekilmeyi tartışan BDP’li vekillere Başbakan Erdoğan, “Dağdan emir alıp, meclisten çekilmeyi düşünenler, kalsalar ne olur, çekilseler ne olur?” diyerek rest çekti.
Erdoğan’ın sert sözleri bununla sınırlı kalmadı.
Terörist cenazelerine katılan BDP’li vekiller Erdoğan’ı adeta çıldırttı.
BDP’yi korkaklıkla, asil duruş sergilememekle, yüreksizlikle, PKK vesayetinden çıkmamakla suçladı.
“Depremde yok, terörist cenazelerinde var”
Kan üzerlerine sıçrıyor, PKK’nın vesayetinden çıkın, kahramanlık öğrenin, cesaretiniz varsa.

* * *

Evet, sevgili okurlar.
Başbakan her ne kadar çok manalı açıklama yaptıysa da, fakat devletin politikası hep böyle süre gelmişse de bir arpa boyu kadar terörü önleyememişler.
Çünkü, terörü muhafaza eden, bağrına basan anlayış mevcut sistemin ta kendisidir.
Türkiye, kendini Kemalizm, Atatürkçülük, laikçilik gibi manasız kavramlardan sıyırmadıkça terörle mücadele başarısını elde edemez.
Önce devlet, kendine bir çekidüzen vererek CHP’nin tarihi altı ok rejiminden kurtulması gerekir.
Bu da mevcut anayasanın süratle değiştirilmesiyle gerçekleşebilir.
Aksi takdirde tarihi efsanevi Demirel’in “Bunlar hep lafı güzaf’tır” demesi gibi olaylar Başbakan’ın zaman zaman bu tür sert konuşmaları da “lafı güzaf”tan ibaret olur ve millet gittikçe hayal kırıklığına uğrar.
Anayasanın değiştirilmesi Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in statükoculuğuna bırakılmışsa bize göre o zatı muhteremin Adalet Bakanlığı esnasında Şemdinli olayları nasıl, neye dönüştürüldüyse anayasanın değişimi de o tür olaylara maruz kalabilir.
Yani gecikir veya hiç yapılmaz.
“Bul karayı, al parayı” misaline dönüşür.
Zaten kendisinin deyimiyle de anayasa değişimi sihirli değnek değildir, zaten Sayın Çiçek de bunu itiraf ediyor.
En derin saygılarımla.