"CİĞERİM, YANIYOR CİĞERİM" (!?)

Evet, sevgili okurlar.
Bugün sizinle yapacağımız sohbetin ana stratejisi ülkemizde, özellikle yöremizde yaşanmakta olan güncel terör olaylarıdır.
Gerçi bu olaylar yeni değildir.
Bu olaylar yaklaşık 35 yıldan beri bu yörede yaşana gelmektedir.
Ama zaman oluyor dozunu kaçırıyor, terör örgütü tırmanışa geçiyor, kendini vitrinde göstermek istiyor, sesini yalnız Türkiye kamuoyuna değil dünya kamuoyuna duyuruyor, böylece reklâmını yapıyor.
Zaman oluyor da biraz kabuğuna çekilmiş gibi gösteriyor ise de, o da oyunun, senaryonun ayrı bir versiyonudur.
PKK terör örgütü gerçekten oyun oynuyor ve başarılarını da kimse inkâr edemez(!).
Devlet politikamızın, bana göre bugüne dek PKK’ya karşı yapılan mücadelesi pek de sonuç vermemiştir ve bundan sonra da vereceğe de benzemez.
Sayın Başbakan Erdoğan her yaptığı konuşmada içtenlikle ifade etmek istediği duygusal konuşmalar, gerçekten ciddi bir devlet adamının duygularından ve samimiyetinden çıkan konuşmalardır.
Başbakan’ın her hususta olduğu gibi bu hususta da samimiyetine, mücadelesine inanmamak mümkün değil.

* * *

Gelen-giden hükümetlerin ve iktidarların hepsinden daha fazla bu Başbakan mücadelesinde başarılı olmasında grafik göstergeler ibresi yüksektedir.
Amma ve lakin tüm bunlara rağmen yapılan bunca mücadele, harcanan devlet bütçesi hepsini bir kenara bırakın, akıtılan kanlar, söndürülen nice ocaklar Türkiye’nin her gün verdiği şehit sayısı kamuoyunun dikkatinden de kaçmıyor ve kaçmaz da.
Yalnız görünen odur ki devletin mücadelesi, terör örgütünün saldırılarına karşı ilk görünümde cılız kalmaktadır.
Bu da neyin göstergesidir biliyor musunuz?
Bize göre bugüne kadar terör örgütüne karşı yapılan mücadeleler akim kalmanın başlıca sebeplerinden birisi devletin olaylara koymuş olduğu yanlış tespitten dolayıdır.
Devlet ve siyaset bu hususta "kimin eli kimin cebinde olduğuna", "kimin dost ve kimin düşman olduğuna" acımasız düşmanın nereden nasıl beslendiğini ve nereden kaynaklandığına dair bir türlü somut bir teşhis koymuş değil.
Koymadığı gibi çözemiyor da!
Sadıra(gönüle) şifa veren, insanları teselli edebilen bir sonuç, elde etmiş değil.
Ha bire Türkiye insanıyla, devletiyle maddi manevi kan kaybediyor.
Devletin ve politikanın gerek iktidar ve gerek muhalefet olsun, el ele verip ittifak halinde fikir birliğine varamadıkları gibi herkes siyasi çıkar hatta rant peşinde koşmuştur.
Hani derler ya; "hal-i alem ortada"!..

* * *

Evet,
Kamuoyunun dikkatinden de kaçmıyor.
Ama Sayın Başbakanın her platformda halkın ciddiyetine karşı samimiyetle ifade ettiği cümleleri gerçekten şayan-ı dikkattir; ama zaman zaman satırlar arasında kendini eleştiriden de kurtaramıyor.
Eleştirilerden kurtaramadığı gibi istemeye istemeye de Sayın Erdoğan’ın çelişkili ifadeleri de söz konusu olmaktadır.
Bu hususta da Başbakan’ı kesinlikle yadırgamıyoruz.
Zira taşıdığı yük çok ağır…
Göğüslediği sorumluluk çok büyük…
İşin içinden çıkamayınca da elbette ki bazı konuşmalar sınırını aşar.
İrticalen konuştuğu için bunca birikim ve teraküm eden cümleler içerisinde dozajı kaçırılmış cümleler olabilir.

* * *

Sevgili okurlar,
Sözü fazla uzatmadan sizinle Türkiye’nin bu husustaki önemli konularını konuşmak üzere üzere yola çıktık!
Sayın Başbakanımızın dünkü AK Parti İl Başkanları toplantısındaki konuşmasının "muhtevası" çok anlamlı idi..
Ve çok büyük ders çıkarmak gerekir; ama başta söylediğim gibi bu konuşma eleştiriden ve hatta çelişkilerden "arınmış" değil..
Örneğin;
"Kürt vatandaşlara sesleniyorum" diyen Başbakan, "mabetlerinizi bombalayan bu örgüte nasıl destek veriyorsunuz?" sorusuna cevap olarak biz buradan ufak bazı öneri mahiyetini taşıyan bir iki soru sormayı düşünüyoruz.
Ve diyoruz ki;
Evet, sevgili Başbakanım.
Her platformda PKK’yı öven ve PKK’yla dolaylı yollardan işbirliği içerisinde olan bir siyasi parti, sözüm ona demokratik insan temel hak ve özgürlüklerine bağlı bir anayasanın gölgesinde Meclis’e giriyor, yemin ediyor, himmet ve imdadını da terör örgütünden alıyor, geçimini de devletten temin ediyor?
Bu dünya hukuk literatüründe, tüm dünya kamuoyu nezdinde hangi ülkede böyle çelişkilerle dolu anayasa ve böyle hak tanımayan ve terör örgütünü öven partileri milletin meclisine taşıyıp, onlara azık ve maaş bağlayan ülke var mıdır?
Başbakan şu yukarıda sorduklarımızı şu ifadesi ile teyit etmektedir.
Başbakan diyor ki;
"Sadece terör örgütü değil, siyasi uzantıları da bu işten faydalanıyor, ciğerim yanıyor. Evine helal ekmek götürmek isteyen ayakkabı boyacısı bomba ile öldürülüyor"
El-Hak.

* * *

Evet, gerçekten bu hal çok acı bir hal.
Ama vergisiyle, memuruyla, siyasetiyle kurulup somutlaştırılan bir devletin varlığı hangi günedir acaba Sayın Başbakanım?
Bu millet asker veriyor, ama devlet askerini tam eğitmeden keskin nişancı teröristin karşısına dikiyor.
20 yaşındaki gencecik evlatları, 40 günlük bir eğitimden sonra cepheye gönderiyor.
Polis ne kadar görevine dikkat ediyor, görevden sindirmek için polis vuruluyor, öğretmen kaçırılıyor.
Sivil insanlar, terörün kör kurşunlarına hedef oluyor.
Bebeler ölüyor..
Sayın Başbakanım diyor ki; "Ciğerim yanıyor ciğerim" ve halka "bu cinayet örgütüne karşı oyunuzu vermeyin ve direnişe geçin"
Bir vatandaş olarak bize göre eleştirilmesi gereken ifadelerdir.
Çünkü,
Müslüman olan, insan olan herkesin ciğeri yanıyor bu olaylara karşı.
Vicdanı, izanı, imanı yerinde olan herkes bu şiddeti ve bu şiddetin arkasındakilerinin bu terörünü lanetliyor.
Herhalde bu terörü yağdıran arkasındaki insanlara elbette ki madalya vermiyor.
Ama halk tüm bunlara rağmen otoriteyi elinde bulunduranlardan da bunu sormaktan kendini alı koyamıyor.

* * *

Yasallaştırılmış bazı siyasi odaklar gücünü anayasadan, yasalardan alırken tüm bunları istismar ederek, kötüye kullananlara karşı toplum infial gösteremiyor!
Çünkü yarın başına ne geleceği düşüncesiyle korku içerisinde..
Başını kuma sokan deve kuşu gibi halk böyle pozisyonları yaşamak zorunda kalıyor.
Halkın sivil kesimleri, insanlara, öğretmene, bürokrata, polise, askere herhangi bir devletin koruma teminatı görünmüyor, görünse dahi silik görünüyor.
Oysaki emperyalist batı dünyasının Siyonist ve haçlı anlayışlarla dopdolu, birleşmiş milletlerin palavralarına karşı artık devletin sessiz kalmaması lazım.
Sayın Başbakanım, gerçekten Türkiye’yi bu hale getiren yanlışlar manzümesi, cumhuriyetin yanlış kuruluşundan kaynaklanıyor.
İyi bir sermaye, iyi bir tüccarın elinde olursa elbette ki, yaptığı alışverişi hep karla kapatır.
Çok güçlü bir sermaye dahi ehliyetsiz ve yanlış insanların elinde olsa, netice itibariyle iflasla kapanır.
Sizin 9 yıllık bir yönetiminiz gerçekten aşağı yukarı yüz yıllık sürec içerisinde gelen giden hükümetlerden daha başarılı, daha becerikli ve daha samimi olmakla beraber, önünüz tıkanıyor.
Önünüzü tıkatan da yanlış anlayışlar ve yanlış tercihlerdir.
Aslında bu cinayetleri işleyen;
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki yaşayan Müslüman ve inanmış Kürt halkı değildir.
Kürt halkını kendine paravan yapan, tıpkı Suriye ve Irak gibi ne idügü belli olmayan, sözüm ona alevi geçinen Rafızî, Bolşevik, sosyalist, inançsız ve Allahsız intikamcı bir kesimden geliyor.
Mühim olan dağlara, ormanlara, bomba yağdırmaktan daha fazla masrafsız, kavgasız ve savaşsız demokratik yöntemlerle böylece hain şeytanları teşhis edip bunlar suçüstü yapılıp yargının eline verilirse, fitne unsuru durumunda olan bu tür varlıkların önü kesilmiş olur.
Ki, Kürt halkı bilerek çocuklarını dağa göndermez; ama bugüne dek siyaset birçok gerçekleri bu halka götürememiştir ve bundan sonra da götürüleceğe de pek benzemiyor.
Özellikle vurgulamak istiyorum ki, bu coğrafyanın üzerinde oynamak isteyenler; yıllar önce, Suriye’nin de, Irak’ın da, Libya’nın da, Mısır’ın da, Tunus’un da üzerinde oynamış güçlerin uzantısıdır.
Bugün o ülkeler ne hale getirildiyse, Türkiye’de aynı pozisyona getirilmek isteniyor.

* * *

Ama inanıyorum ki, kıblesini düşünen, Kur’an’ına inanan, Peygamberini seven Güneydoğu Anadolu’daki Türklerle-Kürtlerle kıblesi bir olan düşüncesi varken, durup dururken evlatlarını dağa göndermezler.
Gönderen yok değil, vardır da neye hizmet ettiği şuurunda olmayan, farkında olmayan eğitimsiz ve sahipsiz, fakr-u zaruret içinde kıvranan kimselerdir.
Bunları bu hale sokan, insan suretindeki şeytan, münafık, sapık mezheplere bağlı insanların varlığıdır bu memlekette ve söz sahibidirler.
Cumhuriyet Halk Partisi, yıllardan beri altı okuyla beraber bir fitne unsuru olmakta kendini zaten hep ele veriyor.
Bugün başındaki kadro ve başını çeken lider durumundaki Kemal Kılıçdaroğlu!
Kendisi zaten ağzıyla itiraf ediyor, mezhepçilik yaparak diyor ki; "Ben aleviyim"
Bunu söyleyen Kılıçdaroğlu.
BDP’nin bünyesinde aynı mezhebe mensup, Kemal Kılıçdaroğlu’nun ilinden olanlar Diyarbakır’da, Van’da, Siirt’te Kürtlerin oyuyla seçilip Meclis’e girmesini sağlayan yine bana göre CHP’nin tertipli oyunlarıdır.
Halk CHP’yi çok iyi tanıdığı için, Güneydoğu coğrafyasına sokmuyor.
Bakınız, yıllar yılı PKK terör örgütüne avukatlık yapan Diyarbakır Barosu eski Başkanı Sezgin Tanrıkulu..
Eğer bugün CHP’nin Genel Başkan Yardımcılığına seçilmiş ise ve Diyarbakır’dan değil İstanbul’dan Milletvekili olarak seçilip gitmesi apayrı bir soru işaretidir.
Velhasıl, başınızı fazla ağrıtmadan özetleyerek şunu söylemek istiyorum;
Bu illetin ve bu şer güçlerinin önünü kesmeye ve üstesinden gelebilme başarısı artık bürokrasiyle, demokrasiyle, hukuk devletiyle kılı kırk edercesine değil, bu işi gizliden organize eden odakların üzerine gitmelisiniz.
Hükümet, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki birçok Sivil Toplum Kuruluşu adını taşıyan yanlış kanat önderleriyle hep danışıyorsa yanlış bir olay;
Çünkü devletin danıştıkları bu kanat önderlerinin birçoğu iş adamı olmakla beraber, gizliden gizliye PKK ile iç içe çalıştığından hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Bu tür insanlar hiçbir zaman hükümetle samimi olamazlar.
Bundan böyle tüm güncel olayları Başbakan başta olmak üzere tüm kamuoyuyla paylaşmaya devam edeceğiz ve gerçekleri söylemekten hiçbir zaman kaçınmayacağız.
Tarihi bilgileri ve yaşanmış olayları bir bir deşifre ederek, siz değerli okurlarımızla paylaşacağız.
En derin saygılarımla.