CUMHUR VE CUMHURİYET!

Evet, değerli dostlar!
Cumhuriyet döneminden günümüze dek olup bitenlerin hepsini bir bir burada sıralayamayız.
Ancak şunu diyebiliriz ki;
Cumhurun arkasında bulunmayan bir cumhuriyet neredeyse batmaya yüz tutmuş durumdadır.
Ahlaki çöküntülerle karşı karşıya kalan bir cumhuriyet dönemi, milletle artık el sıkışıp vedalaşmaya hazırlanıyor gibi görünüyor.
Günlük yazılı ve görsel medyanın gösterdiği manzara bu durumu alenice ifade etmektedir.
Ülkenin bu hali pür melali bunu gösteriyor.
Sistemin ölüm döşeğinde olduğunu her cihetiyle yıkım emareleri baş göstermektedir.
Tıpkı kanserolojik bir hastalık gibi...
Önce vücutta hastalığın gizli nesnelerini saklar, hastalık ilerledikçe ilerler önce baştaki saç tellerini bir bir döktürür, zayıflaştıkça vücut direncini yavaş yavaş kaybedince hastalık emareleri artık baş gösterir.
Vücudu dirençsiz bırakıncaya kadar devam eder ve ansızın bir gün kocaman bir gövdeyi cansız olarak yere serer.
Ülke çapında görünen emareler ve alamet-i farikalar bunu gösteriyor.
Zaten aslına bakarsanız, bugün değil sistem kuruluşunda kısa ömürlü bir sistem olacağını peşinen göstermiştir.
Milli mücadele sonucunda misak-ı milli hudutları içerisinde bırakılan bir Türkiye coğrafyası, cumhuriyetin kuruluşundan bugüne dek cumhuriyeti kuranlar tarafından vatanın öz be öz insanlarıyla kavgalı olarak başlamıştır.
Cumhuriyeti kuranlar milli mücadele saikasıyla o paralelde adım atmaları gerekirken tam tersine müstevli zorba emperyalist haçlı ve Siyonistlerin bırakıp gittiği yerden başlarcasına ülke yönetilmiştir.
Bu ülke insanı hayat boyu doğusuyla batısıyla, Türk’üyle Kürdü’yle bir türlü bu sistemle bağışıklık sağlayamamıştır..
Önce cumhuriyeti kurayım derken İngilizin diplomatik politikası altında yola çıkmışlar ve milli mücadele veren kahraman bir milletin evlatlarını bir bir sorgulamışlar.
Bunun bariz örneği de, Lozan zaferi değil, hezimetidir.
İngiliz mürahası Lord Gürzon ile Cumhuriyetin ikinci adamı durumundaki İsmet İnönü arasındaki "gizli" anlaşma..
Ulema kesimlerini yeşil tehlike diye takip altına almışlar.
Ülkenin birer manevi kurtarıcıları durumunda olan ulema kesimlerini idam sehpalarına çekmişler, tüm ülke çapında korku ve dehşet saçmışlardır.
1925’lerden 1950’li yıllara kadar cumhurun istemediklerini getirmişler ve bu nedenle milli mücadeledeki anlayış ve strateji hedefinden saptırılmıştır.
Böylece ülke kendini kan, kavga ve gözyaşlarından kurtaramamıştır.
Bunun en bariz kanıtlayıcı delili; Bediüzzaman Said-i Nursî hazretlerinin Tarihçe-i Hayatı’dır.
Ve tarih sayfasına yazılmış tarihi fişleme, hapis, zindan ve hayat boyu gözetim ve takip altına alınmasıdır?
Daha neleri sayabiliriz?
Dedik ya burada hepsini sıralamamız mümkün değildir.
9 Ocak 2011 Pazar tarihli Zaman gazetesinin Pazar ekinde Abdullah Kılıç’ın kaleme aldıkları tarihi Said-i Nursî’nin Yeşil Takip adlı sayfa bize her şeyi gösteriyor.
Bediüzzaman’ın adım adım izlendiğini gösteren raporlar bize göre cumhuriyetin yüz karasıdır.
Bu ülke insanının tümüne yapılan bir manevi suikasttır, düşmanca bir uygulama hareketidir.
Tabii gazetenin Pazar ekindeki gösterilen, yazılanın hepsini buraya taşıma imkânımız yoktur.
Ancak bazı başlık özetlerini kıssadan hisse olarak sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Bediüzzaman hazretlerinin hayatı boyunca asker ve polisin adım adım izlediği takibat altına almaları tümüyle yafta ve sahtecilikten ibaret olan raporları bugün artık gün ışığına çıkmıştır.
İnanın, Bediüzzaman hazretlerinin I. Dünya savaşı başlangıcında İngilizlerle yaptığı mücadeleye karşı İngilizler bile ona dokunmamışlardır.
İngiliz papazlarının şımarık sorularına karşı o günün meşıhat-i İslamiye’de bulunan Bediüzzaman onlara cevap vermeye tenezzül bile etmeden demiş ki:
"Sizin kasıtlı ve İslamiyet’i küçük düşürmeye yönelik sorularınıza ilmi cevap değil ancak yüzlerinize tükürükle cevap vereceğim.."
Bunları söyleyen Bediüzzaman hazretlerine İngilizler bile dokunamamışlardı.
Esaret hayatında General Nikolay’a karşı ayağa kalkmayan Bediüzzaman’a idam sehpasına kadar götürülürken bizatihi o general dahi kendisinden özür dilemiş, "sen düşüncenden haklısın, inandığın İslam dininin gereğini yerine getirmişsin, onun için sana karışamam" demiş.
Tüm bu tarihi gerçekler, kamuoyuna mal edilirken ve tarih sayfalarına yazılırken bizim sözde cumhuriyetçilerimiz haçlı anlayışların yapamadıklarını onlar yapmışlardır.
Yüce İslam dinine karşı besledikleri kin ve nefreti başta Bediüzzaman Said-i Nursî dahil olmak üzere tüm İslam odaklarına karşı devletin gücünü yürütmüşler ve böylece tarih boyunca ülkeyi adeta müstevli güçlerin namı hesabına adım atmışlardır.
Onun için kamuoyu olarak diyoruz ki;
Cumhurun arkasında bulunmayan bir cumhuriyet bir türlü kendini barışçıl bir zemine oturtamamıştır.
Ülke gittikçe yörüngesinden çıkıyor, ahlaki çöküntülere yüz tutmaktadır.
Günlük yazılı medyanın manşet ve sürmanşetlerine bakıldığı zaman çok büyük ibret levhalarıyla karşı karşıya kalınır.
Başta devletin en önemli kurumlarından birisi olan Yargıya bakıldığında son CMUK’un 102. maddesi gereğince yapılan bu tahliyeler ve bu tahliyelerin topluma gösterdikleri Yargıtayın hali perişanlığı ve Yargıtay başkanının çıkıp kamuoyu aydınlatayım derken karanlık sayfaları sermesi..
Hadise bir anda içinden çıkılmaz hal aldı.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin bünyesinde yıllar yılı yeşerip büyüyen Ergenekon karanlığı İslam’a ve inanca karşı beslenen kin ve nefret, gittikçe milletin inancına karşı gösterilen ve verilen mücadele inanılmaz bir haldı.
Ve ne yazık ki aynı milletin verdiği imkânlar vasıtasıyla bunları gerçekleştirmiştir.
Bugün ne vahim ki aynı kurumun bünyesinde bulunan Ergenekoncu generaller Saddam’ın generallerini geri planda bırakmışlardır.
Bakınız, sevgili okurlar.
Bu söylediklerimizi kanıtlamak üzere dünkü medyanın önemli bazı başlıklarını sizinle paylaşalım.
Dünkü tarihli Bugün gazetesinin manşetini okuyalım.
"RÜŞVET HAVUZU" başlıklı haber şöyle;
"İstanbul gümrüğünde rüşvet depremi yaşandı, en üstteki üç müdürün de aralarında olduğu 34 kişi gözaltına alındı, havuzda toplanan rüşvet paylaşılırken baskın yapıldı"
Bu haberin paralelinde size önemli bir iki başlık sunalım.
"VURGUNU BÖYLE YAPTILAR"
"Gümrüklerdeki rüşvet çarkının içinde yer alan görevlilerin ithal malların değerini çok düşük gösterdiği belirlendi.
Malların değerinin yüzde 1’i kadar kaydedilip firmaların büyük miktarda vergi kaçırdığı tespit edildi.
Böylece çok büyük haksız kazanç sağlayan firmaların gümrüklerde rüşvet dağıttığı anlaşıldı.
Gözaltına alınan gümrük muhafaza görevlilerinin ev ve işyerlerinde yapılan aramalarda yüklü miktarda para ele geçirildi"
Bugün gazetesinin ikinci manşeti ise kırmızı büyük puntolarla şöyle yazılmıştır;
"İKİ BİN HAKİM VE SAVCI KAMERAYA TAKILDI"
"Tahliye skandalıyla tartışmaların merkezine oturan yüksek yargının adaleti hızlandıracak adımlara da engel olduğu ortaya çıktı.
İki bin hakim ve savcının alınacağı dört sözlü sınavda kamera kullanılmadığı için iptal edilmişti"
Akit Gazetesinin Yargıtay başkanı Gerçeker’in boy fotoğrafıyla dünkü manşeti şöyle yazıyor;
"CEVAP VER YARGITAY"
"1- Zamanımız yok diyorsunuz; ama işiniz çok, zamanınız yok ise hem de mesai saatlerinde Ergenekon duruşmalarında ve Çalıştaylarında ne işiniz vardı?
2- Hakim sayımız az diyorsunuz; peki hakim ve savcı alımını son 4 yılda durduran Danıştay değil miydi?
3- Altıncı Daire’yi neden örnek almadılar? Yargıtay Ceza Dairesi zamanında karar verip tahliyeleri engellerken diğer daireler niye tedbir almadı?"
Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker bu sorulan sorulara bir türlü cevap veremiyor.
Dün tartışılan tahliyelerle ilgili açıklamalar yaptı ve hükümeti eleştiren sözler sarf etti.
Ancak Gerçeker, gerçeklere hiç değinmedi.
Zaman gazetesinin manşetine bakıldığında aynen şöyle yazıyor;
"YARGIYI HIZLANDIRACAK ADIMLARI DANIŞTAY ENGELLİYOR" diyen Adalet Bakanı Sadullah Ergin şöyle devam ediyor;
"Yüksek yargıda dosyaların yıllarca beklemesinin yol açtığı tahliyeler hakim ve savcı eksikliğini de gündeme getirdi.
Ancak bu konuda atılan her adım yine yüksek yargıdan döndü.
3365 kadro boş, niçin doldurmadınız?
Sorularını cevaplayan Ergin de karşılaştıkları engele dikkat çekti"
Evet, diyoruz ya sistem çökmeye yüz tutuyor.
Taraf gazetesi başyazarı Ahmet Altan bir önceki gün köşesinde şöyle bir başlık atmış;
"BİR CUMHURİYET BATARKEN"
"Bana sorarsanız, artık bu cumhuriyeti gömüp yerine yenisi yapmanın vakti geldi.
Cumhuriyetin kurduğu müesseselerin neredeyse tümü birden tel tel dökülüyor.
Sadece devlete çalışan görevliler korunmuş, halkın tümünü de potansiyel suçlu ve düşman olarak görmüş bir düzen 1923’te sopa zoruyla yürütüldü ama 2011’e geldik halk, bu ne biçim düzen kardeşim demeye başladı.
Zaten birinci cumhuriyet öylesine suyuna tirik bir anlayışla kurulmuş ki bu anlayışı bugün de devam ettirdiğinizde herkesin dikkatini çekecek skandalların patlamaması mümkün değil, bu cumhuriyetin yargısı ise tümden çökmüş vaziyette.
Kendini saklayamıyor, bilmem kaç cinayet sanığı Hizbullahçıların davasının on yılda sonuçlandıramamasının sonucunda hepsinin birden salıverilmesi domuz bağlarını, işkence videolarını hala hatırlayan toplumu sadece kızgınlıkla değil korkuyla da yerinden hoplattı"
Diyen Ahmet Altan’ın görüşleri Türkiye’nin gerçek yüzünü ortaya koymaktadır.
Ama biz bunu şimdi değil on yıldan beri bunların daha kapsamlı daha radikal bir biçimde cumhuriyet döneminin kirli ve karanlık yüzünü ortaya koymuş, yazmış, çizmişiz bugüne dek…
Ama ne çare ki gelen giden iktidarlar, hep kendi iktidarlarını sağlama almak için kendilerine yönelik yapılan Ergenekoncu darbeleri birinci plana almışlar.
Oysaki 1993’lü yıllardan 2000’li yıllara kadar Güneydoğu Anadolu’da özellikle Diyarbakır’da, Van’da, Batman’da, Şırnak’ta olup bitenler hem de devletin resmi üniformasıyla rüşvet, uyuşturucu, fuhuş, faili meçhul cinayetler ve daha neler neler?…
Bu millete adeta kan kusturulmuştur.
Ben bunu 25 Ocak 2005’te Büyük Millet Meclisi Araştırma Komisyonu’na sundum.
Dile getirdiğim Türkiye gerçeğinin bire bir olduğu halde.
İktidar yüreklilik gösterip görüşmeye bile almadı.
26 Ocak 2005’te Van Savcılığı’na verdiğim ifade paralelinde Van Ağır Ceza Mahkemesi üç askeri şahsiyete 39 yıl 10 ay 18 gün ceza verdiği halde meşhur asker güdümündü olan Yargıtay bunu evirdi çevirdi, kuşa dönüştürdü ve Mutkili Başçavuş Ali kaya serbest bırakıldı, daha neler neler…
Evlere şenlik, nazar değmesin sana ey Cumhuriyetim (!?)
Ama ne çare ki nazar değdi, cumhuriyetin kanserolojik bünyesi direncini kaybetmiş ve yıkılmaya, batmaya yüz tutmuştur.
Deneyimli yazar Ahmet Altan da aynısını kaleme almıştır.
En derin saygılarımla.