CUMHURBAŞKANININ DÜNYAYA SESLENİŞİ!?

Evet, sevgili okurlar.

İki gün önce Cumhurbaşkanımız muhterem Recep Tayyip Erdoğan malumunuz üzre, Amerika Birleşik Devletlerinde idi.. New York kentinde düzenlenen, 77. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu nedeniyle.. Erdoğan kurulda tarihi bir konuşma yaptı.. Huzurda bulunan dünya ülkelerine seslenişinden daha çok, insanlığa haykırdı.. Ve yer küresini, “yaşanan ve yaşatılan vahşetlere karşı” uyardı… Erdoğan, birçok dünya ülkesi liderinden daha çok konuşma zamanıyla, meramını anlattı. Ki gerek konuşmasının muhtevası ve gerekse kendisine tanınan konuşma süresiyle alakalı ayrıcalık, “bir dünya lideri” olduğu vasfını bir kez daha tescilleyerek ortaya koydu…

 ***

Peki, Cumhurbaşkanı Erdoğan kurulda ne konuştu?.. Özetle aktarmak gerekirse.. “Barış çabamıza destek verin” diye seslendi, Asım bebeğin cansız bedenini gösteren resmi kürsüden dünyaya gösterdi…  Yunanistan’ın Ege’de yaptığı insanlık dışı muameleyi bu fotoğraflarla, BM gündemine taşıdı. Ki Asım bebek geçtiğimiz hafta Yunanistan sahil güvenlik ekipleri tarafından botları batırılan mültecilerin içerisinde yer alıyordu.. 9 Aylık bir bebek.. Ve tabi ki 4 yaşındaki Abdulvahhabın da cansız bedeni.. Sahile vuran, Aylin bebeğin “kahredici” o karesiyle birlikte.. BM’ye “işte eseriniz” dercesine Erdoğan “Yunanistan Ege’yi mülteci mezarlığına çevirdi” diyerek, tepki koydu..

***

İşte bu haykırış ve tepki odaklı sesleniş, dünyada büyük yankı uyandırdı. En önemlisi de “insanlık ayıbı” karşısında, BM Kurulundaki dünya devletlerinin liderlerinin “yüzünü kızarttı, boyunlarını” eğdirdi..

***

Doğrusu, Erdoğan’ın BM karşısındaki “dik duruşu” ve dünya liderlerine karşı “sözlerini esirgememesi” gurur verici olduğu kadar, ülkenin tarihi geçmişine dair de; “ah ki ah” dedirtmedi değil.. Eğer ki Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek Erdoğan gibi başka bir devlet adamı olmuş olsaydı, Türkiye’nin ciddi bir devlet olma gerçeğini dünyaya haykıran olsaydı,  gerek yüz yıl önce ve gerekse bugün dünya ölçeğinde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yeri apayrı yerde olacaktı? Ama heyhat; ne yazık ki gelen gideni arattı…

 

***

Hatırlayalım; tek parti şeflik ve dipçik dönemini! Milli iradenin “devre dışı” bırakıldığı, “vesayetin hakim” olduğu çeyrek asır içerisinde uygulanan plan ve projelerin hiçbiri ne milli ve ne de yerli idi. Ve ne de Türk devleti ve Türk milleti adına; uygulandı?! Tam aksine, “devlete ve millete” rağmen dikte edildi.. Başta İngilizler olmak üzere tüm itilaf devletlerinin nam-ı hesabına, ülkenin ve milletin “temel değerlerine” karşı inkâr ve asimilasyonu dayattı…

***

Önce Hilafet-i İslamiye’yi ortadan kaldırdılar.. Sonra, Osmanlı’yı “hasta adam” diyerek, ırkçılık taassubuyla böldüler.. 23 Devletçik haline getirdiler… Osmanlı Devletinin son padişahı olan Sultan Abdülhamid’i “kızıl sultan” diyerek devirdiler.. Yani, Osmanlı’nın 5 milyon kilometre karelik toprak coğrafyası, “entrikalı” senaryolarla 780 bin kilometre kareye sığdırıldı.. Peki tüm bunları icra eden “hainler” kimdi? Ne hazin ki, o piyonlar içimize sızdırılan devşirmelerdi? İttihat Terakki ordusunun bünyesindeki önemli noktaları işgal eden paşalar ve generaller, subaylardı; “Osmanlıyı” yıkıp bölenler.. İttihat Terakki’nin bünyesinde kümelenen mason kafalardı… Türkiye adına değil emperyalist işgalci güçler adına çalışan hain şebekelerdi?!

***

Bugün dâhil o zihniyetin uzantıları, Türkiye Cumhuriyeti devletinin milletiyle beraber, Osmanlının yadigârları değil, Osmanlının bir parçası olmayıp, işgal altında kalan sıradan bir ülke gibi gösterildi. İşte bu hal-i durum,  batı dünyasını, Türkiye’ye karşı şımarttıkça şımarttı.. Kendi kirli kültürlerini, tarihlerini Türkiye’ye uygulatarak, enjeksiyon yaptılar…  Hele hele 1940’lardaki CHP’nin, yani İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı sırasındaki kabine üyelerinden Hasan Ali Yücel’lerin ve Fethi Okyarların varlığıyla, “millet benlik erozyonuna” uğratıldı…

Millet tümüyle batı anlayışı ile büyük bir ihanet çemberi altına alınarak, “illaki bu çizgide, bu yörüngede yürüyecek, eğitim ve öğretimle, tarihi ve medeniyeti, inancı batı endeksli olacak” denildi.. Bu dayatmaların başkahramanı da (!) İsmet İnönü’ydü…

***

Dile kolay, halkın iradesiyle iktidara gelen Demokrat Parti’yi alaşağı etti… Dönemin bazı subaylarını harekete geçirdi ve darbeler üstüne darbeler yaptırdı.. Attığı tohumlarla, Türkiye her 10 yılda bir darbelerle yüz yüze geldi… Gelen giden Başbakanlar, iktidar partileri veya koalisyonlar, o korku imparatorluğu içerisinde milleti yönetmeye çalıştılar.. Ama batı dünyasının cenderesi altında sıkışıp durdu Türkiye.

***

Lakin, 20 yıldan beri Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’la, atılan prangalar söküldü, zincirler kırıldı, cendereler kaldırıldı…Ve bugün Türkiye yepyeni bir yüzle, anlayışla, güçlü ve istikrarlı bir politikayla, Siyonizm’in, emperyalizmin, batının ve batılın karşısında “dik” duruyor.. Dünün el-pençe duran siyasi liderlerden olmadığını, Osmanlı ruhuyla “sözü geçerli”, rol alan değil, rol biçen bir Dünya lideri olarak, kendini konumlandırıyor.. Ki yıllardan beri Erdoğan devlet adamlığını konuşturarak, bu haykırışını yapıyor ve diyor ki;  “Dünya 5’ten büyüktür, Barış çabamıza destek verin…”

***

İşte Erdoğan bir kez daha ABD’nin New York kentinde ve Birleşmiş Milletlerin huzurunda, bu haykırışı yapıyor.. Peki, O kurulda Batı’dan ve ABD’den çıkan bir ses var mı?!.. Yok... Artık, kuzu kuzu dinlemek zorunda kalıyorlar.  Bu da, Türkiye’nin geldiği merhaleyi gösterdiği gibi, ülke ve millet için de büyük bir şereftir. Bir izzettir ve vakardır.  Hükmen ve manen, BM Genel Kuruluna, Osmanlı’nın yeniden dirilişe geçtiğini haykırmıştır… “Biz Osmanlının devamıyız, büyük Osmanlı İslam devletinin torun ve ahfatlarıyız.  Siz ne yaparsanız yapın, karşınızda daima dik duracağız..  Siz aldatmacalı tavrınızı değiştirin, müttefikseniz doğru dürüst müttefiklik yapın. Müttefik değilseniz açıkça biz müttefik değiliz, tarihi ezeli düşmanınızız deyin.”..

***

Ki zaten bunu kimse inkâr edemez, onlar da inkâr edemezler.  Erdoğan da bunların sessizliğine inanmıyor ve güvenmiyor.

Erdoğan tarafından yapılan bu güzel ve kahramanca davranış, elbette ki tarihi büyük bir başarıdır.  Bir kahramanlıktır.  Türkiye için yepyeni bir çağ değişimidir.. İnşallah böyle de devam edecektir.

***

Ne var ki, Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın dış siyaset ve diplomasisi bu minval üzere hedefini şaşırmadan devam ederken, içteki mevcut köhneleşmiş sistemin varlığı, olup bitenlere, çabalara gölge düşürüyor.  Keşke Cumhurbaşkanı BM Genel Kurulundaki bu kahramanca seslenişini, Türkiye’nin iç politikasına yönelik de sergilemiş olsun… Gördükleri tüm tarihi yanlışlıkların, antidemokratik hukuk dışı yasaların üzerine gitmiş olsaydı, mevcut darbeci anayasanın değiştirilmesine meyil verseydi.. Yepyeni bir Türkiye’nin kendi düşüncesi paralelinde oluşturulmasına yönelik çaba göstermiş olsaydı. O zaman, Türkiye tarihi Osmanlı’yı “küllerinden yeniden” şahlandırma şansını elde etmiş olacaktı?

***

 

Erdoğan, İslam dünyasının tek lideri durumuna girecekti ve diplomaside tarihi Osmanlının yeryüzüne yayılma kahramanlığı kendiliğinden gelmiş olurdu?  Kamuoyu bunu sabırla bekliyor, inanıyor ve diyor ki;

Erdoğan’ın bu BM’ne seslenişi Türkiye’nin yeni bir sistemin değişmesine yönelik bir sesleniştir.

Zira Türkiye’deki mevcut hal muhaldir.

Ya yeni hal, ya izmihlal…

Nitekim günlük yazılı medyada çarşaf çarşaf yayınlanan haberlere baktığımızda, hiç de iç açıcı bir hal içermiyor…

Her gün suç ve suçlu potansiyeli artıyor.

Sosyal medya haberleri acımasızca toplumun geldiği noktayı gösteriyor…

Gerek ekonomiksel hayat olsun, gerek toplumsal ahlaki çürümüşlükler olsun, gerek ardı arkası kesilmeyen aile cinayetleri olsun ve hele hele şu Milli Eğitim camiasındaki okula giden 19 milyon evlatlarımızın geleceğine yönelik olup bitenler; “karanlık bir tünel” misali.. Akıbet meçhul…

Kara kara düşündürüyor.. Zira okutulan ders müfredatları ve yüzde 99’u Müslüman olan bir milletin gençliğine yönelik verilen milli eğitim tedrisatının dini eğitimle ilgili herhangi bir ciddi ve aktif bir çabası görünmüyor. 

***

Devletin bünyesindeki bazı önemli kamu kurum ve kuruluşları günlük hayat akışları içerisinde topluma rahatlatıcı bir çalışma sistemi veremiyor.  Gerek bazı belediyeler olsun.  Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki bazı belediyeler.  Gerek bazı il ve ilçe parti teşkilatları olsun… Hele hele yargı camiasındaki bazı hâkimlerin önemli davalarda verdikleri yanlış ve çelişkili kararlar olsun… Bazı genç savcıların hazırladıkları iddianamelerin ne kadar tutarsız olduğunu, sanki görev yapmıyormuş gibi geciktirilen yargılama hali, açıklanması gereken davaların, iddianamelerin hazırlanmaması derinden derine düşündürüyor. 

İşte Cumhurbaşkanımızın, yukarıda bahse konu olan dünyaya seslenişinin yankıları ülkemizin içindeki bayatlamış bir sistemin tez elden değiştirilmesine yönelik de icraata dönüşmesi beklentisi var…

*  * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Dünkü Diyarbakır SÖZ Gazetesinin manşete taşıdığı aile dramlarından bir kesit haber…

Böyle bir halle yaşayan bir Türkiye, dışa yönelik diplomasi ne kadar başarılı olursa olsun, içteki günlük hayat içerisindeki vuku bulan facialar, bize göre Cumhurbaşkanımızın tüm bu iyi niyetli çabalarını anlamsızlaştırıyor…

Gölge düşürüyor…

SÖZ Gazetesinin manşete taşıdığı haberlerden biri…

“KAYIP YASEMİN’İ KOCASI ÖLDÜRMÜŞ!”

İki yıl önce yakınlarının kayıp ilanı verdiği 3 çocuk annesi Yasemin Demir, toprağa gömülü halde bulundu. Katil, kadının kocası Rüstem Demir çıktı.

Haber şöyle devam ediyor;

“KOCASI KAYIP İLANI VERMİŞTİ

Bismil ilçesinde 9 Aralık 2020’de kayıp olan 3 çocuk annesi Yasemin Demir için ailesi polise başvurarak ilan verdi. Kayıp kadın için cinayet şüphesi üzerine özel ekip kuruldu. Aile bireylerinin ifadeleri alındı, özel ekip kayıp Yasemin’in uyuşturucu madde ticareti yapmak suçundan cezaevine giren eşi Rüstem Demir’in bulunduğu Silivri Cezaevine giderek Avukat eşliğinde tekrar ifadesini aldı.

Görümcesi itiraf etti ceset ortaya çıktı.”

Haberin özeti böyle... Bu hain kocanın 3 çocuk annesini öldürmesi neticesinde Türk Ceza Kanununun vermiş olduğu ceza hapistir veyahut ağırlaştırılmış müebbettir, her ne ise onu bilemiyoruz, oraya girmek istemiyoruz.

Ama manzara çok kötü…

* * *

İkinci haber;

“ÇOCUKLARININ GÖZÜ ÖNÜNDE ÖLDÜRÜLDÜ”

“Mardin’in Dargeçit ilçesinde Pakistan Öner (32), Mahalle yolunda iki çocuğunun gözü önünde eşi Emin Öner (34) tarafından defalarca bıçaklanıp boğazı kesilerek öldürüldü.  Jandarma tarafından gözaltına alınan Emin Öner, tutuklanarak cezaevine gönderilirken, taziye evinde toplanan kadınlar yürüyüş yaparak cinayeti protesto etti.”

* * *

Üçüncü haber

“O doktorun cezası onandı”

Boşanma aşamasındaki avukat eşini iki çocuğunun gözü önünde 11 kurşunla öldüren Doktor Mesut Issı’ya eşini kasten öldürmek suçundan verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası Yargıtay’ca onandı.

* * *

Evet, değerli dostlar.

Şu kirli manzaralar, şu tefessuh edilmiş, yani çürümüş aile dramları.

Her gün yeni bir dram ekleniyor.

Ne yazık ki, suçu ve suçlulara saldıran, soruna köklü çözüm getiren, bir hukuk sistemi yok…

Dünya hukuk literatürüne göre yani gerçek insan temel hak ve özgürlüğünü koruyan bir hukuk sistemi Türkiye’de olmadığı için, her gün kadın cinayetleri başta olmak üzere diğer toplumsal çürümüşlük silsilesinin ardı arkası kesilmiyor.

Zira mevcut hukukun, verilen cezanın, işlenen suçun mislinden olması gerekirken, o ceza yok, neden yok?

Zira hükmen de olsa katili savunma şekli söz konusudur.

Maktul öldü gitti?

Kim kime, dum duma?

Oysaki yıllardan beri devam eden bu hal, Türkiye’mize, milletimize, inancımıza zerre kadar bir faydası yok.

Hep zarar veriyor.

Toplum huzursuz oluyor.

Suç ve suçlu unsurları çoğalıyor. 

Bizim, Cumhurbaşkanımızdan kamuoyu adına istirhamımız;

Bunları bir an evvel ortadan kaldırıp yepyeni bir hukuk sistemi getirilsin.. Ki yeni bir Türkiye’yle tanışma şansını yakalayabilelim…

En derin saygı ve sevgilerimle.