CUMHURİYET DÖNEMİ ve YALAN SÖYLEYEN TARİH?

Evet, sevgili okurlar.

Her zaman bu köşede sizinle ortaklaşa paylaşmak istediğim konulardan en önemlisi “Konuşan hakikat olsun” diyoruz.

Tabi ki “Yalan söyleyen tarih de kahrolsun!”

Neden mi diyoruz?

Şöyle ki;

Zira bugüne kadar görülen ve hiç inkâr edilemeyen orta yerde Türkiye kamuoyu nezdinde bir gerçek vardır o da cumhuriyet döneminden buyana okutulan ders kitapları ve bunların başını çeken de tarih kitapları.

Bu tarih kitaplarını okuduğunuz zaman inanın ki insan ürperiyor!

Duyguların ve değerlerin altını üstüne getiriyor!

Çünkü muhtevasında hiç gerçekle alakası olmayan, gayriciddî ve yalan dolanla dolu tezviratlar söz konusudur.

Zira geçmişi karalıyor, iftiralar atıyor.

Birer ders kitabı değil adeta birer roman kitapları olarak okullarda okutuluyor.

Gencecik beyinlere "zehir" mahiyetli sömürücü bilgiler enjekte ediliyor ve o beyinler bu paraleldeki eğitim ve öğretim kitaplarının etkisi altında kalıyor.

O yalan ve iftiralarla dolu çağdışı anlatımlar zorba bir anlayışla o gençliğe aşılanıyor.

Ve böyle olunca da gençlik kendini kaybediyor.

Evet, diyoruz ya keşke konuşan hakikat olsaydı.

Ama maalesef hiç de konuşan hakikat değil, kezibet ve rezalettir.

İttihat ve Terakki cemiyetinin bir uzantısı olarak altı oklu rejimin maalesef ilk yaptığı iş; maarifi Milli Eğitim camiasını kirli ve karanlık ideolojilerle, uydurma tarih kitaplarını okutmak olmuştur.

Ki bugün o sonuç itibariyle karşımıza çıkan koskocaman bir insanlık tablosu var.

O tablo Türkiye için her gün bir skandal olarak telakki edilebilir hadiseler icra ediyor.

Okutulan bu kitaplara büyük harflerle yazılan konuların başında Nutuk gelmektedir.

Kemalizm’den, Laisizme, Bolşevizm’e kadar birçok "izm'e" meşru "kimlik" kazandırmak için tarih sayfalarına en kirli yalanları doldurmuşlardır.

Özellikle Osmanlının son dönemini kötülemek ve o inançlı, imanlı padişahları hıyanetle anlatmak, birer hain olarak yâd etmek için enva-i iftira sıralanmaktadır.

İşte böylesine ders kitapları yüzündendir ki bu memleketin gençliği neleri yaşıyor ve nelerle meşgul?

Yorum siz değerli okurlarımıza aittir.

Amma;

Yine de biz burada, az da olsa fikrimizi beyan edelim.

Böylesine eğitilen bir gençlik kitlesi, yarınlarını nasıl "güvenlik" altına alabilecek?

Kim kimin yanında olacak?

Geçmişini bilmeyen, tanımayan bir gençlik sırtını nereye dayatabilir ve nasıl "yol haritası" çizebilir?

Bugünü

Hatta dünü hatırlarsak işte bu eğitim müfredatından yetişen "nesil" ve neslin büyüklerinin, durumu ortada.

Yanlış yamalak bilgiler edinip üniversitelerden diploma alanlar milletvekilleri olabilirler, hâkim olabilirler, savcı olabilirler, bakan olabilirler, her şey olabilirler, ama bize göre en önemlisi adam olma vasfını taşıyabilmesidir.

Bakınız;

Tarih kitaplarımızda Osmanlıyı kötüleyen anlayış, bilmelidir ki "kötü olarak" lanse etmeye çalıştığı Osmanlının son dönemi bile, dünyaya yani dosta-düşmana parmak ısırtmıştır.

Keşke, Cumhuriyet döneminde bile o günün idarecileri ve nesli yetiştirilebilinseydi.

Ama hey had ne çare ki; yok!

Bize göre kuzu postunu giyip kurt eylemlerini yapan insanlar tarihin gösterdiği gibi varlıklarının alçalış durumunda olduğunu kimse inkâr edemez.

Eğer benim gençliğim pirinç taneleriyle pirinç taşını birbirinden ayırt edemiyorsa, o ayıklanmak istenen küçücük taşlar ayıklanmadıysa o zaman kıyamet ondan kopar.

Ki öyledir.

* *  *

Bakınız, siyasi partilerden oluşan meclis üyeleri kaçta kaçı acaba güzel Türkçe konuşabiliyor, güzel inanca sahiptir?

Milli iradeyi temsil edenler bu halkın inancı paralelinde yürüyor mu acaba?

Bize göre bir hiç.

Tümü olmasa dahi ki olmaz da.

Zira meclisin içerisinde değerli okumuş insanlar da vardır; ama cehalet bir türlü bırakmıyor ki devlet bunları ayıklayabilsin.

Evet, yaklaşık bir yıl önce yani 2011’in bahar ayıydı.

MHP’nin konuşkan milletvekili, diksiyonu, edebiyatı mükemmel (!) hiç şaşırma yok (!), şöyle bir laf etti bu edebiyatçı kardeşimiz, Erdoğan’ın bir iddiasını çürütmek için.

Şöyle diyordu;

“Cenab-ı Allah bir hadisinde şöyle buyurdu”

Biz o zaman da yazdık, işte milletvekili olmak, bakan olmak, bürokrat olmak bir yana her şeyden evvel adam olma, okumuşluk ama ciddi okumuşluk, akla karayı birbirinden ayırt edebilmek.

Lakin;

Sayın Oktay Vural'dır bu ifadenin sahibi.

Düşünün Vural Ayet’in Allah’a, hadisin de Peygamber Efendimiz’ ait olduğunu dahi bilmiyor.

Biz buna itiraz ettik fakat cevap vermedi kendisi.

Bir de gelelim fasulyenin faydalarına(!)

Dünkü;

Gazetelere yansıyan haberlere göz atarken, "Sivil Şehitler" yasasından söz edildiğini gördüm.

Tabi bu esnada;

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sayın Fatma Şahin'in bir demecini okudum.

Demecinde;

Suikast sonucu öldürülen Yazar Hrant Dink'ten söz ederken; "Dink Şehit Sayılır" diyor.

Doğrusu;

Kelimenin ifade şekline hayli, tepkiliyim. Sanırım; kamuoyunda da aynı hassasiyet vardır.

Çünkü;

Her ne kadar "yasalar ve kanunlar" düzenlenirse düzenlensin.

Hrant Dink.

Belki kanun ve yasaların değişimiyle "şehitlik" haklarından yararlanabilinir.

Ama bilinsin ki;

Şehitlik mertebesi yalnız ve yalnız İslam'a inananlara aittir.

İnanmayan kimseleri "teşmil" etmez ve kapsamına almaz.

Hele hele;

Hrant Dink bir gayrimüslim olması nedeniyle, "Şehitlik vasfını" alamaz?

Burda ciddi manada bir "gaf' ve bilgisizlik, inanç cehaleti söz konusudur.

En derin saygılarımla.