CUMHURİYET DÖNEMİNDE OLUŞAN SUÇ ÖRGÜTLERİ ve BOLŞEVİK UNSURLAR!?

Evet, sevgili okurlar.

Nerdeyse yüz sene devrilmek üzere…

İttihat terakki cemiyetinden miras olarak kalan ve her gün Türkiye’yi biraz daha badirelere sürükleyen, zaman zaman işlenen ve işletilen katliamlar, günümüze kadar uzanan terör ve uyuşturucu olayları başta olmak üzere, rüşvet, yolsuzluk, suistimal, adam kayırma, ortalığa düşen ırz ve namus edepsizliği gibi daha neler neler..

Suçlar zinciri derken, bir toplumu yekvücut olarak tarihinden, kültüründen, dininden, inancından uzaklaştırmak için girişilen oyun ve kurulan tezgâh gerçekten bir bir hedefine ulaşmış durumda.

İnsan, günlük yazılı medyanın olsun veya görsel medyanın olsun haberlerine baktığında tüyler ürperten olaylarla karşı karşıya kalmak zorunda kalıyor.

Öylesine haberlerle karşılaşıyoruz ki, gerçekten “Bu işler daha nereye kadar gidecek?” sorusuna cevap aramak zorunda kalıyoruz.

Bunca insanlık dışı kepazelikler ve yüz kızartıcı suçlar, gerek devletin önemli bazı kurumlarının bünyesinde olsun, gerek halk arasında olsun, vahim düzeyde yaşanmaktadır.

Kirli oyunlara ve tezgâhlara zemin hazırlayan medyanın satılmış kalemşorları buna çanak tutmaktadır.

* * *

Örneğin; önceki günkü Diyarbakır Söz Gazetesinin sürmanşetinden verilen haber, tüm çıplaklığıyla söylediklerimizi bir bir onaylıyor demektir.

Düşünün, Sağlık Bakanlığı’na bağlı bir devlet kurumunda gelişen ve yapanın yanında kar kalan şöyle bir olay.

Haberin başlığı aynen şöyle;

“Dağkapı’daki Devlet Hastanesinde yaşananlar utanç verici”

“HASTANEDE KEPAZELİK”

Haberin devamı şöyle;

“Tutuklu mahkûmun tedavi gördüğü devlet hastanesine getirdiği kadın, tecavüze uğradığını iddia etti, mahkûm ise hastaneden firar etti.

Tarım Yarı Açık Cezaevi’nde hırsızlık suçundan tutuklu Ercan K, rahatsızlığı nedeniyle Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesi Dağkapı Kampüsü’ne sevk edilerek üroloji servisinde tedavi altına alındı. Ercan K’nın tedavisi sürerken, hastaneye gelen 19 yaşındaki bir kadın, hastanede bir mahkûm tarafından kendisine tecavüz edildiğini iddia etti”

* * *

Habertürk Gazetesinin manşetine bakıldığında, Türkiye’nin ne kadar utanç verici skandallarla dolu olduğunu ve bu sistemin daha ne zamana kadar devam edeceğini ve “Kocaman bir TBMM’nden oluşan parlamento, iktidarı olsun, muhalefeti olsun adeta sisteme ve mevcut anayasaya göz yumarcasına ve zımnen birer savunucusu olarak kendini olumsuzluklar töhmetinden kurtaramayan parlamento daha ne zamana kadar bu anayasa ayıbını taşıyacaktır?” diye sormak her vatandaşın hakkıdır.

Haberin başlığı şöyle;

“DAMAT KAÇTI, GELİN KAZANDI”

“Gelinin gençlik itirafları üzerine düğünden kaçan damat yandı, bir davadan 150 bin TL tazminat alan gelin, ikinci davayı açtı”

Haber şöyle devam ediyor;

“GRUP İTİRAFI

İstanbul’da yaşayan kadın öğretmen D.K. 2011’de işadamı A.A. ile nikâh kıydı. İki hafta sonraki düğünden önce gelin “Üniversitede grup seks yaptım” deyince işadamı düğün günü kaçtı”

Kaçışının sebebini anlatan damat şöyle diyor;

“Taşıyamazdım. Boşanma davası açan gelin, 150 bin TL tazminat kazandı, damat temyiz istedi, gelin bu kez 100 bin TL’lik yeni bir dava açtı.

Damat, şimdi “Bunu taşıyamazdım” diye kendini savunuyor”

“Nikâhtan sonra eşinin yıllar önce grup seks yaptığını öğrenen damat, düğüne iki gün kala ortadan kayboldu.

Mahkeme adamı 150 bin TL tazminat ödemeye mahkûm etti.

Adam, önceki yaşam tecrübelerini “belki elli yıl sürecek evlilik yaşamımızda taşıyamayacağımı düşündüm” diyerek temyize gitti”

Evet, haberin tümünü buraya almamız mümkün değil.

Tüyler ürperten kirli bir olay olduğu için, bu köşemi bu haberle kirletmeyi düşünmüyorum.

Sadece sistemin ne kadar menhiyat ve insanlık dışı olumsuzluklar varsa, bu anayasa ve bu sistem bunyesinde barınmakta olduğu aşikar..

Bunlara laik ve demokratik sistem adı altında meşruiyet kazandırmıştır ve hala da kazandırmaya devam etmekte olduğu da herkesin malumudur.

Acaba ne olacak, diye insanı gerçekten sorular zincirine sürüklüyor ise de maalesef cevap bulunamıyor.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten, olaylar çok düşündürücüdür.

Bu esnada Türkiye’nin iç yüzüne bakıldığında olup bitenler ve bu sistem; özellikle bu milleti, bu ülkeyi tüm varlık değerleriyle beraber yok etmek için haince hazırlanmış bir sistemdir.

Hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

Nitekim 20. yüzyılın İslam dünyasının yetiştirdiği büyük İslam âlimlerinden Bediüzzaman Said-i Nursî Hazretlerinin bu sistemle ne kadar mücadele ettiğini ve bu sistemin masonik sistem olduğunu, din düşmanlığı yaptığını, millet düşmanlığı yaptığını ve buna alet olan da CHP’nin altı oklu rejimin varlığı, bu olup bitenlerin birer kanıtıdır.

Bediüzzaman Hazretleri yüce bir İslam âlimi olarak tespitlerini Risale-i Nur adlı eserinde yazmış ve bunları yalnız Türkiye değil, dünya kamuoyuna sunmuştur.

Bu ülkenin bünyesinde oluşa gelen masonik kafaların ülkeyi Bolşevizm’e sürükleme gayesiyle devletin bünyesinde bulunan birçok kurum ve kuruluşların arasına nifak tohumlarını ekmiştir ve devlet görevlilerinin devletin bütünlüğünü, varlığını, milli birlik ve beraberliğini korumak yerine adeta birer fesat yuvaları durumuna getirilmek istenmiştir.

Bediüzzaman Hazretleri bu tespitlerini kamuoyuyla paylaşırken hep suçlanmış, sürgünlerde, nezaretlerde, münferit hapislerde inim inim inletilmiştir.

Bu nedenle “Şualar” adlı eserinin 14. Şuasında şöyle bir tespitini yazmıştır.

“Bir tek gayem vardır, o da mezara yaklaştığım bir zamanda İslam memleketi olan bu vatanda Bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyoruz, bu ses âlemi İslam’ın iman esaslarını zedeliyor, halkı bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor.

Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücadele ederek, gençleri ve Müslümanları imana davet ediyorum, bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum.

Bu mücadele ile inşallah Allah’ın huzuruna gitmek istiyorum.

Beni bu gayemden alıkoyanlar korkarım ki Bolşevikler olsun.

Bu iman düşmanlarına karşı mücahede açan dindar kuvvetlerle el ele vermek benim için mukaddes bir gayedir”

Bu paragrafı Üstat Bediüzzaman Hazretleri cezaevinde tutukluyken yazmıştır.

Gerçekten bu tespit dünyaya parmak ısırtan bir tespittir.

Ama ne çare ki, TBMM, milletin oylarıyla oraya girip milleti temsil edenler adeta millete rağmen bu sisteme çekidüzen veremiyor.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Dünkü Bugün Gazetesinin manşeti de anlattıklarımın bir nevi kanıtlayıcı delilidir, dosta düşmana ibret olsun diye buraya alıyoruz.

 “JİTEM’İN SIRRI” başlığı altında haber şöyle devam ediyor.

“İşte Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın JİTEM tespiti; ‘Anayasal bir kuruluş değil, hukuk devletini ortadan kaldırmaya yönelik bir suç örgütüdür’

Terörle mücadele kanunu gereği JİTEM dosyasını Diyarbakır Başsavcı Vekilliğine devreden Ankara Başsavcılığının soruşturması TCK’nın 146/1 kapsamında yürüttüğü anlaşıldı.

JİTEM’i ‘anayasal düzeni ortadan kaldırmaya yönelik faaliyetler’ kapsamına aldığı belirlendi. 

JİTEM’in anayasal bir kuruluş olmadığına karar verdi, hukuk devleti ilkesini ortadan kaldırmaya yönelik bir suç örgütü tanımı yaptı.

JİTEM üyelerini anayasal düzeni yıkmaya çalışmaktan ağırlaştırılmış müebbet hapis kapsamında soruşturduğu tespit edildi”

JİTEM, sözde terörle mücadele eden resmi bir kurum olarak hep kendini yükseltmiş ise de İçişleri Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı onayı dışında kendine pay biçmiştir ve kendini hep böyle sözde kahraman gösteren kirli bir kuruluş... 1988’den 2005’e kadar özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde çok kirli işler yapmıştır.

Buna rağmen başta Diyarbakır Söz Gazetesi ve Söz TV ailesi olarak bizler bunu hep böyle deşifre etmeye çalıştık.

Maalesef, kocaman devletin bir hukuk kurumundan ibaret olan o günün Diyarbakır DGM Cumhuriyet Başsavcılığı, JİTEM elemanlarıyla işbirliği yaparak görevini kötüye kullanmış, olayları tersyüz olarak göstermiş ve nice ocakları söndürmüştür.

Bundan daha beteri ise, aynı o gün işbaşında olan DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakar’ı Adalet Bakanlığı deyim yerindeyse koruma altına almıştır.

Onların suçladıkları birçok vatandaşın beraatına karar veren o günün DGM Hâkimleri ve Savcıları HSYK tarafından yer değiştirme cezasıyla karşı karşıya bırakılmış.

DGM’nin ortadan kaldırılmasına rağmen Cumhuriyet Başsavcılık görevini üstlenen bazı Başsavcılar da adeta meslektaşlık taassubuyla hiçbir şikâyetimizi, dilekçelerimizi kale almamışlardır.

Bunun kanıtlayıcı delili de 4 klasörden ibaret olan T.C Cumhuriyet Başsavcılığı Hazırlık Bürosu 2006/19198 hazırlık dosyasıdır.

İşte anlattığımız gibi, Türkiye’yi milletiyle, devletiyle, vatanıyla kirleten masonik Bolşevik kafalar, maalesef devletin önemli kurum ve kuruluşlarını da yolsuzluk ve usulsüzlük şaibesinden kurtaramamıştır.

* * *

Dünkü Akit Gazetesinin “Adli Tıp’ta Skandal” başlıklı manşeti, kamuoyunda yeniden “Türkiye’de neler oluyor?” sorusunu ortaya koymuştur.

Haberin devamı şöyle;

“Eruygur için de muğlak bir rapor hazırlandı.

Özal’a ilişkin zehir var, zehirlenme yok” raporlarıyla kafaları karıştıran Adli Tıp kurumu ETÖ sanığı Eruygur ile ilgili olarak da kafa karıştıran bir rapor hazırladı.

Raporda “Eruygur’un akıl sorunu var” denildi.

Ancak sorunun cezai ehliyetini etkileyip etkilemeyeceği açıklanmadı.

Adli Tıp’ın raporuna şerh koyan Prof. Dr. Şakir Özen ise “Şahıs bellek yetersizliğini ciddi göstermeye çalışıyor” dedi”

Evet, manzara bu.

Türkiye nerelere gidiyor, sorusundan kamuoyu kendini alıkoyamıyor.

En derin saygılarımla.