CUMHURİYET VE SİYASET! (2)

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği gibi çağdaş, medeni (!) bir dünyadaki, özellikle Türkiye’de uygulanmakta olan “cumhuriyet” ile “siyaset” kavramı yanlış uygulanmaktadır.

Neden mi?

Zira anılan bu her iki kavram da dünkü yazımda da belirttiğim gibi; milli iradeyi temsil etme manasını taşımakla lafız ve mana itibarıyla çok değerli iki kavramdır.

Şerefli ve izzetli yönetim şekilleridir.

Ama heyhat diyoruz, ne çare ki bu her iki kavram ülkemizde olduğu gibi dünyada da tersyüz edilerek yörüngesinden çıkarılmıştır.

Başka yönlere saptırılmıştır.

Onun için de topluma hiçbir müspet hayatiyet ve huzur getirmemiştir.

Bu nedenle her iki kavramın uygulamasında beklenen hedefi toplumlar bir türlü yakalayamamıştır.

Ve yakalayamıyorlar.

Günlük hayat akışlarını tanzim edemiyor, yarar yerine zarar, sulh yerine fesat ve fitne üretiyor.

Onun için de Türkiye’miz boşta olmak üzere dünya ülkelerinde kavga var, terör var, gözyaşları var, ölüm var, öldürmeler var.

Cinayet, rüşvet, adam kayırma, usulsüzlük ve yolsuzluklar var.

Derler ya enva-i “ahlaksızlık” diz boyu diye!

Hepsi var, ama ne hazindir ki hiçbirine karşılık caydırıcı bir cezai müeyyide yok.

Yasalar hemen hemen tümüyle caydırıcılığını yitirmiş, uyuşturucu, fuhuş, rüşvet başını almış gidiyor. 

***

Siyaset arenasında toplumun hangi kesimiyle konuşursan konuş, eminim ki herkes diyecektir ki; “Hayır hiç de bu uygulamalardan memnun değiliz”

Zira orta yerde görünen odur ki, toplumda ahlaki çöküntü gırtlağa dayanmış vaziyette.

Siyasal, toplumsal, kültürel, ekonomiksel, her ne ise toplumun 24 saatlik yaşantısında nereye bakılırsa bakılsın, bir türlü huzur ve mutluluk görünmüyor.

Birileri çıkıyor, toplumu adeta “figüre malzemesi” olarak kullanıyor ve her tarafı bir an tarumar edebiliyor.

İnsanların günlük çalışma hayatlarına engel oluyor ve çalışma özgürlüğünü elinden alıyor.

Demek ki siyaset ve kurtarıcı cumhuriyetimizin (!) uygulamalarında bir sıkıntı var.

* * *

Üstat Bediüzzaman Hazretleri “Tuluat” isimli eserinde olup-biteni vurgulayarak şöyle diyor;

“Günümüzdeki siyaset maalesef annesi ve babası belirsiz bir çocuğa benziyor”

El hak.

Yani tek kelimeyle sokağa atılmış bir çocuk.

Birileri bulup, çocuk esirgeme kurumuna veriyor ve orada artık hangi kültürle, hangi ahlakla yetişiyor ise büyüdükten sonra kendini “o ahlakla” icra ediyor.

Tıpkı günümüzdeki siyaset ve cumhuriyetin uygulaması keyfiyete dayalı belirsizlikler içerisinde gerçekleştirildiği için yarar yerine topluma hep zarar vermektedir.

***

Bakınız Yüce İslam Peygamberi Efendimiz Hazreti Muhammed(s.a.v), şöyle buyuruyor;

“Kesinlikle kıyamet gününde Allah nezdinde ve Allah’a en yakın duran kimseler milletlerini adaletle yöneten adil yöneticilerdir ve devlet büyükleridir”

Keza Allah’ın en kızdığı, kıyamet gününde buğz ve nefretle baktığı kişiler de, zalim adaletsiz antidemokratik otoritelerdir ve o otoriteleri elinde tutan ideolojilerdir ve sahipleridir.

Bu hadis günümüzde uygulanmakta olan siyasetin ve cumhuriyetin adresini göstermektedir.

Dünyada şöhret kazanan, bilinen güzel ahlaklı insanlar ve güvenilir rejimler ve otoriteleri elinde tutan insanların halkına karşı mütevazı, gönül alçaklığıyla görünmesi gerekirken, tam tersine tahakküm, büyüklenmekle görünmektedirler.

* * *

Nitekim;

Yüzyıldan beri uygulanmakta olan CHP’nin altı oklu rejimi İslam dinine, milli inanç ve düşünceye bakış şekli her şeyi bize anlatmaktadır.

Yine Üstat Bediüzzaman Hazretleri şöyle buyuruyor;

“Bak, otoritelerin kötülükleri “ararat” dağı kadar bize zulüm ve tahkir eden emperyalist ecnebileriyle yıllar yılı el sıkıştırarak batılaşma anlayışıyla dost olan anlayışlar, her nedense “süphan” dağı kadar büyük ve yüce olan İslamiyet’in izzet ve şerefine çalışan samimi Müslümanları ne hazindir ki, çok acib bahanelerle en fena bir biçimde alçaltarak değersiz bir hale sokmaktadırlar.

Kötü gözle baktıkları ulema kesimlerini ve memleketin en kaliteli insanlarını düşman göstererek, milletin gözünden düşürmüşler. Cumhuriyet tarihi boyunca hapisler, zindanlar, sürgünler, kelepçeler, dipçik ve şeflik döneminin mezalimini onlara tattırmıştır.

Hem diğer bir usulle Avrupa’nın (Batı dünyasının) topluma yararlı olan teknolojisini, bilimini almak yerine batı dünyasının ne kadar gayri ahlaki kötülükleri varsa bu milletin ruhi derinliklerine enjekte etmeye çalışmışlar.

Cemaat ruhunu, birlik ve beraberlik bağını maalesef çözmüşler ve memleket böylece her alanda ama her alanda birlikteliğini, kardeşliğini, bütünlüğünü yitirmiş durumda.

Bırakın kardeşliği, ülkenin coğrafya bütünlüğünü dahi bu rejimin yanlış uygulamalarıyla bölünme tehlikesiyle karşı karşıya getirmişlerdir.

***

Bu nedenle diyoruz ki;

Gerçekten cumhuriyet ve siyaset işleyiş itibariyle yörüngesinden çıkarılmış, tümüyle adeta deyim yerindeyse birer fesat unsuru durumuna sokulmak istenilmiş ve millete koruyucu elbise olarak giydirilmeye çalışılmış.

Bu itibarla toplumun her kesimine bireyinden tut ailelerine kadar, batısından tut Doğu ve Güneydoğusuna kadar, başta söylediğim gibi ülke; bütünüyle tahribata uğratılmış yeni fitne ve fesat unsurlarıyla karşı karşıyadır.

* * *

Bu minvalde;

Yüce Kuran’ımızın “Rum” suresinin 41. ayeti ile “Maide” suresinin 33. ayetinin yüce mealini sizinle paylaşmak istiyorum.

“Rum” suresinin 41. ayetinin yüce meali aynen şöyledir;

“İnsanların elleriyle işlediklerinden dolayı karada ve denizde bozgunculuk belirdi ki yaptıklarının bir kısmını Allah onlara tattırsın, belki dönerler diye”

Şu halde fesat, başıboşluk durduk yerde belirmez, kendiliğinden ortaya çıkmaz ve tesadüfen meydana gelmez.

Burada da Allah’ın tedbiri vardır ki yaptıklarının bir kısmını Allah onlara tattırsın.

Yaptıkları kötülüğün ve bozgunculuğun ateşiyle yansınlar ve başlarına gelenlerden acı duysunlar, “belki dönerler diye”

Bozgunculuğa karşı çıkarlar, Allah’a dönerler diye bir nevi uyarmaktadır.

***

“Maide” suresinin 33. ayetinin yüce meali de aynen şöyledir;

“Allah ve peygamberleriyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculukla uğraşanların cezası öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir zillettir, hak ettikleri suçlardan dolayı bir ihanettir, ahirette ise onlar için büyük azap vardır”

İşte Allah’ın getirmiş olduğu İslam hukuku ile hüküm eden bir idareciye karşı savaşan şu insanlar gerek Müslüman olsun, gerekse müttefiklerden olsun, sadece idareciye karşı savaşmıyorlar.

Aynı zamanda ilahi hükümler üzerine yaşamını sürdüren Darü’l İslam ahalisine de saldırıyorlar, hatta sadece o insanlara değil, Allah ve resulünün hükümlerine karşı da muharebe ediyorlar.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Bilindiği gibi mevcut sistem; cumhuriyet ve siyaset sistemidir.

Bu sistemin mana değeri meziyettir, rahmettir, şefkattir ve adaletle milli iradeyi yönetmektir.

Ama tam tersine suçlu korunuyor, suçsuz masum insanlar cezalandırılıyor ve hep suçlanıyor, fişleniyor, iftiralara maruz kalıyor, nice ocaklar söndürülüyor.

Demek ki, uygulama yanlıştır ve yasama yeri olan TBMM halkına karşı kurtarıcı bir görev yapamaz durumdadır.

Eğer yasama erkinin çarkı “şura”ya dayalı yani danışma hükümlerine dayalı gerçekleştirilmiş olsaydı, bu millet bugün kanla, katille, cinayetle boğuşmazdı.

Bu arada diyelim ki, eğer suç varsa ki vardır, insanlarımızdan daha fazla, bireylerinden daha fazla, ideolojilerden daha fazla, bunları uygulayanlara yöneltmek gerekir ve meclisi işgal edenlere nispet yapmak gerekir.

Yani ne gerekiyorsa yasama erkinde aramak lazım, bu da bir bütündür.

İktidarı ilgilendirdiği gibi, keza muhalefeti de ilgilendirmektedir.

Zira ittifaksızlık var, ihtilaf var, siyasi anlaşmazlık vardır.

İşte hep ifade ediyoruz; siyasetin ve gerçek cumhuriyetin ruhunu zedeleyen bu kötü uygulamalar ne zaman sonlandırılacak?

Doğrusu merak ediyoruz.

Hayırlı cumalar.

En derin sevgi ve saygılarımla.