ÇÜRÜMÜŞ SİSTEMLE DEMOKRASİ OLAMAZ?!!

Evet, sevgili okurlar.

Her zaman olduğu gibi ülkede yaşanmakta olan sorunlar, problemler, çözülemeyen formülsüz denklemlerin varlığını bu köşede sizinle hep paylaşmak istiyoruz.

Zira dert yaşayan aynı, derman arayan da aynı.

Yani toplumsal milli birlik beraberlik çerçevesinde kurtuluşa çare arayan bir toplum yekvücut olarak aynı sorunları yaşamaktadır.

Aramak istediği kurtuluş çaresi de yine aynı toplumun insanları.

Dünkü yazılı ve görsel medyanın gündemine düşen önemli konulardan birkaçınının başlıklarını burda sizinle paylaşmak istiyorum.

Dünkü Zaman Gazetesinde manşet olarak şunu okuduk;

“ÖZEL YETKİLİ GİTTİ BÖLGESEL AĞIR CEZA MAHKEMELERİ GELDİ”

Yeni Akit Gazetesinin sürmanşeti ise şöyle;

“ASKERİ OKULLAR AYRI BİR CUMHURİYET”

Tv ekranlarına haber olarak düşen;

“O TETİKÇİ TUTUKLANDI”

“16 YILLIK SIRRI ÇÖZECEK İFADE”

Bugün Gazetesinin manşetinde de;

“250 BİN İŞÇİYE PAZARLIK ŞOKU”

Aynı gazetenin sürmanşetinde ise;

“DARBE VE TERÖR DIŞINDA TÜM SUÇLARA İZİN ŞARTI”

Yeni Şafak’ın sürmanşeti ise “SAÇAN’A İŞKENCEYİ SORACAKLAR?”

Adalet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in dünkü basına açıkladığı çarpıcı bir olay;

“1995’te Konya Selçuklu Üniversitesi’nde öğretim üyesiyken dönemin İl Valisi tarafından odama bomba konuldu” diyor!

* * *

İşte bakınız, sevgili okurlar.

Titizlikle üzerinde durmak istediğim olay şu;

Kokuşmuş, çürümüş, taaffün edilmiş bir sistemle bu ülke nereye gidiyor? diye düşünmemek, kendi kendimize sormamak elde değil.

Bu köşede her zaman ifade etmek istediğim önemli konulardan birisi, CHP’nin altı oklu rejiminin yarattığı sorunlar ve bu sorunların getirdiği kamunun işlenmez hali nedeniyle bu ülke nasıl demokratik açılımdan bahseder?

Nasıl hukukun üstünlüğünden dem vurur?

İnsan temel hak ve özgürlüklerini kimler ve nerede arayıp bulabilir?

Düşünce özgürlüğü, inanç özgürlüğü ve hepsinin başını çeken dürüstlük, ne ile sağlanabilir?

Tüm bu sorular zinciri silsilesine karşı verilen tek cevap kocaman büyük harfle yazarsak “HİÇ” diyebiliriz.

***

Bakınız.

Bugünkü devletin kilit noktasında bulunan bir Başbakan!..

Recep Tayyip Erdoğan.

Barış için, kardeşlik için, masum insanların kanının dökülmemesi için gecesini gündüzüne katarak, üstün seviyede tüm samimiyetiyle mücadele vererek, büyük azimle çalışıyor.

Fakat bünyesinde suyu taşıyamayan altından su kaçıran çok delikli bir havuz misali, hangi deliği kapatırsan öbür taraftan suyu yine sızdırır ve taşıyamaz duruma gelir.

Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar süregelen olumsuzlukların ortadan kaldırılması var olan hiçbir yasayla, hiçbir kanunla, hiçbir hukuk sistemiyle mümkün değil.

Ve sorunlar önlenemez durumda.

Hani diyorlar ya “Atı alan Üsküdar’ı çoktan geçti”

CHP’nin kokuşmuşluğuyla hangi iktidar gelirse gelsin, CHP’nin altı oklu rejimi yürürlükte olduğu sürece devletin yapısına adil bir sistemin getirilmesi mümkün olmayacağı gibi dikiş de tutturulamaz.

***

Bakınız, dünkü Yeni Şafak Gazetesinin sürmanşeti bize neleri hatırlatıyor;

“SAÇAN’A İŞKENCEYİ SORACAKLAR”

Yani kim soracak?

Elbette ki TBMM 28 Şubat sürecini aydınlatmak için kurulan araştırma komisyonu soracak.

TBMM Darbeleri Araştırma komisyonu 28 Şubat sürecinde İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü olan Serdar Saçan’ın ifadesine başvuracak.

Komisyon üyeleri, Saçan’a yaptığı işkenceleri soracak.

Öbür taraftan Komisyon, dönemin ANAP Lideri eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz’ı çağırmış; “Ancak yazılı olarak ifade verebiliyorum” diyen Mesut Yılmaz’a red cevabı gitmiş.

***

TBMM bir önceki gece AK Partinin verdiği önergeye göre terör örgütleri ve darbecilerle mücadelede etkin rol oynayan ÖYM yerine Ağır Ceza Mahkemeleri kurulacak.

Ancak Ergenekon, Balyoz ve KCK gibi davalara ÖYM’ler bakmaya devam edecek.

Savcılar silahlı terör suçları ile anayasal düzene ve hükümete karşı işlenen suçlar için izin almadan soruşturma açabilecekler.

Anlaşılan odur ki üçüncü yargı paketi Meclis Genel Kurulunda görüşülürken AK Partinin ÖYM’lerin kaldırılması için verdiği önerge bu meyandadır.

Üzerinde durulması gereken olay şu olmalıdır;

Denilebilir ki “Bu millet bu yargının tarihi DGM’sini de gördü, savcıları ve başsavcıları da gördü, ÖYM’leri de gördü, ağır ceza mahkemelerini de gördü, başsavcılık ve savcılıkların yetkilerini de gördü ve hala da görmeye devam ediyor.

Tüm bu aktif çabalara rağmen gerek terör suçları olsun, gerek 28 Şubat gibi darbelere dayalı suçlar olsun, gerek işkence suçları olsun, gerek yolsuzluk ve rüşvetin ortadan kaldırılması olsun, uyuşturucu ve dolandırıcılık gibi suçlar olsun…

Bütün suçlar silsilesi karşısında her zaman çalışmakta olan bu yargı sistemi, suç potansiyelini önlemek için ne gibi bir caydırıcılık unsuru olabilmiştir?

Ve bundan sonra ne olabilir?

Gittikçe çoğalan suç ve suçlu potansiyeli ortada…

Yani artık kamuoyu diyor ki, biz bu yargının Özel Yetkilisini de gördük, özel olmayanını da gördük.

Ama hiçbir zaman bu sistemle, bu tabu ile herhangi bir sadra şifa olmamıştır.

Hiçbir dönemde gönül refahlığı içerisinde uygulanmakta olan yargı kararlarına karşı tümüyle olmasa da çoğunlukla yanlış ve keyfi kararlar karşısında toplum güveni sarsılmıştır.

Bu son çıkan üçüncü yargı paketi dâhil olmak üzere yargı paketi içinde neler var?

Henüz tümüyle basına açıklanmamıştır.

Acaba gerçek manada bir yargı reformu söz konusu mudur?

Eğer böyle bir şey söz konusuysa, bazı savcıların, nice masum insanlar hakkında dayanaksız iddianameler hazırlayarak, suçsuz vatandaşları potansiyel suçlu olarak gösterme keyfine bir engel veyahut bir müeyyidenin getirilmesi bu yargı paketinde yer almış mı?

Tümüyle olmasa bile nice bildik hâkimlerin, bazı yargıçların keyfi veya ideolojik tutumları nedeniyle verdikleri karardan dolayı birçok suçsuz insan mağdur olmuştur.

Bunu bu ülkede bilmeyen yok.

Sağır sultan dahi bunu duymuştur.

Bu yargı paketi içerisinde bu keyfiliğe dayalı tutarsız ve çelişkili karar verenlere karşı herhangi bir önlem alınmış mıdır?

İnanıyoruz ki karşımıza kocaman bir “HİÇ” ifadesi çıkacaktır.

* * *

Evet.

“16 yıllık sırrı çözecek ifade”

Dünkü görsel medyada hemen hemen birinci haber olarak yayınlandı.

“Musa Anter cinayeti nedeniyle yakalanan Hamit Yıldırımın ifadesi, Güçlükonak katliamı dosyası için 16 yıl sonra aydınlanma umudu olacak.

Tanıklara göre Yıldırım katliam günü 4 JİTEM’ci ile bölgedeydi.

Musa Anter cinayetinin tetikçisi olduğu iddiasıyla cinayet soruşturmasının zaman aşımına girmesine kısa bir süre kala yakalanan Hamit Yıldırımın ifadeleri, Güçlükonak katliamını da aydınlatabilecek.

Tanıklara göre Yıldırım katliamın yapıldığı gün, bölgede bulunan 4 JİTEM elemanı arasında yer alıyordu.

4 JİTEM’ciden 2’sinin öldüğü, hayatta bulunan birisinin bulunamadığı için Yıldırımın vereceği ifadeler büyük önem taşıyor.

Güçlükonak katliamı olarak bilinen olay, PKK’nın ikinci kez ateşkes ilan ettiği 1996 yılının Ocak ayında meydana geldi. İddiaya göre devletin, PKK’nın yaptığını açıkladığı bir katliam!.”

Peki, gerçekten 16 yıllık sırrı çözmek için devletin ve istihbarat birimlerinin arayıp, bulabildiği Hamit Yıldırım, elbette ki İsveç’te bulunan Abdulkadir Aygan’ın ifadesi paralelinde olmuştur.

Şu halde Abdulkadir Aygan’ın 28 Şubat sürecinde Diyarbakır’da JİTEM’in baş sorumlusu olan Cemal Temizöz, Başçavuş Ali Kaya, 7. Kolordu Komutanlığı bünyesinde bulunan iki Kıdemli Albay ve aynı zamanda Kurmay Başkanları olan Reha Şatana ve Erhan Tavşancı,

Dönemin DGM Başsavcısı Nihat Çakar, Jandarma Genel Komutanlığında Harekât Başkanı Korgeneral Mehmet Çavdaroğlu, emekli Jandarma Albayı ve JİTEM’in baş uygulayıcısı Eşref Hatipoğlu hakkında ne gibi araştırmalar ve işlemler yapıldı?

Hiçbirisi.

Ke’en lem yekûn.

10 yıl boyunca bu memlekette cirit atan, birer fesat ve fitne unsuru durumuna geçen bu insanlar, nice ocakları söndürmüşler, nice masum ve suçsuz vatandaşları mağdur etmişler.

* * *

Bize göre hükümet ne kadar Meclis Araştırma Komisyonu kurarsa kursun, ne kadar yargı paketini yenilerse yenilesin, mağdur vatandaşlarından daha fazlasıyla, tehlike ve badirelerden korunmak için, kendi iktidarını pekiştirmek için 28 Şubat’ı ve 12 Eylül’ü konu etmiştir, ele almıştır.

Yoksa yıllardan beri Abdulkadir Aygan bas bas bağırıyor, bu saydıklarımızın memlekette bazı kirli işçevreleriyle ittifak sağlayarak birçok insanların katliamına ve faili meçhul olaylarına neden olmuşlardır.

Defalarca yazdık çizdik.

Savcılar nerede, dedik.

“Kaş yaparken göz çıkarma” misali biz ne kadar bunları yazdıysak, tam tersine bize dönüş yapıldı.

Sormazlar mı?

Bu ne biçim demokrasi, bu ne biçim hukukun üstünlüğü, bu ne biçim terörle mücadele, bu ne biçim barış güvercinleri?

Daha doğrusu

“Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu ”

En derin saygılarım.