DEĞİŞMEYEN TEK KANUN?!

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü yazılı ve görsel medyanın nerdeyse tümünde birinci haber; "Sel Felaketiyle" alakalı gelişmelerdi!

24 saat aralıksız yağan yağmur ve dolu!

Öyle ki; metrekareye 48,5 kg yağmur suyu düşmüş.

Ve bunun sonucunda Samsun, Giresun, hatta Erzurum’a kadar uzanan yağışlar çok büyük zarar-ziyana neden olmuştur.

Gelen haberlere göre;

“Mert ırmağı Samsun’u yasa boğdu, 6’sı çocuk 9 ölü var.”

Dağlardan sürüklenen ağaçlar ve kayalar daha fazlasıyla nehir alanını daraltmış ve dere kenarında bulunan evleri, özellikle TOKİ’nin yaptığı binaları basmış.

Alt katlarda bulunan aileler tümüyle büyük tehlikelere maruz kalmış.

Ve bu doğa felaketinin neticesinde; kaybedilen 9 can!

***

İnanın, sevgili okurlar.

Bu haberleri televizyonlardan izlerken, ekranlarda görünen manzara çok acı.

Acı olduğu kadar çok düşündürücü, vahim ve tüyler ürpertiyor!

Bu olayı izlerken birden “Seb-e” suresinin 15. 16. ve 17. ayetlerini hatırladım!

Ve kendi kendime; "Ne oluyor" bizlere dedim?

Hayli de düşündüm.

Tarih boyu gerek yerel, gerek semavi, gerek insanların getirmiş olduğu felaketlere maruz kalmanın ve hep çile çekip, durmanın sebebi nedir?

Topluma bunları reva gören etken nedir diye düşünmemek elde değil.

***

Zaten;

Allahû Teâlâ yüce kitabımız Kuran-ı Kerim'in aracılığıyla inanan toplumları, uyarıyor!..

Nitekim;

Eski çağlarda baştan çıkan ve tevhit inancından sapan ve saptırılan toplumların başına gelen yok etme felaketlerinin % 90’ı o milletlerin yanlış yollara sapmalarından kaynaklı; Allahû Teâlâ tarafından cezalandırılmalarıdır.

Yüce Yaradan zaman zaman görülen lüzüm üzerine evrendeki görünmeyen ordularını görevlendirerek, "bu cezalandırmayı" yapmıştır.

Çok büyük acılarla karşı karşıya kalan toplumların birçoğu da yok olup gitmişlerdir.

Zira yine o yüce kitabımızın buyurduğu gibi fitne ve belaların yoğunlaştığı anda “Yalnız zalimleri değil mazlumları da kapsamına alacaktır”

Zalimler için elbette ki bu ders-i ibret olur, mazlum ve masumlar için bu dünyadan tebdil-i mekân ederek (yer değiştirerek) huzur-i ilahiyeye bir an evvel kavuşmasıdır.

***

Evet, “Seb-e” suresinin 15. ayetinde Allahû Teâlâ yemin ederek şöyle buyuruyor;

“Celalim hakkı için Seb-e kavmi için oturdukları yerde bir ibret vardır. Oturdukları yeri sağdan ve soldan çevreleyen iki bahçe vardı, onlara rabbinizin rızkından, bereketinden yiyin de ona şükredin.

İşte hoş bir memleket ve çok bağışlayıcı bir Rab bu güzel nimetlerini esirgemiyor”

16. ayet ise;

“Fakat onlar şükürden Allah’ı anmaktan, hatırlamaktan yüz çevrilmeleriyle bu yüzden üzerlerine Arîm selini gönderdik ve onların iki bahçesini de buruk yemişli acı ılgınlı ve içinde sidir ağacından az bir şey bulunan iki harap bahçeye çevirdik” diyen Allahû Teâla 17. ayette de şöyle buyuruyor;

“Nankörlük ettiklerinden dolayı onları böyle cezalandırdık. Biz çok nankörlük edenlerden başkasını mı cezalandırırız”

***

Evet, sevgili okurlar.

Bu üç ayetin içinde geçen en çarpıcı ifade “Seyr-ül Arîm” yani yıkıcı selin gönderilmesiyle bağ, bostan, bahçe hem ekonomiksel olarak tarım ürünlerine, hem de barındığı, konaklama yaptıkları evleri ve binaları yerle bir ederek insanlar arasında seçilmeden, deyim yerindeyse yaşla kuru yok olmaya, telef olmaya maruz kalmışlardır.

İşte ayet diyor ki;

“Fe’e-aradu” “Onlar gerçekleri görmeyerek, tevhit inancından yüz çevirdiler, biz de onlara “Seyr-ül Arîm” denilen acımasız yağmuru, sel felaketini gönderdik ve altlarını üstlerine getirdiler”

Tıpkı bugün gerek Türkiye’mizde olsun, gerek İslam dünyasında olsun, gerek put ve ateşperestlik anlayışıyla yaşayan ülkeler olsun başlarına gelen tsunamiden tutun da, deniz dalgalarına, nehir sularının kızgınlığına kadar maruz kalmaları bize göre rasgele sıradan bir olay değildir.

Bu olay paralelinde tarih boyu zaman zaman İslam dünyasının başına gelen olaylar, seller, felaketler, zelzeleler ve tüm bunların başını çeken de ölüm kusan terör odakları.

İnanın, diyebiliriz ki bunlar tesadüfî olmamakla beraber, bir ders-i ibret olsun diye Allah’ın görünmeyen kâinat içindeki ordularının harekete geçmesidir. Ki inkâr edilmez birer vakıalardır.

Onun için diyoruz ki insanların getirmiş olduğu kanunlar değişebilir, yasalar günün şartlarına uydurulabilinir, ama tek değişmeyen bir gerçek vardır.

O da ilahi kanundur.

Değişmeyen sünnetullahtır.

Allahû Teâlâ bunu hiçbir zaman başka şeylerle görülen lüzum üzerine değiştirmemiştir.

Ve bugün gaflet dünyasında yaşayan ateizm, şirk ve inkâra dayalı zihniyetler bu tür olayları doğanın acımasızlığına yorumluyor.

Oysaki dünya tarihi buna şahittir.

Bizden üç bin sene evvel, dört bin sene evvel yaşayan ve bu tür olaylara maruz kalarak yok olup giden toplumların mezar taşları bize bunları okutuyor.

Yine yüce kitabımız Kuran’ın okyanusuna dalarak çıkardığımız cüzi bazı değerli cevherler elde edip, onlarla yola çıkarsak “İsra” suresinin 4 ve 5. ayeti İsrailoğullarının yeryüzünde çıkardığı fesat, bozgunculuk nedeniyle zaman zaman kalkıp, inişleriyle birlikte yedikleri yok etme tokadını yine bize Kur’an hatırlatıyor.

Toplumlar kendine çekidüzen vermedikçe, Allah’ın değişmeyen kırmızı çizgileri aştıkça hiçbir zaman refah ve mutluluğu yakalayamayacaktır.

Kanun bu.

Yoksa insanların getirmiş olduğu kanunları birilerini kurtarmak için, bir an evvel aldatıcı politik anlatımlar sonucunda insanları kandırıp, kendilerini iktidara taşıyabiliyor ise de sonuç Yahudileşen İsrailoğullarının sonuçlarından farklı değildir.

Toplumların çıkar uğruna, rant paralelinde çalışıp attıkları her adımın mutlaka önü kesilecektir ve önemli tokatlarla önlenecek! Ama insanlar gaflette olduğu için buna uyanamıyor, o ayrı mesele.

Yeryüzünde bozgunculuğu dağıtan ve yaşatan toplumun başında İsrailoğulları geliyor.

Bakınız Kur’an bize diyor ki;

Bu toplum her ne kadar gayretli çalışmayla yücelip, bir yerlere kadar geliyor ise de; ama hiçbir zaman bunların yanına bu kar kalmayacak, illaki karşılarında bunlara dehşet ve zarar veren toplumları görecekler ve hak ettikleri tokatları indirecekler.

Nitekim biz Kuran’ın buyruklarını aramızda taşıdığımız halde, ama Kuran’a bağlı Müslümanların ahlaki değerlerini başka yönlere çekmekle, din ve inançlarını, medeniyet ve siyasetlerini kirli odaklara peşkeş ettirip, vazgeçtiğiniz zaman elbette ki tarih kendi mecrasını şaşırmayacaktır.

* * *

Tıpkı Emevi Endülüs İslam devletinin 200 sene gibi Endülüs denilen bugünkü İspanya’da hükümranlığını sürdürdükleri halde İslamiyet’ten sıyrılıp, haçlılara uydukları için Allah bugün o memleketi onların elinden almış, haçlı anlayışlara teslim etmiştir.

Ama bu olay az öz olmamıştır, kan gövdeyi götürerek bir İslam devleti olan Endülüsler yok olup gitmiştir.

Keza Abbasilere de gelelim.

Onların parlak makyajlı lüks hayatları netice itibariyle İslamiyet’e sırt çevirmeleriyle kendilerini Cengizhan ve Hilagonun ordularından kurtaramamıştır.

Tüm Memaliki İslamiye Sultan Selahaddin-i Eyyubi’nin vefatından sonra keza Eyyubi devleti de yok olup gitmiştir.

Neden?

Zira o büyük insanların getirmiş olduğu insanlığı yaşatamamışlardır.

Kurulan tezgâh onların vefatlarıyla yıkılıp gitmiştir.

Küfrün mezalimine esir düşmüştür.

Tıpkı bugün Suriye’deki yaşanan acımasız olaylar gibi!

Zaman zaman Türkiye’mizin de başına gelen semavi ve yerel afetlerle yok olup, gidildiği gibi bir de insanların yarattığı karanlıklı küfür terörlerinden de kendini kurtaramamaktadır.

Ne Türkiye ve ne de diğer İslam ülkeleri.

Onun için tavsiyemiz, inancımız paralelinde Frenk Haçlıların saldırganlığından kurtulmak için ve dimdik ayakta durabilmek için İslam topluluklarının Kuran’a sımsıkı sarılmaları lazım.

O yüce Kur’an bu meyanda bize her şeyi hatırlatmaktadır.

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar.