DEMOKRASİ Mİ, MEMOKRASİ Mİ?

Evet sevgili okurlar!
Türkiye’de olup bitenler, yaşanan gerçek dışılıklar, insanlara ah, oh çektiren antidemokratik mezalim, yalan dolan, gayri ciddi manzaralar insanı içten içe sarsıyor, düşündürüyor ve ürkütüyor.
Bakınız!
Bir haftadan beri Habur Sınır Kapısı’ndan Türkiye’ye giriş yapan 34 PKK’lının hadisesi Türkiye’yi adeta derinlikler düşüncesine sürüklüyor.
Görünen manzara der demez insanı şu yargıya götürüyor.
Türkiye hiçbir zaman sahili selamete, gerçek manada demokrasiye ulaşamayacak mı?
Zira manzara gerçekten ürkütücü…
O kadar ürkütücü ki, bakın batı illerimizde yer yer ayaklanmalar, mitingler, atılan sloganlar, göstericilerle polis arasında çıkan arbedeler?..
Hayra alamet değil...
Hemen hemen ülke çapında Türk – Kürt çatışmasına yönelme söz konusu.
Allah korusun bu çok vahim bir olay…
Ama ne çare ki; göstergeler ve ibreler bu yöne doğru yükseliyor.
Buna da ülkenin ve insanımızın kaderi mi diyelim? Yoksa birilerinin demokrasi istismarı ile ortalık "Memokrasiye" mi dönüştürülmek isteniyor?
Yani demokrasiyi istismar ederek derebeyliğe mi, zorbalığa mı getirmek istiyorlar.. Ortalık hızla bulandırılıyor..
Hani diyorlar ya "Kurt dumanlı havayı sever" misali, bunlarda pusudakiler mi?…
Devlet Başkanı sayın Abdullah Gül başta olmak üzere, sayın Başbakanımızın ve AK Parti’nin bunca demokrasi açılımı adı altında gösterdiği çaba, gecesini gündüzüne katarak yaptıkları çalışmalar, iyi niyetler tamamen, sulha, barışa ve kardeşliğe yönelik.. Ama ne var ki; birileri devletin, hükümetin ve demokrasinin mağlubiyetine yönelik ciddi bir gövde gösterisi içerisindedirler. Bu da hiç de hayra alamet değildir.
Oysa ki, ülke çapında yaşana gelen siyaset, büyük bir olgunluk içerisinde dev adımlarla ilerlemektedir. Tabii ki Bahçeli ve Deniz Baykal’ın siyaseti hariç.. Ama birilerinin Kürtleri temsilen(!) 'dediğim dedik' yapmak, bir yerlere siyaseten yükselip gelmek bize göre ülkenin bölünmez bütünlüğüne, halkın kardeşçe bir arada yaşamasına yönelik iyi bir manzara değildir.
Biz bu konuyu özetlemek suretiyle burada bırakalım.
Gelelim konumuzun faslı sanisine…
Yani ikinci faslına…
Bana göre bu konu daha çok kritik bir konu.
Manzara hiç de iç açıcı değil…
Devletin kilit noktası durumunda olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yıllar boyunca hep böyle demokrasiye, hukukun üstünlüğüne, sosyal bir hukuk devletinin varlığına zaman zaman çelme atması, devleti ve ülkeyi zaman zaman generallerin vesayeti altına almaları daha bir tehlike arz etmektedir.
Zira, görünen odur ki, yıllar öncesinden bu baskıcı vesayetten olmasaydı demokrasi zedelenmezdi.
Demokrasinin ana cevheri "Memokrasi"nin zorbalığına dönüştürülmezdi.
Ülke terörle, terörün çeşitli uçurumlarına yuvarlanmazdı.
Ayrılık, gayrılık düşüncesi söz konusu olmazdı.
Zira bin seneden beri bir arada yaşayan, birbirine kız alma verme akrabalığını bünyesine taşıyan bir millet hiçbir zaman böylesine antidemokratik karanlıklarla karşılaşmazdı.
Bu milletin doğulusunu ve batılısını, Kürdünü ve Türkünü, Arabını ve Acemini birbiriyle sımsıkı bağlayan kopmaz manevi ip, Tevhid inancıdır, yüce İslam dininin mevkuresidir, camilerimizdir, cemaatlerimizdir ve yüce kitabımız olan Kur’an-ı Kerim’in varlığıdır…
Bu yüce değerlere rağmen eğer ülke bölünme ve ayrışma noktasına gelmişse ve yıllardan beri masum insanların kanı dökülmüşse, anaların dinmeyen gözyaşları sel gibi akmışsa ve hala da akmaya devam ediyorsa artık milletçe, devletçe el ele verip bu çirkin manzarayı iyi değerlendirmemiz gerekir.
Ve bir tek saniye zaman kaybetmeden.
Bu görev de başta iktidar partisi olmak üzere, muhalefete ve medyaya düşmektedir.
Aksi taktirde kim ne derse desin, ülke her gün biraz daha demokrasiye değil "Memokrasi"nin, yani derebeyliğin, zorbalığın tahakkümü altına sürüklenmiş olur. Ve terörün değişik yüzleri derin odaklar birleşmeye devam etmiş olur.
Korkarım ki gün gelir birileri hedefine ulaşınca, tıpkı yıllar öncesinde Suriye ile Irak'ta yaşatılanlar olur. O zaman terör kalmaz, dikta söz konusu olur, ülke haydutlaşmanın tehlikesiyle karşı karşıya kalır.
Ne demokrasi, ne hukuk, ne de devletin varlığı söz konusu olur?.
Bunları geçmişe yönelik bazı deneyimlerimize ve tarihi gerçeklere dayanarak söylüyoruz ve tespitlerimizdir.
Evet sevgili okurlar!
Her zaman olduğu gibi bugün de sizi dünkü yazılı medyanın bazı manşetlerine götürmek istiyorum…
Ve bu manşetlerin gerçek tespitlerini sizinle paylaşalım…
Bakınız dünkü Zaman Gazetesi manşettinde "Demokrasi İçin Gereğini Yapın" başlığıyla bir haber yer alıyordu.
Bu haber Aydınlar tarafından hükümete bir tavsiye niteliğindeydi..
Zira millete, hükümete ve demokrasiye karşı hazırlanan kirli bir komploya karşı ülke çapında aydınlar hükümeti göreve çağırıyor ve "Gereğini yapın" diyordu.
Başbakan ise; "TSK Böyle Bir Lekeyi Kabullenemez" diyordu.
Hangi leke?
TSK’nın kabullenemediği leke hangi lekedir, insanın aklına böyle bir soru gelmiyor değil?.
Zira "Başbakan’a ve medyaya ulaşan yepyeni bir ihbar mektubunda yeni bir belge ortaya çıktı" İddiası ortalığı sarstı.
Aynı gazetenin sol üst köşesinde şöyle bir resim vardı,
"Hangisine yanayım" diyerek ağlayan bir annenin feryadını içeriyorduı…
"Şehit annesi olan Melike Güngör, PKK militanı diğer oğlunun sağ olarak eve dönmesini dört gözle bekliyor."
"Bitlisli Güngör ailesi iki acıyı birden yaşıyor. Bir evlatları vatani görevini yaparken şehit düştü. Diğeri ise PKK’ya katılarak dağa çıktı. Ailenin yüreği paramparça. Anne Melike Güngör, şehit oğlu Fevzi’nin ardından gözyaşı dökerken, Ferdi’nin sağ olarak eve dönmesi için dua ediyor. Melike anne, Ferdi’nin hayatta kalabilmesi için demokratik açılım sürecinin baltalanmaması gerektiğine inanıyor."
Aynı tarihli Taraf Gazetesi’nin sürmanşetine bakıldığında; Genelkurmay Başkanımızın dimdik duran bir fotoğrafı var.. Ve sürmanşet şöyle:

"GEREĞİNİ YAP PAŞA"

Haber şöyle devam ediyor:
"AKP ve Gülen’i Bitirme Planı için zamanında ‘Doğruysa gereği yapılır’ diyen Orgeneral Başbuğ, dün belgeyi unutup medyayı suçladı.
Genelkurmay’da hazırlanan İrticayla Mücadele Eylem Planı’nın ıslak imzalı orjinalinin ortaya çıkması ve karargahta belgeyle ilgili ‘temizlik’ yapıldığı ihbarı üzerine dün TSK’dan üç maddelik tuhaf bir açıklama geldi.
Açıklamaya göre, belgeye yansıyan planın TSK’da yapılmış olması değil ama bu planla ilgili ihbar mektubunun medyada yer alması ‘hukuk devleti adına kaygı verici’, haberin verilişinin yayına göre farklılığı ise, ‘dikkat çekici,"
Dünkü Star Gazetesi’nin sürmanşetinde

"KAĞIT PARÇASI’NDAN İTİRAZ ETMEYİZ’E" başlıklı haber şöyle devam ediyor.
"Demokrasiye Müdahele Planı’nın orjinalinin bulunması Genelkurmay’ı da harekete geçirdi. Aylardır, ‘belge, kağıt parçası’ diyen asker, ‘Hukuk devletinde her şeyin yasalara uygun yürütülmesine itirazımız olamaz’ açıklaması yaptı."
Eğer böyle ise, o zaman Türkiye yavaş yavaş demokrasi yörüngesine oturmaktadır..
Artık ülkeyi, toplumu, devleti, demokrasiyi, anayasayı askeri vesayetten kurtarıp TSK bünyesinde komplocu albayların, generallerin komplo teorilerinden kurtarmak şansını elden kaçırmayalım.
TSK bünyesinde bugüne dek halka karşı yaşanmakta olan dayatmacılık fonksiyonu artık yitirilmeye doğru yüz tutmaktadır.
İşte bu durum karşısında hükümete düşen yegane görev dimdik ayakta durup olayların üzerine gitmesidir, birilerinin hatırına veya katırına bakmadan ülkeyi bu badirelerden kurtarmak için zaman kaybetmeden gereğini yapmalıdır.
Aksi taktirde hükümetin yapamadığını tam tersine birileri yapma fırsatını elde eder.
Evet sevgili okurlar!
Sizi geçen ay Lice’de meydana gelen patlama sonucunda parçalanıp ölen 12 yaşındaki Ceylan yavrumuzun dramına götürmek istiyorum.
Bu olayla ilgili sitemize yeni bir haber düştü.
"Cumhuriyet Savcısı’nı güvenlik gerekçesiyle olay yerine götürmeyen Jandarma görevlileri hakkında soruşturma başlatıldı."
Bu olay bize göre ümit verici bir aşama.
"Soruşturma kapsamında Abalı Jandarma Karakolundaki görevlilerin ifadelerine başvuruldu.
Avukat Çelebi: ‘Bu soruşturma ilk olması nedeniyle umut verici’"
Evet sevgili okurlarımız!
Ceylan’ın başına gelen olay yeri Bingöl’ün Genç ilçesi ile Diyarbakır’ın Lice ilçesi arasında bulunan askeri bölge…
Bu arazi tamamiyle askeri birliklerin koruması altındadır.
PKK’lıların oralarda herhangi bir varlığı söz konusu değildir.
O bölge tümüyle askeri alandır ve termal kameraların kuş uçurtmadığı bir yerdir.
Abalı Karakolu ise Genç ilçesinin Jandarma Komutanlığı’na bağlıdır.
Yaklaşık 15 – 20 km sonra Lice bölgesinde bulunan diğer karakol arasında kısa bir alandır.
Evet!
Ceylan’ın olayı bize 2000 yılında 24 Nisan’ı 25 Nisan’a bağlayan geceyi hatırlatıyor.
Bakınız ilginçtir, ilginç olduğu kadar düşündürücüdür.
Bu manzaralar, bu ülkenin bazı komplo teorici milletine karşı komployu hazırlayan sözüm ona kurtarıcı bir ekibin bölge üzerine yağdırdıkları mezalimi hatırlatıyor.
Evet!
Bakınız; 24 Nisan akşamı Diyarbakır Söz Gazetesi bürosu emniyet Terörle Mücadele şubesince basılıyor. Hem de o günün DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakar’ın imzasıyla.. Gelen emirle arşivlerimize el konuluyor. Ben ve şirket bünyesinde çalışan iki mesai arkadaşımız gözaltına alınıyoruz.
Bir hiç yüzünden…
Erzurum şantiyelerimizde bulunan oğlum Emin Altındağ ile çok sevdiği yakın arkadaşı olan mühendis rahmetli Münir Mennan’a yakalandığımız haberi gidiyor.
Rahmetli Emin, duyar duymaz yola koyuluyor.
Erzurum’dan Bingöl’e, Bingöl’den Diyarbakır’a, dağ, dere, tepe demeden, nefes kesmeden yola çıkıyorlar.
Ceylan’ın başına gelen patlama olayının mevkisine kadar.
Yani Abalı karakolunu geçiyor, diğer jandarma karakoluna varmadan zırhlı araçla yolları kesiliyor ve uçuruma yuvarlatılıyorlar.
Bunu yapan da yine o bölgede asayişi elinde tutan sözde kurtarıcı bir ekip.
O iki genç sabaha kadar o derede can çekişirken, tıpkı Ceylan’ın başına geldiği gibi, aynı manzara, aynı hal onlara da yaşatılıyor.
Ve netice Lice Savcılığı ve Trafik ekipleri olayı örtbas ederek tümüyle sıradan adi bir trafik kazası haline dönüştürülüyor.
Her nedense o günden bugüne kadar bu kirli ve karanlık olaya karşı Savcılıklar suspus, herhangi bir soruşturma, araştırma sözkonusu ise de tamamiyle sulandırmaya yönelik.. Üç dört büyük klasörden ibaret olan şikayet dosyalarımız savcılığın tozlu raflarında sürüne gelmektedir.
Peki sormazlar mı "Ey devlet! Neredesin? Hani hukukun, hani sosyal hukuk ilkeleri? Hukukun üstünlüğü nerede? Demokrasi nerede? İnsan temel hak ve özgürlükleri nerede? Masum yavru Ceylan nerede? Merhum Emin Altındağ ve Münir Mennan’ların başına gelen cinayet mezalimi nerede?"
Evet!
Sormazlar mı?
Elbette ki sorarlar?.. Ama bunu da sorarlar?…
Sayın Başbakanımız Şemdinli Olayı dahil olmak üzere iktidara geldiğiniz günden bugüne dek hep "Olayların üzerine gidiyoruz, ucu nereye dayanırsa dayansın" ifadesiyle yetinmektesiniz?
Oysa ki hep muallakta ve gerçek odaklara bir türlü ulaşamıyorsunuz? Veya ulaşma niteyiniz yok?
Neden, neden, neden?
Bu apayrı düşündürücü bir olay….
Demek anlaşılan odur ki Başbakan da hem kendi kendini, hem de milletini bir nevi bu tür laflarla teselli etmeye çalışıyor.
En derin saygılarımla…