DERİN İŞGALİN, DERİN SİSİLERİ!

Evet, sevgili okurlar.

İslam dünyasını kasıp kavuran batı emperyalizminin derin Sisileri gerçekten bir muamma.

Askeri resmi üniforma ile yola çıkan işgalci devletler, öncelikle kendi derin politikalarının paralelinde işgal ettikleri ülkelerin içinden cımbızla kıl çekercesine askerlerin arasında ne kadar nefsani arzu ve şehvetlerine düşkün geri zekalılar varsa onları eğitiyorlar, kilit noktalara getiriyorlar..

Ve bunları, yüksek rütbeli subayların makamına kadar yetiştiriyorlar ve özellikle generallik hatta gerektiğinde mareşalliğe kadar terfi ettiriyorlar.

Ama bir şartla diyorlar ki.

“Ben buradan çıkıyorum, sen benim sömürmek istediğim bu ülkenin geleceğini bizim namı hesabımıza göre yönlendireceksin. Bunu sağlar ve bu hareketle yola çıkarsan sana bu rütbeyi, bu üniformayı veriyoruz.

Aksi takdirde ömrün kısa olur...”

Hedef ve çalışma stilleri bu.

Ancak o müstevli, işgalci haçlı ordularının, İslam dünyası üzerine oynadıkları oyun ve sahneye koydukları senaryo, hep bu şekilde olmuştur günümüze dek hala devam etmektedir.

Yıllar öncesinde işgalci Rus orduları Türki Cumhuriyetlerinin üzerine gitmişlerdir.

Özbekistan, Kırgızistan, Azerbaycan ve hatta en çok da Afganistan’a kadar gidebilmişler ve bu saydığımız küçük devletlerin çok zengin arazilerine, coğrafyalarına konmuşlar ve sömürmüşlerdir..

Ki hala da sömürmeye devam etmektedirler..

Ancak Afganistan da radikal ve samimi ulemalar sayesinde hep Rus orduları püskürtülmüş, geri kırılmış ama zaman gelmiş, Rusya’nın gözü kesmemiş bu sefer Amerika oraya göz dikmiştir..

Ne hazindir ki o Amerika’nın haçlı emperyalist orduları Taliban’la mücadele adı altında bugün Afganistan’ı işgal etmiş durumda.

Keza Irak ve Arap Emirlikleri gibi…

Mısır başta olmak üzere Tunus, Libya ve Filistin vs.

Ama bunu yaparken milli kültürleri paralelinde böylesi ülkelerin ordularından satılmış, nice generalleri yetiştirmişlerdir..

İşte o işgalcilerin varlığına ihtiyaç duyulmadan "yetiştirilen" generaller, siyasiler kısacası piyonları görev almıştır.

Mısır’daki Sisi gibi..

Nice general ve yüksek rütbelileri görevlendirmişlerdir..

Ve her daim özellikle, o ülkelerin orduları üzerinde hegemonyalarını kurup-yürütmüşlerdir.

Böylece soğuk savaş olmasa dahi hükmen o ülkeler birer müstemleke durumuna düşmüşlerdir.

Sömürdükçe sömürülmüş, petrolünden tut diğer yer altı kaynaklarına kadar!

Masum insanların kanları oluk oluk akıtılmış ise de hiç kimsenin umurunda olmamıştır.

Bilakis o akıtılan nice masum insanların kanları onlara büyük bir sermaye olmuştur.

İşte müstevli emperyalist haçlı ve Siyonist anlayışların haleti ruhiyeleri böyle gelişmiştir.

Gün gelmiş görülen lüzum üzerine ittifak etmişler.

Gün gelmiş ayrılmışlar ve biri diğerine şekli olarak da olsa kavgalı görünmüşler ise de halbuki o yüce İslam Peygamberinin buyurduğu gibi;

“El küfru milletun vahide”

Küfrün ne gibi çeşitleri olursa olsun, küfür küfürdür ve tek bir millet durumundadır.

* * *

Böylesine İslam ülkelerinin bereketli coğrafyalarını zayıf iradeli nice generaller, mareşaller, albayların diktasına teslim etmişlerdir.

Öyle bir hal almıştır ki sahte kahramanlıklar, gerçek kahraman olarak gösterilmiş ve o toplumların gafletinden ve biçareliğinden fırsat elde etmişlerdir.

Gerçekten en korkak ve en zayıf iradeli gerçek kimlikleri bulunmayan insanları o toplumların başına musallat etmişler ve o toplumların gerçek kimliklerini yalan kimliklerle değiştirerek gerçekleştirdikleri zulüm sistemlerine adalet libasını giydirmişlerdir.

Batılı hak olarak göstermişler…

Zorbalığı kanun olarak lanse etmişler öyle bir hal olmuş ki o ülkeler, o coğrafyalar, o müstevlilerin despotuna birer oyuncak durumuna gelmişlerdir.

Tıpkı bugünkü Ortadoğu’nun bazı devletçikleri gibi..

Onlara uymayan, karşılarına dikilen her kim olursa olsun, zulmün gösterdiği adalet ve zorbalığın gösterdiği kanunlar hegemonyasında cezaevleri, idamlar, işkenceler ve sürgünlere tabi tutulmuşlardır.

Böylece o toplumlar artık bir daha kendi benliğine dönebilme imkanını bulamamıştır.

Onların başına geçen tağuti düzenlerin temsilcileri tuğyanlarını ve baskılarını gittikçe artırmışlar, toplumu sömürmüşler, kanını kemiğini emmişler.

Toplum o kadar cılız kalmıştır ki ancak etle kemik meselesi gibi..

***

Lakin o sömürücü haçlı ordular ise semizlenerek oldukça şişmanlamışlar, enseler kalınlaşmış, göbekler olanca büyümüş.

Fakat bu bir gerçektir ki dünya emtiası geçicidir ve yapılan zulümler hiç kimseye kar kalmamıştır.

Günü gelmiş o toplumların ve o coğrafyaların nice seçkin Ergenekoncu tağutlar kendi çevreleriyle beraber öbür dünyaya gitmeden evvel bu dünyanın hışmına gazabına uğramışlar ve yaptıkları yanlarına kar kalmamıştır.

Tıpkı bugünkü Türkiye’mizdeki Ergenekoncu generaller gibi.

* * *

Evet, değerli okurlar.

İki gün önceydi..

Arşivimi karıştırırken;  “Al Bayan” isimli bir dergiyi buldum..

İslami ve aylık bir dergi.

Kasım 1997 tarihli..

Derginin dış kapağı üzerinde şöyle bir ibare dikkatimi çekti..

Diyor ki;

“La ezae lit’tuğati”

Zorba tağuti düzenlerin temsilcilerine saygı gösterilmez, gösterilemez, büyütülemez, büyüklük verilemez.

Aksi takdirde o toplum geleceğini yanlış yöntemlerle seçmiş olur ki girdiği küfür girdabından kendini zor kurtarır.

Ve açtım dergiyi aynı konuyu sayfalar arasında inceledim..

Baktım ki çok önemli tarihi olayları konu etmiş ve her ne kadar dergi İngiltere’de, Londra’da basılıyorsa da ama hem Arapça hem İngilizce olarak tarihi bir neşriyatta bulunuyor..

Şöyle bir ibare geçiyor;

“Tağuti düzenler her ne kadar değişik yöntemlerle değişik meçhul kimlikler göstererek, yoluna devam ediyorlar ise de fakat yüce Allah’ın değişmeyen kanunları günü gelir onların ensesine yapışır, yakalar ve dünyada dahi şiddetli bir alçalışa tabi tutar o zalimleri.

Evet Arapça kelime şöyle yazıyor;

“Heleke-el-maraşal moboto Sisi Seyko”

“En-nemrul murakkat” Yani Boz Kaplan (!)

“İmparator-u Zairis-sabık” (Zaire ülkesinin sabık imparatoru)

Mareşal üniformasıyla Zaire siyahî Afrika’daki Zaire ülkesinin üzerine askeri bir darbe gerçekleştirmiş 1960’lı yıllarda.

Bunu yaparken beş milyon dolar Belçika’dan yardım adı altında rüşvet almış.

Kendi ülkesini Belçika emperyalizmine yem yapmak için sömürtmüş ve Belçika’nın adına beş milyon dolar karşılığında darbeyi gerçekleştirmiş, orduyu ve devleti eline geçirmiş.

Bu parayı az görmüş, bu parayla geçici olarak bir an olsun hedefine tam ulaşamamış…

Tekrar beş sene sonra yani 1965’lerde tümüyle daha büyük bir parayla bir darbe yapmış, devleti eline böylesine geçirmiş.

Devletin başına geçen bu zorba mareşal servetini o günkü parayla 7 milyar dolara kadar yükseltmiş...

Yalnız Zaire’de değil, Fransa ve Belçika’da, Lüksemburg’da, İtalya ve İspanya gibi ülkelerde çok büyük servet gerçekleştirmiş ve gayrimenkul nice sarayları ve arazileri kendine ve ailesine kazandırmıştır.

Ama yüce Allah, her zaman tarih boyunca günü gelmiş zalimleri ensesinden yakalamış ve yaptıkları bu dünyada dahi yanlarına kar kalmamıştır.

Bu adam kısa bir süreç prostat kanserine yakalanıyor ve bütün dünya doktorları üzerine toplanıyorsa da onu o hastalıktan kurtaramıyor ve ölüp gidiyor.

Ama o insan daha cenazesi yerdeyken Hıristiyanların Katolik papazları onun malını çocuklarına bile vermiyorlar.

Böylece Katolik kiliselerin papazları arasında malı-mülkü pay ediliyor.

Sıfıra sıfır!

Elde bir şey kalmıyor.

Ona kalan ancak yaptığı mezalimdir, boynuna ferman olarak takılıyor, günü gelir huzur-u ilahiye hesap verecektir.

* * *

Sevgili okurlar!

Burada en çok dikkatimi çeken bir kavram var;

“Mareşal moboto SİSİ”

Bu sisi kelimesi Moboto’nun soyadıdır.

Hıristiyan Zaire ülkesinin Hıristiyanlık deyimidir.

Ve hep bunu ordularının yüksek yerlerine terfi etmiş generallere verilmektedir.

Tıpkı 3 Temmuz 2013’teki Mısır Firavunu General Abdulfettah Sisi’nin soy ismi gibi.

Bu Abdulfettah her ne kadar İslami bir isim kullanıyor ise de fakat soyadı olan Sisi kavramı onun Hıristiyanlık kökenine mensup olduğunu ele veriyor ve hıyanetten onu kurtaramıyor.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

İslam’ın göbeğinde bulunan Mısır, tarihi El-Ezher Üniversitesi’ne sahip bir ülke olduğu halde kendi bünyesinde nice böylesine Sisi’leri barındırmıştır.

Demek ki İngilizlerin Çörçil’i ile Fransa’nın Dugol’ları Mısır’ı işgal ederlerken, başta anlattığım gibi önce orduların bünyesine satılmış, hain, cani generalleri yerleştirip, yetiştirmişlerdir.

Tıpkı Seyyid Kutub ile Abdulkadir Avde’yi idam eden Abdulnasır gibi.

Müslüman Kardeşler Teşkilatını yıllar yılı tarassut altına alarak işkenceye tabi tutan, darmadağın etmeye çalışan, kanları heder eden Enver Sedat ve Hüsnü NaMübarek gibi.

Ve en son olarak da Abdulfettah gibi..

İslami bir isimle ortaya çıkan Abdulfettah, Mareşal Moboto Sisi’nin soy ismini alarak, dönme bir Hıristiyan olduğu ortaya çıkmış durumda.

Evet, hali âlem meydanda!

Allah yeniden İslam ruhuyla uyanarak birleşen bir ümmet, bir millet yetiştirsin ve ruhi bir diriliş ve direnişle güçlensin, ortaya çıksın diye dua ve temenni etmekten başka çaremiz yoktur.

En derin saygı ve sevgilerimle.