DEVLET, ADALET VE HUKUK

Evet sevgili okurlar!
Bilindiği gibi yeryüzünde insanlar arasında sürdürülegelen yaşam faktörünün temel dayanağı adalettir.
Devlet ise o adaleti toplumun bireylerine eşit bir şekilde dağıtan milletin temel varlığıdır ve ana simgesidir.
Bir devlet, kendi milletini var edebilmesi için mutlaka adalet ve hukukun terazisiyle hareket etmesi gerekir.
Bir devletin varolabilme şansını yakalayabilmesi için hukukun ve adaletin ana ilkelerini bünyesinde barındırması lazım.
Yani Adalet terazisinin iki kefesini bireylerin hukuk eşitliği ile dengelemesi gerekir.
Zira, toplumlar arasındaki adalet ve hukuk kavramı terazinin iki kefesiyle ölçülebilir.
Bu, şaşmaz ilahi bir dengedir ve ana hükümdür.
Bilindiği üzere toplumların mevcudiyeti ve hayat idamesinin gerçekleştirilmesi sağlam bireylerin oluşmasına bağlıdır.
Bu da bir kaziyeyi muhkemedir. Olmazsa olmazıdır.
Sağlam bireyler arasında hukuk ve adalet terazisini dengede tutması gerekir.
Bireylerin hakkaniyeti, hukuku ve adaleti devlet tarafından terazinin her iki kefesinde eşitlik söz konusu değilse hiçbir zaman o devlet kendi varlığını bir hukuk devleti olma vasfına bağlayamaz.
Bir hukuk devleti olabilme şansını yakalamak için öncelikle bireylerin hakkını, hukukunu, adalet terazisi gölgesinde muhafaza altına alması gerekir.
O zaman "Devlet artı millet eşittir adalet ve hukuk" olma niteliğini taşıma şansını yakalar.
Eğer bireylerin varlığı sağlıklı bir hayat dengesine tabi tutulmuyorsa bireyler arasında ahlaki çöküntüler söz konusu ise o devlet mutlak surette kendini otokontrol altına alması gerekir.
"Ben neyim, neyin nesiyim, nereden geliyorum ve nereye gidiyorum, benim varlık değerim nedir?" diye derinden derine düşünerek kendine yeni bir çekidüzen vermek zorundadır.
Eğer bir devlet, bireylerin ahlakını, kültürünü, ekonomisini, eğitimini ve temel değerlerini koruma altına almayıp boş ve yanlış bireylerden oluşagelen bir toplumu yönetmeye kalkışıyorsa bize göre boşuna bir çabadır ve yanlış bir uygulamadır.
Sonuç itibariyle hayatiyet ruhunu ne kendisinde bulur, ne de toplumunda bulur…
O toplumun kaderini, hukuk ve hakkaniyetini adalet ve hukuk paralelinde değil, yozlaşma ve haydutlaşma anlayışlarla karşı karşıya bırakırsa,işte o zaman vay haline. Yıkım da, bölünme de, şiddette, terör de, kan da, gözyaşı da kaçınılmaz olur.
Bu münasebetle diyoruz ki bir devlet, ne kadar güçlü olursa olsun, istersen başı göklere değsin, kendi toplumunu ve o toplumun bireylerini yüksek insani ahlakla donatmamışsa hakkaniyeti, hukuku ve adaleti bireyler arasına enjekte edememiş ise eninde sonunda tepetaklak başüstü yerin dibine girmeye mahkum olur.
Yani en yüksek zirveden en alçak derekeye düşmeye mahkum olur.
Nitekim adalet ve hakkaniyet hissi de bunu gerektirir.
Osmanlı’nın Edebiyat duayeni Namık Kemal’in dediği gibi;
"Bulunmazsa adalet milletin efradı beyninde/
Geçer bir gün zemine, arşa çıksa paye-i devlet
(Milletin fertleri arasında adalet ve eşitlik kaybolursa, devletin itibarı arşa da çıkmış olsa bir gün yerin dibine geçer vesselam!)".
Nitekim milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Safahat’ında bir milletin portresini güzel bir mısrayla şöyle dile getiriyor:
"Bugün belanızı bulmuş değilseniz, mutlak.
Yarınki sâikalar beyninizde patlayacak!
Şişip şişip gidiyorsun değil mi, ey Vardar!
Ya boğduğun kadının, erkeğin hesabı mı var!"
İşte Akif’in bu güzel portresi, bizim bugünkü halimizin gerçek bir yüzüdür.
Toplum olarak başımız öylesine belalardadır ki bir türlü kendimizi bu müthiş isyan ve anarşi belasından kurtaramıyoruz.
Bu demektir ki Allah korusun bizi izmihlal ile yok edilmeye götürebilen önemli bir tehlike unsurudur.
Nitekim Akif şöyle diyor:
"İşte ey unsur-i isyan, bu elim izmihlal!
Seni tahrik eden üç beş alığın ma’rifeti!
Ya neden beklemiyordun bu rezil akibeti?
Hani, milliyyetin İslam idi… Kavmiyyet ne!
Sarılıp dursaydın a milliyyetine."
Evet sevgili dostlar!
Bakınız şimdi sizinle neleri paylaşmak istiyorum.
Aynı paralelde, hemen hemen aynı konuyu dün de yazmıştım.
Yıllar öncesinden aynı minval üzerine bu köşede yazar ve anlatırız.
Ama her nedense bir türlü kendimizi bir yerlere dinletemiyoruz.
Oysa ki ülke günlüğü hep bizim bu yazdıklarımızı teyit ediyor.
Aynı olguları simgeliyor ve onaylıyor…
Ülke bütünlüğümüzü, milli birlik ve beraberliğimizi tehlikeye koyan fesat unsurlarının varlığı her gün biraz daha büyüyüp palazlanırken yıllardan beri kimseden ses seda çıkmıyordu.
Hele hele yasama, yürütme ve yargı erklerini elinde tutan siyasilerin ve iktidarların maddeleşmiş ruhunu bir türlü uyandıramıyordu.
Veyahut işlerine öyle geliyordu.
İşte gün geldi, saat geldi, olumsuzluklar, mezalim, hukukdışılık ve devletin bünyesindeki karanlık derinlikler artık çekilmez bir hal almıştı.
GAYRETULLAH denilen bir ilahi adalet var.
İşte oraya dayandı ve o adli ilahi görülen lüzum üzerine adalet yumruğunu bu mezalimin başına indiriverdi.
Ne hazindir ki bu karanlık tablonun ana çizgisi ve var oluşu yine devletimizin önemli bazı kurumlarında oluşagelmiştir.
Velev ki önemli çapta o kurumların yıpranmasına mal olmuş ise de…
Bakınız dünden beri Türkiye gündemini önemli çapta işgal eden derin bir Albay’ın karanlık ilişkileri…
Muvazzaf olan bu derin Albay’ın yakalanması, gözaltına alınması ve sorgulanması gerçekten yalnız Türkiye kamuoyunu değil, dünya kamuoyunu ilgilendirmektedir.
İşte insan kendini bu sorudan arındıramıyor bir türlü.
"Ey Türkiye! Sen ne idin, ne oldun, nerden nereye geldin ve hangi kirli eller seni yönetmiştir bugüne dek?"
Ben şahsen bunu yaklaşık on yıldan beri yazıyorum, çiziyorum.
Kamuoyunu aydınlatmaya çalışıyorum ve bunun en ağır bedelini de ben ödemişim.
Fakat, her zaman söylediğim gibi peşini bırakmıyorum ve bırakmayacağım.
Ne pahasına mal olursa olsun.
Zira bu memleket hepimizindir. Bunun temiz havasından ve nimetlerinden faydalanan yetmiş milyon insan, herkes bu gayreti taşımalıdır ve bununla elbirliğiyle mücadele vermek zorundayız.
Zira bu karanlık tablo ve bu derin oluşum, dışa bağımlı karanlık kurulların gölgesinde peyda olmuştur.
Ve bunun en acımasızı da nitekim Türk Silahlı Kuvvetlerimiz’in bünyesinde yaşayagelen önemli çapta bazı emekli generallerdir ve bunların yetiştirdikleri bazı muvazzaf subaylardır.
24 Mart 2009 saat 15.21’de Analitik Bakış isimli bir internet sitesinde şöyle özel bir haber düştü.
Bu haber tam altı sayfadan ibaret. Biz burada hepsini değil ama özetleyerek önemli bölümlerini size sunmak istiyoruz.
"İşte Dudak Uçuklatan Gerçekler!
Faili meçhuller dolayısıyla gözaltına alınan Albay Cemal Temizöz’le ilgili çok ilginç detaylar. Temizöz hakkında itirafçı Abdülkadir Aygan neler anlattı?
"Derin Albay’ın Sırları"
Aygan’ın anılarında bir süre önce evinde intihar ettiği açıklanan Abdulkerim Kırca’nın da Güneydoğu’daki faaliyetlerine yer veriliyor.
Anılarda Cemal Temizöz’ün Cizre’de sivil ekibe dahil edilmesinden sonra yine Diyarbakır Cezaevinden tahliye edilen itirafçılardan Hıdır Altuğ ve Adem Yakın’ın da bu ekibe dahil edildiği belirtiliyor."
Nitekim Abdülkadir Aygan 14 Mart 2004’te aynı meyanda Özgür Gündem Gazetesi’nde de daha detayıyla önemli bazı başlıkları bir röportajda açıklamıştı.
İsviçre’de bulunan Abdülkadir Aygan, her gün biraz daha yeni yeni konuları açıklamaya devam ediyor.
Nitekim bu açıklamaları sayesinde derin Albay Cemal Temizöz önceki gün Kayseri’de İl Jandarma Alay Komutanlığı görevini yaparken yakalanarak gözaltına alındı.
Ve 1993’lü yıllardan 2000’li yıllara kadar Şırnak, Cizre, Silopi ve Diyarbakır coğrafyasında çok kirli ve karanlık işler yapmıştır.
Çok ocakları söndürmüştür. Faili meçhul olaylarının haddi hesabı yok.
Ama o tabi yalnız başına değildi. O ve ekibi o günün Kıdemli Albay’ı bugünün emekli Tuğgenerali durumunda olan Levent Ersöz’le beraberdi…
Bu ikili kirli ittifak çok insanların canını yakmıştı… PKK militanları olarak bilinen bazı eli kanlı insanları da itirafçı olarak yanlarına çekmişlerdi.
Ve onlara çok büyük cinayetleri işletiyorlardı.
Bölgede bulunan bazı iş çevreleriyle ittifak içine girerek maddi destek ve para ilişkileri kurmuştu.
Yani deyim yerindeyse adeta bu karanlık kişilerin paraları sayesinde emirlerine girmiştiler.
Onların işaret ve gammazlamalarıyla önemli (!) işler yapıyorlardı.
Nitekim Abdülkadir Aygan’ın 2004’te Özgür Gündem’de anlattığı gibi bugün dik alasını da bu Almanya’da Nasname yayınları tarafından "Çapraz Ateş" adıyla kitaplaştırılan anılarında belirtmiştir.
Bakın Temizöz'ün yakalanmasından hemen sonra dün de Diyarbakır’da onun has adamlarından olduğu rivayet edilen ve uzun yıllar PKK ve itirafçı olarak bölgede adından söz edilen Cizreli Abdülhakim Güven (Ferdi Altun) isimli şahıs ta gözaltına alındı.
Aygan'ın kaleme aldığı kitapta hakkında çok ciddi iddialar yer almakta. Faili meçhul cinayetleri kendi eliyle işlediğini anlatmaktadır.
Ama bunu da belirtmeden geçmek istemiyorum.
İşte bakın devletimizi yıpratan, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni derinden karartmaya çalışan ne idüğü belli olmayan anlayışlar…
Abdülhakim Güven, Abdülkadir Aygan’ın anlattıklarına göre Diyarbakır’ın bugüne dek çok önemli kurumlarından ihale alarak müteahhitlik yapmaktadır.
Bu kurumların başında Dicle Üniversitesi gelmektedir.
Kendi kimliğini saklayan onun gibi daha nice isimler vardır.
Bunların adları Ergenekon’da bazılarının tetikçi olarak, bazılarının da finansör olarak anılmakla tescil edilmektedir.
Burada özetle anlatmak istediğimiz şu:
Bu işler yalnızca Cemal Temizöz ve Abdülhakim Güven’le bitmez.
Aslında müştereken ve müteselsilen, yani zincirleme uzantısı olarak daha ne isimler var…
Bunlardan bazıları halen müteahhitlik yapmakta, bazıları da devletin gölgesinde yaşamaktadırlar.
Dünkü yazımda da belirttiğim gibi bu işler kör taassuba kurban edilmesin.
Özel olarak görevlendirilen savcılarımız, hakimlerimiz ve güvenlik teşkilatımız bir bir bunları ayıklayarak yakalayıp sorguya çekerlerse akla hayale gelmeyen çok büyük tablolar ortaya çıkacaktır.
Bizi takip edin. Bu yazılarımızın devamı olarak daha çok önemli konuları sizinle paylaşacağız.
En derin saygılarımla..