DEVLET, MİLLET VE ADALET! (III)

Evet, sevgili okurlar.

Hiç kuşkusuz ki;

Osmanlının son dönemindeki "olup bitenler" emperyalist batı dünyasının iştahını hayli kabartmıştı.

Özellikle, ortalığı gerdiren Selanik dönmelerinin kışkırtmasıyla..

Selanik’ten İstanbul’a doğru yürüyen harekât ordusundaki askerlerin isyanı yüzünden emperyalist batı dünyasının iştahı çok kabarmıştı.

Öylesine kabarmıştı ki Osmanlı devletini artık “hasta adam” diye görüyorlardı..

Ve bu meyanda nitelendirmişlerdi.

Devlete “Hasta adam” demeleri, “yatağa düşmüş, artık can çekişiyor, bir hastanın ölümünün beklenmesi gibi!

"Ne zaman ölecek ve mirasını ne zaman paylaşacağız" manasını taşıyordu.

Osmanlı ne zaman dünyadan silinir…

İslam ülkelerinin mirasını ve zengin yer altı kaynaklarını nasıl bölüşeceğine dair Siyonist ve haçlı anlayışların iştahları her geçen gün kabarıyordu..

Ve ne yazık ki o iştahlarına kavuştular.

Mariz bir devletin mirasına konan haçlı dünya bugün hâkimiyetini, hegemonyasını, İslam dünyasının üzerine sürdürmektedir.

Gün gittikçe dişleri kana alışmış, yırtıcı vambir gibi ha bire İslam dünyasının kanını emiyorlar..

Özellikle Türkiye’nin.

Dün ne idiyse, bugün aynısını sürdürüyor bu fesat ve bozguncu dünya.

Bu itibarla diyoruz ki devlet yönetimini elinde tutan hükümetler, iktidarlar, geçmişimizden ders-i ibret almalı.

Durup dururken tarihi Osmanlı devleti yıkılır mıydı?

Hayır..

Ama yıkılışının sebebine baktığınızda; devletin bünyesine sızdırılmış ve kimliğini gizli tutmuş, ne idügü belirsiz, casus ve piyon insanları görüyorsunuz.

Ki onlar tarafından bu Osmanlı İmparatorluğu yıkıldı ve düşmana peşkeş edildi İslam ülkeleri.

* * *

Sevgili okurlar.

Bu tarihi gerçeği sizinle paylaşmak isterken, Bediüzzaman Hazretleri, Tarihi Hurşit Paşa’nın Başkanı bulunduğu Askeri İstiklal Mahkemesinden beraatla serbest bırakılmasından sonra yaşanan bir anı aktarmak istiyorum.

O gün, İstanbul’un Bayezid meydanından Sultan Ahmet’e doğru yürüyen Bediüzzaman ve onu takip eden büyük bir halk kitlesi şöyle haykırıyordu.

Üstadın bu haykırışı mahkeme başkanı Hurşit Paşa ve heyetinin kulağına gerçekleri duyurmaktı..

Onun için konuşuyordu.

Çünkü o mahkemeler olağanüstü mahkemelerdi, suçsuz ve günahsız insanları kaşla göz arasında idam ediyorlardı.

Sadece İttihat Terakki hükümetinin ayakta durması için ve bir an evvel Türkiye’nin her köşesine yayılan bir istibdat-ı mutlakın (mutlak bir zulmün) gerçekleştirilebilmesi için bu masum insanları asmasıyla gözdağı veriliyordu.

Üstat Bediüzzaman bu mezalimi defetmek için, İttihat Terakki hükümetinin kirliliğini ve baskıcı düzenlerini topluma duyurmak için halka sesleniyordu.

Ve şöyle diyordu;

“Bir insan temiz ve masum, günahsız bir insanın kılığına giren ejderhaların veya Allah’ın dostu durumunda olan Salih ve temiz kalpli evliyaların elbiselerine bürünmüş nice bozguncu ve rantiyeci kişilerin veya da meşrutiyet adını kullanıp, şeriat ve muhafazakârlık elbisesini giyen bir istibdat hegemonyasına ne demelidir?

Ve ne tür ceza verilir böylesi insanlara?

Oysaki o insan kılığına giren ejderha türü yılanlar veya evliyaların cübbesini giymiş bozguncular veya rejimin mezalim yağdıran bozuk sistemlere de demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi biçilmiş kaftanların altında toplumuna mezalim yapan iktidarların hakkı ne olmalıdır?

Bunları görmeyip de masum insanların idama çekilmesi neye benzer?

Masum, günahsız, suçsuz bir insanı idam edip de on tane caninin serbest bırakılmasına adalet denilir mi?

Yani tek kelimeyle, mevcut sistemlerin kirliliğini ve mezalimini örtpas etmek için masum insanlara suçlama getirip de cezalandırılması hangi kanuna, hangi vicdana sığdırılır..”

Bediüzzaman Hazretleri, İttihat Terakki Cemiyetinin kirli çamaşırlarını pazara çıkarıp, toplumun nazarında adeta yaralamıştı.

Kelime ve kavram kargaşasıyla nifak ve tefrika tohumlarını atan rejimler, hayat boyu ne devlete, ne millete huzur vermemiştir.

Adalet ve hukuk tersyüz edilerek, adaletin cübbesini zalime giydirip, her şeyi kamuflaj etmekle, hiçbir düzen sonuna kadar ayakta kalamaz.

Zira bir ülkede imtiyaz ve seçkinlik, hak etmeyen insanlara verilirse o zaman söz zulmün eline geçer, kuvvet hakta ve kanunda değil, batıla ve zorbalığa geçer.

Bu itibarla toplumsal denge bozulur.

Huzur, adalet, demokrasi, insan temel hak ve özgürlüğü hayal olur, denge alt üst olur.

O zaman da halk şunu demek zorunda kalır:

“Zalimler için yaşasın cehennem”

Eee..

Başka bir şey denilemez ki.

* * *

Evet, tarihi 31 Mart olayı..

Hiç tartışmasız geçmişimize yansıtılmış, piyon ajanlar tarafından gerçekleştirilmiş tarihi bir kirlenmedir.

Bugün ne yazık ki İslam ülkeleri, aynı mezalimi bünyesine taşımış durumda.

Oysaki insan şeref ve haysiyetine yakışır olan şey, kim nereye layıksa onu oraya oturtturmalıdır.

İsrailoğulları gibi güçlü ve feodal yapıyı söz sahibi etmek, ülkelere ve milletlere hiçbir zaman yarar getirmemiştir ve getiremez de.

Bilakis zarar verir.

Zira o yüce İslam Peygamberi (s.a.v), şöyle buyuruyor;

“Ey insanlar!

Kanınız, malınız, ırzınız, İslam’ın koruması altındadır.

Kimse, başkasının malına, kanına, ırzına saldırı yapamaz ve o hukuku çiğneyemez.

Zira insanların hürmetine ve kutsiyetine yakışan da budur”

Yine İslam’ın temel dayanak noktası da güçsüz ve fakir olanların yaşam ve hürriyeti, başkasının yaşam ve hürriyetine feda edilemez.

Yani birileri, güç kullanarak mustazaf (güçsüz insanların) kanıyla, malıyla, ırzıyla beslenmemesi gerekir.

Hele hele özel hayatına muttali olabilmek için, son zamanlarda “böcek” adıyla bilinen dinleme cihazları kurdurarak, halkın ve insanların özel hayatına muttali olunması için tecessüs (casusluk) yapmak, başkasına ajanlık yapmak, başkasının ayıbını ve kusurunu ifşa etmek, sözüm ona bir hukuk devleti bünyesinde yapılıyorsa, o devleti kirletmekten başka bir şey değildir.

Bir ülkeyi bünyesinden çökertmekten başka hiçbir şey değildir.

Hele hele müstevli, emperyalist ülkeler adına yapılırsa, apayrı bir rezalettir, skandaldır, çağın ayıbıdır.

Bu nedenle üç günlük bu yazımızın başına başlık olarak kullandığımız “DEVLET, MİLLET ve ADALET” ifadesi, milli benliğimizin korunmasına yöneliktir, milli birlik ve beraberliğimize yöneliktir,

“Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna bile az”

En derin saygı ve sevgilerimle.