DEVLET, MİLLET VE VATAN TEHLİKE ALTINDADIR

Evet, sevgili okurlar.

Malumunuz üzre yıllardan beri hep bu köşede yazıp, çiziyoruz.

Yani siz değerli okurlarımızla bir ölçüde ülke meseleleri hakkında hasb-i hal edip, dertleşiyoruz.

Ülkenin sorunları ve çözüm çarelerini hep dile getiriyoruz, özellikle yöremizdeki tarihi olup bitenleri sizlerle paylaşarak, kaleme almış durumdayız.

Amma velâkin hani diyorlar ya, "Görünen köy kılavuz istemez" resmi, az çok toplumsal yol haritamızı çiziyor.

Bu münasebetle diyoruz ki;

Yüzde 99’u Müslüman, inanmış bir toplum olarak, geçmişe yönelik yakın tarihimizde vuku bulan tüm olup bitenlerden ders-i ibret almamız lazım.

Ülkenin bütünlüğüne, milli birlik ve beraberliğine, milletin inanç ve mana değerlerine inanmayan siyaset alanında olsun, medya alanında olsun, kamu kurum ve kuruluşlarının bünyesinde olsun birçok bozguncu, bozuk unsurların var olduğundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.

27 Mayıs 1960 ihtilalinden 12 Eylül 1980’e kadar!..

Dahası, 28 Şubat 1997’ye kadar, hatta  27 Nisan 2007’lere kadar…

Ülkeyi hep askeri darbelerle sarsan cuntacı BÇG grupları, vatanı ve milleti hep kirli ideolojilerle, adeta toplumun, sosyal ve siyasal dengelerini alt üst edip, ekonomisinden kültürüne kadar, tarihine kadar, inancına kadar, tüm toplumsal varlık değerlerini tehdit altına almıştır.

Ve ne hazin bir durumdur ki;

Bu tehlikeli cuntacı darbeci unsurların yaptıkları kirli ve ahlak yoksunu hadiseler hep yanlarında kar kalmıştır.

***

Acı olan da;

Ülke insanının üzerine dehşetli tehditlerini demoklesin kılıcı gibi sallaya sallaya gelmişler, birer korkutucu mihraklar olarak kendilerini de topluma kabul ettirmişler.

Başta ifade ettiğimiz gibi, darbeler silsilesinin son halkaları 28 Şubat ve 27 Nisan olmuştur.

Bu paralelde Doğu ve Güneydoğu coğrafyası üzerine sıkıyönetimler ilan edilmiş, anormal mahkemeler kurulmuş, Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde JİTEM gibi tehlikeli ve bozguncu bir fesat unsuru oluşturulmuş.

Keza sıkıyönetim bölgelerinde JİTEM’le Milli İstihbarat ve o dönemin 7. Kolordu Komutanlığı hep aynı minval üzerine işbirliği yaparak, "Tavşana kaç, tazıya tut" misali faaliyetler içerisinde olmuştur.

Gizliden gizliye karanlık odakların marifetleriyle birçok terör unsurlarıyla işbirliği yaptıkları gibi, yeri geldiğinde "terör örgütü" elemanlarını kullanmışlar ve böylece terör odaklarını hep kahraman ilan etmişler.

Öbür yandan bölgedeki zayıf idareli birçok iş odaklarını ele geçirmişler ve o işadamlarının gayri ahlaki tutumlarıyla beraber olmuşlar ve bu yörede diğer nice ailelerin ocaklarını söndürmüşler, köyleri yakıp, yıkmışlar.

Böylece fakir, yoksul insanları şehirlere göç etmeye zorlamışlar.

Ama tüm bunların karşısında zayıf düşen sözüm ona milli irade yani iktidarlar ve siyasi partiler, adeta onlar da bu manzaradan hazını almışlar, nemalanmışlar.

CHP ve MHP son günlerde bölgede Başbakanın uygulamak istediği "barış sürecini" baltalamak için ellerinden geleni arkasına koymamaktadırlar.

Ne yazık ki muhalefetteki siyasi partiler bu konumlarını terk edip, adeta birer terör unsurları olarak kendilerini gösteriyorlar.

* * *

Bakınız, bir önceki gün Silivri’de yargıya karşı yapılan saldırgan darbe girişimi..

Görüntüde kim var; CHP’nin 40 tane milletvekili..

Bağımsız yargıyı etkilemek üzere duruşma salonuna girmek istiyor. Tabi ki arkasında bilinen İşçi Partinin menfur yandaşları..

İttifak içerisinde, "yargıyı" baskı altına alma gayreti içerisindeler.

Yine Silivri’deki olayın paralelinde Diyarbakır Dicle Üniversitesi Kampüsü’nde yaşananlar..

Kutlu Doğum Haftasına karşı öğrenci ayaklanma süsünün verilmesi, bu da apayrı bir garabettir ve çağdışı zorbalıktır.

İnanın ki bir önceki gün Dicle Üniversitesi Rektörlüğü bu tür zorbalıkların ve dehşet saçan unsurların karşısında çok büyük duyarlılık göstermiş ve böylece herhangi bir aşırılığa meydan vermeden polis vasıtasıyla bu Marksist, Leninist, kirli anlayışların önüne geçerek önleyebilmişlerdir.

Ama bu da bir gerçektir ki yıllar yılı Dicle Üniversitesinin bazı fakültelerinin bünyesinde, özellikle Mühendislik ve Hukuk Fakültelerinde bazı çöreklenmiş sol beyinler kendilerini hep sağcı muhafazakâr göstermişler ise de defalarca örgütleşerek rektörlük adaylığını koyan zevat ve yandaşları, inanın bunların varlığı hem üniversiteye hem de Diyarbakır’ımıza çok büyük zarar vermektedir.

* * *

Üzücü tablo şudur ki;

Aynı zevat iktidarın gerek eski ve gerek yeni bazı milletvekillerinin himayesinde olup ve onlara destek vermeleri..

Adeta mevcut yönetimi yıpratmak için birer kışkırtıcı unsur durumuna girmiş oldukları "Sağır Sultan"ın bile malumudur.

Sadece mevcut yönetimi zayıflatmak ve iş yapmaktan alıkoymak için yanlış yönlendirmeler ve gâh sağcı, gâh solcu, gâh BDP’li, gâh AK Partili kendini gösteren bu tür terör yandaşlarının varlığının bu üniversiteden bir an evvel temizletilmesi gerekir bizce.

***

Sevgili okurlar!

Bize göre yakın tarihimizde, yani cumhuriyetin kuruluşundan bugüne dek oluşa gelen olumsuzluklar negatif, kirli olayların varlığı mevcut CHP’nin ve onun yanındaki yan kuruluşlarının eseridir.

Kirli mezhepçilik unsurlarının "ışığında" bu kaotik ortam yaratılmak isteniliyor.

Bunlar devletin her kesiminde kamu kurum ve kuruluşlarının birçok kilit noktalarına yerleştirdikleri kışkırtıcı ajanlar, bu memlekete huzurun gelmesini engelliyorlar, hep terör ve anarşi havasını estiriyorlar.

Dünkü yazımızda belirttiğim gibi Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının yapmış olduğu "Bahtiyar Aydın’ın şehit edildiği Lice baskınındaki" araştırma sonucunda şimdiye kadar evrak üzerinde gösterilen olayın ne kadar asılsız olduğu savcılıkça tespit edilmiştir.

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının yaptıkları bu ciddi ve tarihi çalışma, elbette ki toplumun her kesimine çok büyük bir güven vermiştir, rahatlatıcı ve ferahlatıcı bir çalışma ciddiyeti olmuştur.

* * *

Nitekim dünkü Zaman Gazetesinin birinci sayfasından yayınlanan şu haber bizim üç günden beri yazdığımızın kanıtlayıcı bir delilidir.

Evet, Bahtiyar Aydın Paşa PKK’lıların saldırısı neticesinde şehit edilmişliğine verilen görüntü tümüyle sahtedir.

Yıllardan beri yaptığımız bu yöredeki araştırmalarımıza göre elde ettiğimiz bilgi ve bulgular dayanıklı belgeler ve oluşan oluşumlara dayanarak bunları söylemişiz.

Bahtiyar Aydın Paşa herhangi bir terör baskını nedeniyle Lice ilçesine gitmemiştir, birlikleri denetlemek üzere oraya gitmiştir.

O dönemin İl Jandarma Alay Komutanı Eşref Hatipoğlu. O gün denetlemede yanındaymış, aynı zamanda Milli İstihbaratın da bu olaydan haberi var, ama bugünkü Milli İstihbarat değil, o günlerdeki güdümlü bir Milli İstihbarat Bölge Başkanı vardı, onlar da çok iyi biliyorlar, ama olayı ört bas etmişler.

Keza dönemin Jandarma Asayiş Kolordu Komutanı yani Hasan Kundakçısından tut, yardımcısı İlker Başbuğ’a kadar daha kimleri sayarsanız!

Hepsi o gün yaşananları çok iyi biliyorlar.

* * *

Dünkü yazılı medyanın manşetlerine birinci sayfadan verilen haber, aynen şöyle;

"1993 yılında silahla vurularak şehit edilen Tuğgeneral Bahtiyar Aydın ile ilgili soruşturmayı yürüten Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, kayıtlara Lice baskını olarak geçen olayın asılsız olduğunu ortaya çıkardı.

18 kişinin hayatını kaybettiği sözde baskında askeri kaynaklar üstlerinden kimlik çıkmayan 4 kişinin PKK’lı olduğunu öne sürmüştü.

Ancak soruşturmayı derinleştiren savcılık bu kişilerin sivil vatandaşlar olduğunu belirledi. İfadesine başvurulan askerlerin tümü günlerce sürdüğü söylenen çatışmalarda hiç PKK’lı görmediklerini söylediler.

Takvimlerin 22 Ekim 1993 tarihini gösterdiği gün kalabalık bir PKK’lı grubun Diyarbakır Lice ilçesini bastı haberi geldi, Tuğgenaral Bahtiyar Aydın o dönemde Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı olarak görev yapıyordu, dönemin Jandarma Asayiş Kolordu Komutanı Hasan Kundakçı ve yardımcısı İlker Başbuğ’un talimatıyla Lice’ye intikal etti.

Çatışmalar sırasında Aydın, karakol bahçesinde bir keskin nişancının kullandığı kanas marka silahtan çıkan kurşunla kafasından vurularak şehit edildi.

Günlerce süren çatışmalarda gazetelere onlarca terörist öldürüldüğünü, örgütün ilçede birçok ev ve işyerlerini yaktığı yönünde bilgiler yansıdı, aradan yıllar geçtikten sonra Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın ölümünü şüpheli bularak soruşturma başlattı.

O dönemde Lice’de çok sayıda askerlik yapan kişilere ulaştı"

***

Evet, sevgili okurlar.

Haberin özeti böyle..

Buradan özellikle başta Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcımız ve beraberinde çalışan diğer savcılarımıza kamuoyu nezdinde bir medya kuruluşu olarak şükranlarımızı arz ediyoruz.

Ve diyoruz ki, her daim "hakikatlerin" gün ışığına çıkarılması yönündeki çabanızın da yanındayız!

Hadiseyle alakalı şunu da belirtelim ki tespitler bire bir değil, bire milyonca defa doğrudur.

Çünkü benzer bir vaka da; 21 Haziran 1996’da Altındağ Dinlenme Tesislerine yönelik yapılan menfur saldırıda icra edilmek istenildi.

O saldırı neticesinde 8 masum insan şehit oldu, 15 kişi de yaralandı.

Bu kanlı hain saldırı olayı o gün; PKK’ya ihale edilmişti.

Oysaki bizim sonradan edindiğimiz istihbaratlara göre olay hiç de öyle değil.

Bilindiği gibi;

Sabık İl Jandarma Alay Komutanı Eşref Hatipoğlu’ndan sonra koltuğuna Mecit Korkut isimli Jandarma Albay oturdu..

Eşref Hatipoğlu’yla halef-selef olarak görev yaptılar..

Ve Eşref Hatipoğlu’nun burada bazı işadamlarıyla çok sıkı fıkı olmakla beraber o gittikten sonra halefi olarak yerine oturan Mecit Korkut Albayın da aynı o işadamlarıyla büyük bir işbirliği içinde olup, sıkı fıkı çok aşırı ilişkiler içinde bulundu.

Ki o iş çevrelerinin PKK’yla yakın olduklarını ve kendilerinin hedeflerine ulaşmak için Jandarmayı kullandıklarını ve aynı zamanda "Altındağ Katliamı" işini PKK’ya taşeron olarak verdikleri tüm çıplaklığıyla gün yüzüne çıkarılmıştı.

Buna rağmen işin takipçisi olarak o tarihten 2000’li yıllara kadar bizi sindirmek ve susturmak için aynı hal devam etti.

Ve burada her şeyi tarihi tarihine, günü gününe dile getirmek bize göre abesle iştigal olur.

Zira olaylar günü gününe, saati saatine dönemin DGM Başsavcısı Nihat Çakar dâhil olmak üzere tüm bu olup biten kirlenmeleri Şemdinli olayında da Van Cumhuriyet Başsavcılığında 40 sayfadan ibaret beyan etmiştim.

Keza TBMM Araştırma Komisyonuna da beyan etmiştim.

Ama bu olay sözde münferit bir olay olduğu için hep örtbas edildi...

Özellikle bugünkü Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığını tenzih ediyorum, önceki dönemlerdeki Cumhuriyet Başsavcılıkları bu dosyaları her nedense örtbas etmişler.

4 klasörden ibaret olan dosya maalesef takipsizlik kararıyla neticelendirilmiştir.

Onun için diyoruz ki;

Bu bölgede olup biten kirlenmelere artık son verilmelidir.

Bu da adalet mekanizmasını elinde tutan gerçek yargı mensuplarına düşmektedir.

Olayın takipçisiyiz, hem de klasörlerce belge ve bilgilerle.

En derin saygılarımla.