DEVLETİN GÜCÜNÜ KÖTÜYE KULLANMAK!!

Evet SÖZ'ün sevgili okurları!

Bilindiği üzere Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yani AK Parti lideri önceki gün Diyarbakırımıza geldi. Büyük bir halk kitlesine karşı çok manalı ve ümit verici mesajlar verdi.

Diyarbakır insanı da gerçekten kendilerine yakışır bir tarzda devlet büyüklerini ağırladılar.

Zaten beklenen de buydu.

Güneydoğu'nun can damarı durumunda, eski deyimiyle "Şark'ın Parisi" olan, daha doğrusu "Sahabeler Diyarı" olan bu mübarek kentin her tarafına ezan seslerini yüceltmek için dikilen minareler ve cami kubbeleri bunun bir göstergesidir.

Başta Ulu Cami minare ve kubbelerinden tut, Sur içindeki tüm camilerin minarelerinden yükselen ezan sesleri ve İçkale'deki Hz. Süleyman Camisi'nde kılınan zevkli ibadet olmakla beraber, Yenişehir, Kayapınar, Gaziler semtlerindeki yeni yeni yapılanma, kentleşme içerisinde büyük camilerin atılan temelleri, yükselen minareler, bu Diyarbakır insanının ne kadar inançlı, dinine, inancına, ülke bütünlüğüne bağlılığının bir ifadesidir.

Nitekim, Başbakan'ın misyonu da zaten bu yöndedir.

Zaten konuşması esnasında okunan "ikindi ezanına" gösterdiği saygı. Konuşmasını kesmesi, büyük bir zevkle dinlemesi ve halkla aynı duyguyu paylaşması, inancın göstergesidir.

O münasebetle Diyarbakır halkı Başbakan'ı ve Bakanlarını güzel bir biçimde karşıladılar.

DTP teşkilatları, başta Büyükşehir Belediye Başkanı sayın Osman Baydemir dahil olmak üzere, onlar da aynı şekilde Diyarbakır'ı temsilen, sağa sola, sokaktaki çıkabilecek çatlak seslere meydan vermediler ve onlar da kendilerine düşen görevleri yaptılar.

Bu gerçeği de burada yazmadan geçmek istemiyorum.

Artık bu bir aylık süreç içerisinde Diyarbakır halkı kimi, parti olmaktan daha fazla, kişilerin beğenileri ve ağırbaşlılığı ve çalışma stilini beğenerek, herkes özgür iradesiyle istediklerine rahatlıkla oyunu verebilir.

Sessiz sedasız, kazasız belasız, herhangi bir siyasi müdahale ve baskı unsurları vatandaş üzerinde kullanılmadan rahatlıkla sandık başına gider, oyunu kullanır.

Nitekim AK Parti, iktidarda olan bir parti olmakla beraber, geçen dönemde gösterdikleri adayların hiçbirisine oy vermek istemediler, büyük çoğunlukla DTP'ye oy verdiler.

Ve beş yıldan beri DTP Belediye Başkanları Diyarbakır'ı güzel bir şekilde Belediye olarak yönetmektedirler.

Vatandaşlarla Belediye Başkanları arasında herhangi bir antidemokratik kavga, anlaşmazlık da söz konusu olmamıştır.

Başta Büyükşehir Belediyesi olmak üzere, diğer beldelerin belediyeleri de bu beş yıl içerisinde güzel bir diyalog, barış ve demokrasi içerisinde bugüne kadar gelinmiştir.

Her ne kadar büyük çapta, zaman zaman dört dörtlük bir hizmet olmamış ise de, diğer geçmişteki dönemlerden bu dönem daha iyi olmuştur.

Nitekim 2000'li yıllardaki Refah Partisi'nin Belediye Başkanları ile DTP'nin onlardan sonra Feridun Çelik'e devredilen belediye dönemlerine kıyas edilirse gerçekten fevkalade halk, DTP'nin bu belediye yönetimlerinden diğerlerine nazaran daha memnun…

Elbette ki, kimse kimsenin oylarını ipotek altına almamalıdır ve alamaz da.

Her vatandaş hür iradesini, vicdanına dayanarak oyunu kullanacaktır.

Ama layık kimse, becerikli kimse, halkı incitmemiş insanlar, hangi parti olursa olsun elbette ki daha ön planda tutulmalıdır.

Nitekim AK Parti iktidar partisi olduğu halde, geçen dönemdeki gösterdikleri zevat, halk tarafından benimsenmemiş ve AK Parti'nin yüzünü güldürmemiştir.

Diyarbakır insanı beğenmemiştir, AK Parti iktidar partisi olmasına rağmen gösterilen adayına kazandırılmamıştır ve çok geri planda kalmıştır.

Bu da bir dersi ibret olmalıdır.

Ama Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a gelince, önceki gün İstasyon Meydanı'nda göstermiş olduğu performans bize göre fevkaladeydi.

Yine halkın teveccühüne mazhar olan Erdoğan, çok önemli ve derin manalı mesajları sundu.

Bu çarpıcı mesajların en başında gelen, bana göre şuydu:

"Dün devletin gücünü istismar edenler, kendilerini devlet zannedenler, bugün hukuk karşısında yapayalnız kaldı…"

Erdoğan, Ergenekon ve JİTEM'I kastederek, şöyle vurgulama yaptı:

"İçkale'deki Diyarbakır Cezaevi'nde yaşanan acıları çok iyi biliyorum" dedi.

Evet! Bu mesaj tarihi bir mesajdır.

Kapsamlıdır, manalıdır ve derindir.

Aynı zamanda Türkiye'nin doğusuyla batısıyla, Türküyle Kürdüyle, Acemiyle Arabıyla, Lazıyla Çerkeziyle bir bütünlük içerisinde olduğunu, ayrılık gayrılık olmadığını belirtmiştir.

Daha doğrusu "Dün devletin gücünü istismar edenler, kendilerini devlet zannedenler" ifadesi JİTEM'in bu yörede geçmişe yönelik ne kadar mezalimleri yağdırmış, halkı ne kadar soyup soğana çevirmiş, nice ocakları söndürmüş, nice nice ana babaların gözyaşlarının dökülmesine neden olmuş olması konuşmasının ümit verici bir gerçeğiydi.

"İçkale'deki Diyarbakır Cezaevi'nde yaşanan acıları çok iyi biliyorum" demesi, 1990'lı yıllardan 2000'li yıllara kadar o İçkale içindeki JİTEM'in merkezi durumunda olan ve Jandarma İstihbarat'ın Amiri durumunda olan o günkü Binbaşı rütbesini taşıyan ve bugün Denizli Jandarma Alay Komutanı durumunda olan zat idi.

Yani Cemal Temizöz binbaşıydı.

O insan Diyarbakır halkından tut, devletin hakim ve savcılarını, valilerini, vali yardımcılarını, öğretmenlerini, iş çevrelerini bir çok yönüyle fişlemiş, Ali Kaya'yı görevlendirerek, birçok insanların hayatına mal olur derecesinde işkence yapmıştır.

Elimizde belgeler ve vesikalar mevcut.

Hele hele 1997 ile 2000'li yıllar arasındaki DGM Cumhuriyet Başsavcılığı görevini sürdüren bir Başsavcının emri altında devletin yargı merkezi durumunda olan o günün DGM çalışanları ve yargı mensuplarını büyük bir töhmet altına alarak fişlemişti.

Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu'na şikayet etmişti ve ordaki çalışan insanları çok kötü ithamlar altında bırakmıştı.

İşte Başbakanımız gerçekten çarpıcı bir edayla detayıyla dile getirmemiş ise de, derinden derine vurgulamıştır.

Nitekim o tarihlere yönelik bu yörenin ve hatta tüm Türkiye'nin başına yağdırılan badireler gün gittikçe tüm berraklığıyla açığa vurulmaktadır.

Su yüzüne çıkan her şey, yakalanan Ergenekon sanıklarının ağzı ile ispatlanmaktadır.

Bakınız dünkü Yeni Şafak Gazetesi'nin manşeti şöyle:

"ERGENEKON'U GÖRÜNCE ÜRPERDİM"

Manşetin sağ köşesi altında kırmızı zemin üzerine yazılan "Emekli General Şenel'den derin itiraf" yazısı günün haberi olarak yazılmıştı.

"Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılan emekli Tümgeneral, "belgeleri görünce derin bir yapılanma olduğunu anladım ve ürktüm" dedi."

Bu itiraf doğrultusunda hukukçu Tümgeneral yaklaşık onbeş yıl gibi uzun bir süreç içerisinde Genelkurmay'da Hukuk Müşaivirliği görevini yapıyordu.

Her şey onun disiplinize edilmiş mefkuresinden geçiyordu.

Söz onun sözüydü.

Milli Savunma müsteşarlarından tut, Genelkurmay birinci ve ikinci başkanlarının yegane hukuk dayanağı bu zattı.

"Astığını astık, kestiğini kestik" diye bir şansa sahipti.

Çok dikkat çekici ve çarpıcı olan durum da şudur:

1998'deki DGM Cumhuriyet Başsavcılığı görevini yürüten Başsavcı Nihat Çakar, zaman zaman dolaylı yollardan ona ulaşıyordu. Ve ondan ilham alıyordu.

Birbirinin yakın dostlarıydı, ama bugün de kendini temize çıkarmak için her şeyi inkar ediyor ise de bu ayrı bir mesele..

Bakın ne diyor:

"Emniyet'te bana gösterilen belgeleri görünce, derin bir yapılanma olduğunu anladım ve ürktüm" diye itiriafta bulunan bu zatı muhterem (!), bakın şöyle derin ifadelerde nasıl bulunuyor.

"Bırakın bu işleri Allah aşkına! Kent, otel toplantılarına Engin Aydın'ın davetlisi olarak katıldığını söyleyen Şenel, İlhan Selçuk, gözaltına alındıktan sonra toplantılara son verildi, ancak geçtiğimiz günlerde beni çağırdılar. Bırakın bu işleri Allah aşkına!" diyerek gizemli toplantıların tekrar başladığını vurguladı ve "Ben gitmedim" diyor.

Ben de naçizane sayın Paşamızın nedamet içerisinde olduğuna şahidim(!)

Zira, gözaltına alındıktan sonra geçenlere yönelik bir Cuma günü Gaziosmanpaşa Köroğlu caddesindeki camide Cuma namazını kılarken, tesadüfen aynı safta bulunduk.

Ama o beni tanımıyor, ben onu tanıyorum o ayrı mesele..

Cuma namazını kıldığına göre, demek paşamız kendine gelmiştir.

Başbakan sayın Erdoğan'ın önemli mesajlarından birisi de şu idi, bunu da yazmadan geçmek istemiyorum:

"Ebediyete Kadar Birlikteyiz"

Türkiye'deki birlik ve beraberliği kimsenin bozamayacağını dile getiren Başbakan, "Bu ülkenin mayası birdir. Hepimiz bu ülkenin asli unsuru, birinci sınıf vatandaşıyız" diye konuştu.

Evet sevgili dostlar!

Her ne olursa olsun, herkesin fikri, zikri, siyasi inancı kendilerine ait olmakla beraber, ama Başbakan Erdoğan'ın samimiyetinden, ciddiyetinden kimsenin de şüphesi olmasın, bize göre o, Türkiye için bir şanstır.

Ama onun bereketli bu çalışma stilinden layık olmadıkları halde nemalanmak isteyenlerin de sayısı az değildir.

En derin saygılarımla…

 

 

 

 

DEVLETİN GÜCÜNÜ KÖTÜYE KULLANMAK!!

 

Evet SÖZ'ün sevgili okurları!

Bilindiği üzere Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yani AK Parti lideri önceki gün Diyarbakırımıza geldi. Büyük bir halk kitlesine karşı çok manalı ve ümit verici mesajlar verdi.

Diyarbakır insanı da gerçekten kendilerine yakışır bir tarzda devlet büyüklerini ağırladılar.

Zaten beklenen de buydu.

Güneydoğu'nun can damarı durumunda, eski deyimiyle "Şark'ın Parisi" olan, daha doğrusu "Sahabeler Diyarı" olan bu mübarek kentin her tarafına ezan seslerini yüceltmek için dikilen minareler ve cami kubbeleri bunun bir göstergesidir.

Başta Ulu Cami minare ve kubbelerinden tut, Sur içindeki tüm camilerin minarelerinden yükselen ezan sesleri ve İçkale'deki Hz. Süleyman Camisi'nde kılınan zevkli ibadet olmakla beraber, Yenişehir, Kayapınar, Gaziler semtlerindeki yeni yeni yapılanma, kentleşme içerisinde büyük camilerin atılan temelleri, yükselen minareler, bu Diyarbakır insanının ne kadar inançlı, dinine, inancına, ülke bütünlüğüne bağlılığının bir ifadesidir.

Nitekim, Başbakan'ın misyonu da zaten bu yöndedir.

Zaten konuşması esnasında okunan "ikindi ezanına" gösterdiği saygı. Konuşmasını kesmesi, büyük bir zevkle dinlemesi ve halkla aynı duyguyu paylaşması, inancın göstergesidir.

O münasebetle Diyarbakır halkı Başbakan'ı ve Bakanlarını güzel bir biçimde karşıladılar.

DTP teşkilatları, başta Büyükşehir Belediye Başkanı sayın Osman Baydemir dahil olmak üzere, onlar da aynı şekilde Diyarbakır'ı temsilen, sağa sola, sokaktaki çıkabilecek çatlak seslere meydan vermediler ve onlar da kendilerine düşen görevleri yaptılar.

Bu gerçeği de burada yazmadan geçmek istemiyorum.

Artık bu bir aylık süreç içerisinde Diyarbakır halkı kimi, parti olmaktan daha fazla, kişilerin beğenileri ve ağırbaşlılığı ve çalışma stilini beğenerek, herkes özgür iradesiyle istediklerine rahatlıkla oyunu verebilir.

Sessiz sedasız, kazasız belasız, herhangi bir siyasi müdahale ve baskı unsurları vatandaş üzerinde kullanılmadan rahatlıkla sandık başına gider, oyunu kullanır.

Nitekim AK Parti, iktidarda olan bir parti olmakla beraber, geçen dönemde gösterdikleri adayların hiçbirisine oy vermek istemediler, büyük çoğunlukla DTP'ye oy verdiler.

Ve beş yıldan beri DTP Belediye Başkanları Diyarbakır'ı güzel bir şekilde Belediye olarak yönetmektedirler.

Vatandaşlarla Belediye Başkanları arasında herhangi bir antidemokratik kavga, anlaşmazlık da söz konusu olmamıştır.

Başta Büyükşehir Belediyesi olmak üzere, diğer beldelerin belediyeleri de bu beş yıl içerisinde güzel bir diyalog, barış ve demokrasi içerisinde bugüne kadar gelinmiştir.

Her ne kadar büyük çapta, zaman zaman dört dörtlük bir hizmet olmamış ise de, diğer geçmişteki dönemlerden bu dönem daha iyi olmuştur.

Nitekim 2000'li yıllardaki Refah Partisi'nin Belediye Başkanları ile DTP'nin onlardan sonra Feridun Çelik'e devredilen belediye dönemlerine kıyas edilirse gerçekten fevkalade halk, DTP'nin bu belediye yönetimlerinden diğerlerine nazaran daha memnun…

Elbette ki, kimse kimsenin oylarını ipotek altına almamalıdır ve alamaz da.

Her vatandaş hür iradesini, vicdanına dayanarak oyunu kullanacaktır.

Ama layık kimse, becerikli kimse, halkı incitmemiş insanlar, hangi parti olursa olsun elbette ki daha ön planda tutulmalıdır.

Nitekim AK Parti iktidar partisi olduğu halde, geçen dönemdeki gösterdikleri zevat, halk tarafından benimsenmemiş ve AK Parti'nin yüzünü güldürmemiştir.

Diyarbakır insanı beğenmemiştir, AK Parti iktidar partisi olmasına rağmen gösterilen adayına kazandırılmamıştır ve çok geri planda kalmıştır.

Bu da bir dersi ibret olmalıdır.

Ama Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a gelince, önceki gün İstasyon Meydanı'nda göstermiş olduğu performans bize göre fevkaladeydi.

Yine halkın teveccühüne mazhar olan Erdoğan, çok önemli ve derin manalı mesajları sundu.

Bu çarpıcı mesajların en başında gelen, bana göre şuydu:

"Dün devletin gücünü istismar edenler, kendilerini devlet zannedenler, bugün hukuk karşısında yapayalnız kaldı…"

Erdoğan, Ergenekon ve JİTEM'I kastederek, şöyle vurgulama yaptı:

"İçkale'deki Diyarbakır Cezaevi'nde yaşanan acıları çok iyi biliyorum" dedi.

Evet! Bu mesaj tarihi bir mesajdır.

Kapsamlıdır, manalıdır ve derindir.

Aynı zamanda Türkiye'nin doğusuyla batısıyla, Türküyle Kürdüyle, Acemiyle Arabıyla, Lazıyla Çerkeziyle bir bütünlük içerisinde olduğunu, ayrılık gayrılık olmadığını belirtmiştir.

Daha doğrusu "Dün devletin gücünü istismar edenler, kendilerini devlet zannedenler" ifadesi JİTEM'in bu yörede geçmişe yönelik ne kadar mezalimleri yağdırmış, halkı ne kadar soyup soğana çevirmiş, nice ocakları söndürmüş, nice nice ana babaların gözyaşlarının dökülmesine neden olmuş olması konuşmasının ümit verici bir gerçeğiydi.

"İçkale'deki Diyarbakır Cezaevi'nde yaşanan acıları çok iyi biliyorum" demesi, 1990'lı yıllardan 2000'li yıllara kadar o İçkale içindeki JİTEM'in merkezi durumunda olan ve Jandarma İstihbarat'ın Amiri durumunda olan o günkü Binbaşı rütbesini taşıyan ve bugün Denizli Jandarma Alay Komutanı durumunda olan zat idi.

Yani Cemal Temizöz binbaşıydı.

O insan Diyarbakır halkından tut, devletin hakim ve savcılarını, valilerini, vali yardımcılarını, öğretmenlerini, iş çevrelerini bir çok yönüyle fişlemiş, Ali Kaya'yı görevlendirerek, birçok insanların hayatına mal olur derecesinde işkence yapmıştır.

Elimizde belgeler ve vesikalar mevcut.

Hele hele 1997 ile 2000'li yıllar arasındaki DGM Cumhuriyet Başsavcılığı görevini sürdüren bir Başsavcının emri altında devletin yargı merkezi durumunda olan o günün DGM çalışanları ve yargı mensuplarını büyük bir töhmet altına alarak fişlemişti.

Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu'na şikayet etmişti ve ordaki çalışan insanları çok kötü ithamlar altında bırakmıştı.

İşte Başbakanımız gerçekten çarpıcı bir edayla detayıyla dile getirmemiş ise de, derinden derine vurgulamıştır.

Nitekim o tarihlere yönelik bu yörenin ve hatta tüm Türkiye'nin başına yağdırılan badireler gün gittikçe tüm berraklığıyla açığa vurulmaktadır.

Su yüzüne çıkan her şey, yakalanan Ergenekon sanıklarının ağzı ile ispatlanmaktadır.

Bakınız dünkü Yeni Şafak Gazetesi'nin manşeti şöyle:

"ERGENEKON'U GÖRÜNCE ÜRPERDİM"

Manşetin sağ köşesi altında kırmızı zemin üzerine yazılan "Emekli General Şenel'den derin itiraf" yazısı günün haberi olarak yazılmıştı.

"Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılan emekli Tümgeneral, "belgeleri görünce derin bir yapılanma olduğunu anladım ve ürktüm" dedi."

Bu itiraf doğrultusunda hukukçu Tümgeneral yaklaşık onbeş yıl gibi uzun bir süreç içerisinde Genelkurmay'da Hukuk Müşaivirliği görevini yapıyordu.

Her şey onun disiplinize edilmiş mefkuresinden geçiyordu.

Söz onun sözüydü.

Milli Savunma müsteşarlarından tut, Genelkurmay birinci ve ikinci başkanlarının yegane hukuk dayanağı bu zattı.

"Astığını astık, kestiğini kestik" diye bir şansa sahipti.

Çok dikkat çekici ve çarpıcı olan durum da şudur:

1998'deki DGM Cumhuriyet Başsavcılığı görevini yürüten Başsavcı Nihat Çakar, zaman zaman dolaylı yollardan ona ulaşıyordu. Ve ondan ilham alıyordu.

Birbirinin yakın dostlarıydı, ama bugün de kendini temize çıkarmak için her şeyi inkar ediyor ise de bu ayrı bir mesele..

Bakın ne diyor:

"Emniyet'te bana gösterilen belgeleri görünce, derin bir yapılanma olduğunu anladım ve ürktüm" diye itiriafta bulunan bu zatı muhterem (!), bakın şöyle derin ifadelerde nasıl bulunuyor.

"Bırakın bu işleri Allah aşkına! Kent, otel toplantılarına Engin Aydın'ın davetlisi olarak katıldığını söyleyen Şenel, İlhan Selçuk, gözaltına alındıktan sonra toplantılara son verildi, ancak geçtiğimiz günlerde beni çağırdılar. Bırakın bu işleri Allah aşkına!" diyerek gizemli toplantıların tekrar başladığını vurguladı ve "Ben gitmedim" diyor.

Ben de naçizane sayın Paşamızın nedamet içerisinde olduğuna şahidim(!)

Zira, gözaltına alındıktan sonra geçenlere yönelik bir Cuma günü Gaziosmanpaşa Köroğlu caddesindeki camide Cuma namazını kılarken, tesadüfen aynı safta bulunduk.

Ama o beni tanımıyor, ben onu tanıyorum o ayrı mesele..

Cuma namazını kıldığına göre, demek paşamız kendine gelmiştir.

Başbakan sayın Erdoğan'ın önemli mesajlarından birisi de şu idi, bunu da yazmadan geçmek istemiyorum:

"Ebediyete Kadar Birlikteyiz"

Türkiye'deki birlik ve beraberliği kimsenin bozamayacağını dile getiren Başbakan, "Bu ülkenin mayası birdir. Hepimiz bu ülkenin asli unsuru, birinci sınıf vatandaşıyız" diye konuştu.

Evet sevgili dostlar!

Her ne olursa olsun, herkesin fikri, zikri, siyasi inancı kendilerine ait olmakla beraber, ama Başbakan Erdoğan'ın samimiyetinden, ciddiyetinden kimsenin de şüphesi olmasın, bize göre o, Türkiye için bir şanstır.

Ama onun bereketli bu çalışma stilinden layık olmadıkları halde nemalanmak isteyenlerin de sayısı az değildir.

En derin saygılarımla…