DEVLETLER VE DEVŞİRMELER!

Evet, sevgili SÖZ okurları.
Bilindiği gibi milletleri millet eden, devletleri yücelten, güçlendiren temel unsur ve ana faktör inançtır, birlikteliktir.
Sağlam ve dik duruştur.
Şaşmayan ilke ve prensiplere bağlılıktır.
Bu sayılan unsurlar bulunmadığı takdirde hiçbir millet varlığını koruyamaz.
Güçlenip ülke bütünlüğünü sağlayamaz.
Ve payidar olmaz.
Bu şaşmaz bir kaidedir, esastır ve usuldür.
Bundan şaşılmaz.
Eğer inanmış bir toplum inancı gereği tarihini, kültürünü, gelenek ve göreneklerini yukarıda sayılan ana ilkelere bağlı kılmazsa yaşama şansı olmadığı gibi her an için yıkılmaya da mahkûmdur.
Ülkeleri ülke eden, milletleri millet eden temel felsefe ve ana kural inançtır, sevgidir, tarihe ve kültüre bağlılıktır.
Bundan başka ülkelerin bütünlüğü ve toplumların varlığı söz konusu olamaz.
Hele hele devletini, tarihi ilke ve kurallar doğrultusunda oluşturmayan bir toplum, devletin bünyesini devşirme ve ne idüğü belli olmayan sapık düşünce ve felsefeye dayalı güçlerle doldurursa uzun ömürlü yaşama sahip olması mümkün değildir.
Tıpkı cihanşümul dünya devleti olan Osmanlı’nın son döneminden tut, cumhuriyet dönemine kadar, hatta günümüze dek…
Görüyoruz ki, ülkenin yönetim şekli gittikçe kötüye doğru gidiyor.

* * *

Bakınız;
Devletin kurum ve kuruluşlarının bünyesinde barınan bir çok kişi arpa boyu kadar milletin yararına, ülkenin gelişmesine yönelik adım atma görüntüsünü veremiyorlar.
Sünnet-i seniye denilen iyi adet ve geleneklerin korunması yerine sünnet-i seyyieleri kötü adet ve geleneklerini şiar edinip devletin kurum ve kuruluşlarının bünyesini sapık ideolojilerle doldurmaya çalışmışlardır ve çalışmaya da devam etmektedirler.
Bu münasebetle ülke tümüyle bugüne dek kendini kargaşadan, kavgadan, ilkesizliklerden, derbederliklerden ve derebeylik zihniyetinden kurtaramamıştır.
Günlük basınımızın birinci sayfalarındaki önemli manşetlere bakıldığında inanın dudak uçuklatan, insanı vicdanen titreten olaylarla karşı karşıya kalıyorsunuz.
Devletin çok önemli ve bugüne kadar hep kutsal tutulan dokunulmaz, kurumların başını çeken ve en önemli kurumlardan birisi olan Türk Silahlı Kuvvetleri’dir yani Türk ordusudur.
Devletin Yasama, Yürütme ve Yargı gibi temel esaslarından birisi de Adalet Bakanlığı ve onun bünyesindeki yargıdır.
Fakat hani diyorlar ki; "Görünen köy kılavuz istemez" misali..
Ne yazık ki;
Devletin bu her iki kurumunun bünyesine sızmış nice sapık ideolojilere dayalı devşirmeler var.
Tıpkı Osmanlı’nın son döneminde olduğu gibi günümüzdeki Türkiye’de de aynı sistematik hal yaşanmaktadır.

* * *

Bakınız, 4 Aralık 2010 tarihli Taraf Gazetesinin birinci sayfasında, Neşe Düzel’in deneyimli yazar Hasan Cemal ile yaptığı röportajı göreceksiniz.
İbretle bazı paragrafları isterseniz beraber okuyalım.
Hasan Cemal diyor ki;
"Cumhuriyetin kuruluşunda katiller var.
Ordunun terfi sicili lekeli"
Röportaj'da Hasan Cemal devamla şöyle diyor:
"Bazı çatışmalar yaşanabilir. Ancak son tahlilde asker demokrasinin kurallarını içine sindirecek. Cumhuriyetin kuruluşunda katiller var. Katiller derken tırnak içinde katiller bunlar. Demokrasinin ve hukukun katilleri bunlar. Mesele katil üreten sistemi demokratikleştirmektir"
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sicili birçok açıdan lekelidir diyen Cemal;
"Öyle terfiler vardır ve öyle askerler, kişiler terfi ettirilmiştir ki, insan hakları ve hukuk üstünlüğü açısından hazmetmek zordur. Yani yenilir yutulur gibi değildir" diyor.
"Doğan grubuna vergi cezası olayı Anayasa değişikliğinin başörtüsüne indirgenmesi gibi olaylara rağmen bilanço yaptıklarında AK Parti’nin sevapları günahlarına ağır basıyor.
Askerlerin, sivil iradenin emirlerini dinleyeceği bir döneme girdiğimizi sanıyorduk; ama galiba yanılmışız. Hükümet darbe sanığı generallerin terfilerini yasanın kendisine verdiği hakkı kullanarak durdurmak istiyor; ama ordu generallerin terfi etmesi için uğraşıyor.
Ordu niye bu konuda bu kadar direniyor."
Direniyor…
Çünkü asker bugüne kadar hep başına buyruk davrandı, kendine laf söyletmedi, kendisini hep halktan yukarıda gördü.
Önce darbe anayasalarıyla kendine özel bir hukuk sistemi yarattı.
Ve hep kırmızı çizgiler çizdi.

* * *

Dünkü Bugün gazetesinin manşetine bakıldığında birinci sayfanın sol köşesinde Yahudi ırkına mensup Lenin’in fotoğrafı var.
Ve manşet şöyle devam ediyor:
"Etek boyunu bile ölçmüşler"
Haberin devamı aynen şöyle:
"28 Şubat darbecileri her kesimi fişlemekle yetinmemiş, subay ve astsubayların evlerine pazarlamacı kılığında istihbaratçı gönderip eş ve kızlarını da tek tek fişletmişler.
Bluz uzun kollu, etek uzun boylu yüzbaşı H.V’nin raporunda şu ifadeler yer alıyor.
Pazarlamacı kisvesiyle evine gidildiğinde kapıyı açan 40 yaşlarındaki bayanın üzerinde uzun kollu bluz ve ayak topuklarına kadar uzun etekli olduğu 16 yaşındaki bayanın ise modern giyimli olduğu görüldü.
BAŞINDA TÜLBENT, ÜZERİNDE PİJAMA
Jandarma yüzbaşı İ.Ö’nün evine giden istihbaratçıların fişlemesinde ise şu ifadeler bulunuyor;
"Adres sorma bahanesiyle evine gidildiğinde kapıyı açan eşinin başında tülbent tabir edilen ince başörtüsü, üzerine uzun kollu gömlek ve penye pijamalı olduğu görüldü"

* * *

Evet, sevgili okurlar.
Bakınız!
Bu ülke, bu millet ve bu devlet ne ibretli olaylarla karşı karşıya kalmıştır.
İnsan kendi kendine bu soruyu sormaktan alıkoyamıyor.
Birinci dünya savaşında Türkiye’yi işgal eden emperyalist, Siyon ve haçlı orduları bu ülkede kalmış olsaydı, bu işleri acaba millete yapabilirler miydi?
Hayır kesinlikle.
Birçok İslam ülkelerinin hala da emperyalist ülkelerin himayesinde birer uydu ülke olarak yaşamlarını kesinlikle dini inançları doğrultusunda sürdürmekte olduğunu görüyoruz.
Ama her nedense müstevli İngiliz ve diğer haçlılar Türkiye’yi bırakıp giderken acaba arkalarında ne gibi miraslar bıraktılar veya danışıklı dövüş mü oldu? işte o meçhulümüz!.
Ama görünen odur ki bu millete yapılan yaptırımlar o paraleldedir.
Haber devamla şöyle diyor;
"Türkiye’nin ağır bedeller ödediği 28 Şubat darbesinin skandal bir yönü daha ortaya çıktı.
Akademisyenler, siyasiler, işadamları ile büfeciler gibi toplumun her kesimini fişleyen darbecilerin bununla yetinmeyip binlerce asker ailesini de takip ettiği belirlendi.
İstihbaratçıların Jandarma Genel Komutanı’nın emriyle subay ve astsubayların kızlarını fişledikleri ortaya çıktı.
Bin 637 asker ordudan atılmıştı.
Pazarlamacı kılığında ya da asker sorma bahanesiyle askerlerin evine giden istihbaratçıların kız ve kadınların kıyafetlerini inceleyip rapor tuttuğu tespit edildi.
Skandal raporlarla genç kız ve kadınların etek boyunun bile özel mühürlü fişleme formuna yazıldığı görüldü.
Rezaletin yaşandığı 28 Şubat sürecinde Bin 637 subay ve astsubay ordudan atılmış durumda"

* * *

Evet, sevgili dostlar.
Bu ülke insanına yaşatılan anti demokratik hukuksuzluk gibi pisliklerin haddi hesabı yoktur.
Günlük olayların akışına baktığında dürüst yazan medyanın çok çarpıcı haberleriyle karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz.
Akit Gazetesinin dünkü nüshasında sayfanın en alt köşesinde şöyle bir haber var.
"YASAKÇI REKTÖR SAPIK ÇIKTI"
Rektör Kadri Yamaç..
Mescit kapatıp dansöz oynatan, başörtüsünü yasaklayan rektör Yamaç’ın koruması ile sapık ilişki yaşadığı ortaya çıktı.
Yamaç 19 Ağustos 2010 tarihinde kendi evinde koruması Serdar Göçer ile cinsel ilişkiye girdi.
Göçer ilişki anını cep telefonu ile görüntüleyerek Yamaç’a şantaj yaptı, Göçer yakalandı.
Yamaç ise alkol aldıktan sonra kendimde değildim, muhtemelen sarhoş olduğum anda olay meydana gelmiş diyerek kendini savundu"
İşte bakınız, sevgili can dostlarım.
Türkiye’nin nereden nereye geldiğini?
Ne diyelim;
Bu çürümüş, kokuşmuş sistemi savunanların ne kadar hıyanet ve ihanet içerisinde olduğuna varın artık siz karar verin.
Evet, sevgili okurlar.
Yukarıda anlattığım gibi acaba müstevli haçlı ordular Allah korusun bu memleketi istila etmiş olsaydılar, böyle iğrençlikleri, böyle alçalışları ülke insanına yaşatırlar mıydı acaba?
Doğrusu; biraz kuşkuluyum.

* * *

Yazımızı burada sonuçlandırırken, Üstat Bediüzzaman Hazretleri’nin "İki Mektep Musibetnamesi" adlı Risalesinin "Sekizinci cinayet" başlıklı paragrafını özetleyerek sizinle paylaşak istiyorum.
Evet, o büyük Üstat şöyle buyuruyor ve diyor ki;
"Ben işittim, askerler, bazı cemiyetlere intisab etmişler.
Yeniçerilerin, hadise-i müthişesi, müthiş olayı hatırıma geldi.
Gayet telaş ettim, endişelendim.
Bir gazetede yazdım ki, "En mukaddes cem’iyet askerlerden oluşan cem’iyetlerdir ki umum askerlik mesleğine girenler neferinden ser askere kadar (baş komutanına) bu kutsallığa dahildir.
Zira ittihat (birlik), uhuvvet (kardeşlik), itaat, muhabbet (sevgi) ve i’lai kelimetullah (İslam ilkelerini) üstün tutmak, dünyanın en mukaddes cem’iyetlerin maksadıdır, hedefidir ve ana stratejisidir.
Tüm askerler, tamamıyla buna mazhardırlar.
Askerler, devletin merkezidir.
Millet ve cem’iyet de onlara intisap etmesi lazımdır.
Sail cem’iyetler milleti asker gibi mazharı muhabbet ve uhuvvet etmek içindir. (Sevgi ve kardeşlik içindir)
Ama ittihadı Muhammedi ki (Hz Muhammed’e intisab) umum müminlere şamildir. (tüm müminleri kapsıyor)
Cem’iyet ve fırka değildir, bir bütündür.
Merkezi birinci saffı Gaziler ve Şehitlerdir, limler ve Evliyalardır.
Hiçbir birey komutan olsun veya nefer olsun bundan hariç olamaz"
Evet, demek anlaşılan odur ki;
Askerin asker olabilmesi için...
Askerin kurtarıcı ve kahraman olabilmesi için; kendi milletinin inanç ve ilkelerinin dışında kalmaması gerekir.
Bir toplumun özellikle İslam toplumlarının bünyesinde oluşan asker ve ordular mutlaka İslam dininin ana ilkeleri paralelinde adım atmaları lazım.
Eğer İslam’la ters düşüyor ise o zaman okurumun bünyesi sağlam değildir, devşirmeler hıyanetiyle karşı karşıyadır.
En derin saygılarımla.