DEVLETLERİN KÖTÜ GELENEĞİ!?

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü Diyarbakır Söz Gazetesinin manşetinde “GÖZLER ZİRVEDE” haberini okuduk.

“Kürt sorununun çözümüne “yeni ivme” kazandıracak Başbakan Erdoğan ile CHP lideri Kılıçdaroğlu zirvesi bugün. Kılıçdaroğlu Başbakana bugün 10 maddelik çözüm paketi sunacak”

Aynı haberin kare içine alınan devamı;

“DİYALOGA HAZIRIZ”

“BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Kürt Sorunun ortaya çıkmasında önemli sorumluluğu olan CHP’nin bugün çözüm için bir formül arayışına giriyor olmasının önemsenmesi gerektiğini söyledi”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Tabii şekli ve yüzeysel olarak, cumhuriyet döneminin siyaset geleneği olarak bilinen böylesine diyaloglar (!) zaman zaman partiler arasında müzakereye konulmuş ise de, hiçbir zaman da sonuç elde edilmemiştir.

Bu sonuca da devletlerin kötü geleneği denir!

Zira, "samimiyetsizlik var. İttifaksızlık var"

Eğer sonuç elde edilmiş olsaydı, cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek bu ülke hep kavgayla, kan ve gözyaşlarıyla, rüşvetle, usulsüzlükle, yolsuzlukla, uyuşturucuyla anılmazdı.

Nice siyasi partiler iktidara gelmiş, geçmiş ve niceleri de muhalefette bulunmuş.

Zaman zaman "danışıklı dövüş" içerisinde birbiriyle kavga yapan partiler günü gelmiş, koalisyonlar kurmuştur.

O da bir türlü başarılı geçmemiştir.

Aslında aranan çözüm Türk siyasetinin ve altı oklu rejimin yapay olarak gösterdiği sorunlara ilişkin değildir.

Bizatih-i kendilerinin "yarattığı" sistem, sorunların baş cibanıdır!

Bu millet Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Acemiyle bin yıllık bir tarih boyunca “Allahû Ekber” nidalarıyla omuz omuza vererek haçlı ve Siyonist emperyalist keferelerle mücadele ede gelmiştir.

Halk birbirini sevmiştir.

Dil, ırk, renk, coğrafya gibi temel unsurları bile nazarı itibara almamış, herkes dilini konuşmuş, herkes coğrafyasında kalmış, herkes rengini taşımış.

Ama en büyük ittifak “Din” olarak Yüce İslam dini üzerine ittifak etmiştir.

Ortak payda Yüce Kur’an gerçeği olmuştur.

Onun için bu büyük ittifak ve birliktelik bin yıllık gibi bir süreç Asya’da, Afrika’da, Uzakdoğu’da büyük bir birlikteliği idame etmiştir.

Eğer şimdiki halde bu birliktelik, bu ittifak, bu inanç, bu müşterek payda ortada yoksa veya vardı da ortadan kaldırılmışsa, işte devlet olarak, iktidar olarak, hükümet olarak, muhalefet olarak başlı başına ona düşen görev de bu minvalde arayış içine girmesi gerekir.

Ki bize göre sorunların başını çeken bu ittifaksızlıktır, milli birlik ve beraberliğin yıpratılarak zedelenmesidir.

Milli payda olarak ittifakla üzerinde durulması gereken Kur’an gerçeğidir.

Eğer bugün ülkemizde, devlet politikasında bunların yok edilmesi sorun olarak görülmüyorsa, yüzeysel olarak yapay bir “Kürt Sorunu”yla veyahut “Terörle mücadele” gibi sloganlarla hiçbir hükümet bir yere varamaz.

Ve nitekim bugüne kadar da varamamıştır.

Ancak ne var ki, her zaman olduğu gibi “Dostlar alışverişte görsün”, gelen giden çoğulcu parlamenter sistemi paralelinde “böyle gelmiş böyle geçer” misali olaylar katlamalı yaşanmıştır.

Daha doğrusu hedef şaşırtma, sorunları daha kabartmak, daha artırmak, daha birilerinin devlet imkânlarından, milli imkânlarından faydalanmak üzere milletin sırtına basarak bir yerlere gelmekten başka bir şey değildir.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Dün akşam Saat 23.00 sularında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ATV’de Ekrem Dumanlının yönetiminde basınımızın önemli şahsiyetleriyle hasbıhal yapıyordu.

Ülkenin, devletin, hatta iktidarın çok önemli konularına değiniyordu.

Özellikle en çok üzerinde durduğu nokta; yargının içinde bulunduğu çok serbest, hukuku tanımaz durumdaki aşırı fonksiyonla çalıştığını dile getiriyordu.

“Ve bunun önünü kesmek lazım” diyordu.

El Hak.

Bu nedenle, "TCK'nın 250. maddenin" çağımıza göre değiştirilmesi gerekir."

Savcıların,

Hakimlerin "yetkilerini" kötüye kullanmaları halinde, "cezalandırılması" gerektiğini söyledi.

Başbakan bu hususta çok haklı…

Diğer bir husus, CHP’nin uzlaşma teklifi hakkında yaptığı açıklama.

CHP’nin “Kürt Sorununa Çözüm Getirme” hususundaki “yeni ivmesi” bize göre biraz teşbihte hata olmasın şöyle bir “Kedi ile fare” meselesine benziyor.

Hani meşhur bir söz var;

Kedi fareyi yuvasından çıkarmak için bekliyor.

Fare kedinin onu beklediğinin farkında olduğu için çıkış cesaretini gösteremiyor.

Kedi ona diyor ki, “Fareciğim sen o yuvandan karşı tarafa geçersen sana beş altın vereceğim”

Fare diyor ki, “Düşünmem gerek. Mesafe çok kısa ama raiş de çok yüksek”

Fare orada paçayı kurtarır.

Şimdi CHP’nin cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek getirdiği her düşünce, attığı her adım, kullandığı her sloganın altında mutlaka bir hile, bir oyun, bir fitnenin varlığı söz konusu olmuştur.

Aslında CHP’nin yıllardan beri Kemalizm ve Atatürkçülük adı altında bu milletin ve bu ülkenin başına bela ettiği altı oklu bir rejimin varlığı başlı başına bir sorun olmuştur.

CHP önce geleneğinden geldiği altı oklu rejimin bir fitne unsuru olduğunu anlamalıdır ve samimi ise önce onu çözmelidir ki her söylediğine kamuoyu inanabilsin.

Başbakan’ın zekâsına hayran olmamak elde değildir.

Dünkü ATV’deki söyleşide işaret ettiği bir cümle var;

“Bu terörle mücadele hakkındaki görüşleri ve bu Kürt Sorunu ile ilgili çözümü, hedefleri cezaevlerindeki milletvekillerini kurtarması ise ona biz yokuz.

Hayır deriz.

Eğer gerçekten Kürt Sorununa bir çözüm aranıyorsa veyahut terörle mücadele etme hususu hakkındaki işbirliği ise biz ona varız”

Ama inanmıyoruz, dercesine hedef Ergenekoncu milletvekillerinin cezaevinden dolaylı yollarla bir an evvel kurtarılması.

İşte bakın, yine işin içinde oyun, yine işin içinde hile, yine işin içinde kurnazlık.

Gerçekten devlet milletiyle, ülkesiyle, tüm kurum ve kuruluşlarıyla yıllardan beri CHP’nin altı oklu rejiminin vesayeti ve hegemonyası altında yürümekte olup, bir türlü hiçbir sorunu da çözememiştir.

Gelen giden iktidarlar ne kadar zaman zaman ittifak etme hususları üzerine eğilmiş ise de sonuç fiyaskoyla neticelenmiştir.

Zira görünen odur ki, olay gerçek hedefe doğru yürümek değil, hedeften şaşırma oyunudur.

Hani demişler ya;

“Kılavuzu karga olanın burnu ….…….. kurtulmazmış.”

Eğer bu ülkenin yasama yürütme ve yargı erklerinin biçimlendirme şekilleri hala da altı oklu rejimin paralelinde yürüyorsa, çok ağır yemin edebiliriz ki, hiçbir hükümet, hiçbir bürokrat bunu sahili selamete çıkaramaz.

Bize göre Kürt Sorunu yapay bir sorundur.

Tıpkı terör sorunu neyse, ekonomi sorunu neyse, kültürel sorun neyse, ahlak sorunları neyse, Kürt Sorunu da aynı o paralelde icat edilmiş ve milletin başına, devletin ve ülkenin başına bela edilmiş çözümsüz bir olaydır.

Kürtlerin bulunduğu coğrafyanın adı Osmanlıda Kürdistan’dı.

Kürdistan demek, Kürtçe konuşan bir halkın orada yaşaması demektir.

Kürtçe konuşan bu halk elbette ki anadilini her ama her platformda konuşmalıdır.

Tedrisatından tut, türkü ve şarkılarına kadar, tüm gelenek ve göreneklerine kadar…

Büyük ve mutlak bir serbestiyet içerisindeyken ansızın her nedense cumhuriyetin kuruluşundan sonra, devletin bünyesine altı oklu rejim yerleştikten sonra, Kürdistan kavramı devlet tescilinden siliniyor, yerine Güneydoğu Anadolu konuluyor ve bütün bu coğrafyada mantar gibi okullar yapılıyor.

Milli eğitim adını taşıyan bu okulların öğrenim ve tedrisat şekli ise tümüyle Kemalizm’i, laikliği, din dışılığı ve bir milletin tarihini, dilini ve dinini unutturma çabası olmuştur.

Oysaki iktidara düşen en büyük sorun, öncelikle çözümlenmesi gereken olay, devletin tüm kurum ve kuruluşlarının bünyesindeki CHP rejiminin değiştirilmesi başta gelir.

Bu olduktan sonra bize göre hiçbir sorun kalmaz.

Kürtler zaten dilini konuşacaktır, ama devlet birdir, ülke birdir, din birdir, ahlak birdir.

Bu birlik içerisinde herkes dilini serbestçe konuşmalıdır.

Ama birileri çıkıp da CHP rejiminden daha ağır bir sosyalist Marksist bir rejimle Kürtleri aldatarak büyük badirelere sürüklemek veyahut Kürdistan değil, bir Ermenistan formülüne sokmak ise o büyük bir hıyanettir.

İnanıyorum ki, bu da “Kürt Sorununa Çözüm Getirmek” adı altında CHP’nin yeni bir hileli oyunudur.

Hedef şaşırtmaktır ve gerçekleri çarpıtmaktır.

Hani demişler ya;

Avcı avını yakalamak için büyük hızla avı takip ederken, o avını elinden almak için birileri önüne çıkıyor, hedefini şaşırtmaya çalışıyorlar, "ava değil izine bak derler"..

Oysaki avcı avını gördüğü halde o sahte kılavuzun aldatmacasına uyduğu için avını da kaybediyor, izini de.

Bize göre ülkemizin, devletimizin ve milletimizin bütünlük sağlığı için tek çare; yepyeni bir anayasa, İslam ruhunu yaşayabilecek bir anayasa, Kemalizm sahteciliğinden, cumhuriyetçiliğin yanlış uygulamasından kurtulup, yepyeni gerçek bir cumhuriyet uygulamasıyla ortaya çıkması temel inancımız olmalıdır.

En derin saygı ve sevgilerimle.