DEVLETTE KEMALİST İDEOLOJYANIN HEGEMONYASI?!

Evet, sevgili okurlar.

Sohbetimize başlamadan önce, dün Manisa’nın Soma ilçesinde maden ocağındaki yangın nedeniyle ölüm ve yaralamaların meydana gelmesi, gerçekten herkesi derinden üzmüştür.

Ölenler için yüce Allah (C.C)’dan rahmet ve yaralılar için de acil şifalar diliyorum.

Tabii, her ne olursa olsun.

Gerek Ege bölgesinde, gerek Marmara bölgesinde, gerek Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde, gerek İç Anadolu bölgesinde olsun, facialar, belalar, musibetler, ister semavi olsun, ister yerel olsun, tüm Türkiye insanını üzmektedir.

Hatta derinden yaralar açıyor.

Zira bu ülke Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Acemiyle, Sünni’siyle, Alevi’siyle, Rafızî’siyle, Nusayrî’siyle, her ne olursa olsun, kaderde, kederde, tasada ve düşüncede kader birliği yapmış bir ülkenin insanıyız.

O yüce İslam Peygamberi (s.a.v)’in hadislerinden de anlaşılmak üzere İslam dininin temel felsefesi ve hedefi şudur ki tüm Müslümanlar bir vücut gibidir.

O vücudun herhangi bir tarafında bir hastalık, bir noksanlık, eksiklik söz konusu olursa, vücudun diğer organları da ondan payını alır ve aynı o hastalık vücudun her tarafına sızıntı verdiği gibi bir İslam ümmetinin de nereden olursa olsun, nasıl oluşursa oluşsun, her bir ferdin başına gelen toplumun tümünün başına gelmiş gibidir.

Ve o hastalığın yalnız bir ferde yönelik değil, toplumun tüm bireylerine yönelik olarak algılandığı gibi…

Zira bir vücudun en ufak parçası insanın ağzındaki olan diş, nasıl ki sızıntı verdiği zaman, tüm vücut rahatsızlanır, aynen toplumsal yaşam tarzı da böyle olmalıdır.

Ve inancımız gereği de budur.

Gururla mensubu bulunduğumuz yüce İslam dininin gereği de budur.

Evet, gelelim sohbetimizin ana konusuna.

* * *

Evet, sevgili SÖZ okurları.

Malumunuz üzre ülkemizi, yaklaşık yüz yıldan beri batıla dayalı yanlış ideolojilerin, düşüncelerin, felsefelerin, inanç ve ideolojyaların, başını alıp gittiği ortadadır.

Laik Kemalist bir ideolojya örgüsünün ve ağının içine düşürülmüş bir Türkiye daha ne zamana kadar hegemonyasını devam ettirir?

Günlük yazılı medyada olsun, görsel medyada olsun, haberler okunduğu zaman, devletin varlığı ve ciddiyetine rağmen çok büyük olumsuzlukların başını alıp gittiğini görüyoruz.

Devletin birçok önemli kurum ve kuruluşlarının adeta birer rant sektörüne dönüştürüldüğü de görülmektedir.

Çoğulcu parlamenter sistemine dayalı TBMM’nin bir araya gelip, bu olumsuzlukları gidermek için halkın oylarını alıp ve halka herhangi müspet bir cevap ve hizmet vermemesi de aşikârdır.

Muhalefet olsun, iktidar olsun, her ilin ve her yörenin milletvekilleri seçimden seçime millete iniyorlar.

Gerisi Ankara sefasından, milletvekilliği havasından zerre kadar taviz vermiyor ve herkes bildiğini okuyor, olan milletin başına oluyor.

* * *

Örneğin; dünkü gazetelerin manşetlerine taşınan ve büyük puntolarla yazılan şöyle bir haber var ki daha yeni yeni devlet bunları fark ediyorsa, milletçe elli seneden beri bunlar tespit edilmiş olumsuzluklardır ve defalarca gelen iktidarlara halkın diliyle bunlar anlatılmıştır.

Ama devr-i sabık denilen CHP’nin dipçik ve şeflik dönemleri hariç, çünkü o zaman herkes korkuyordu.

Kimsenin “Allah” bile demeye cesareti yoktu.

Zira herkes söylediklerinden dolayı sorgulanıyordu.

Bugün özellikle, AK Partinin iktidar olduğu günden bu yana halk, yavaş yavaş uyanıyor, tüm sorunları görüyor ve sorgulamak istiyor.

Hatta iktidarlar olsun, muhalefetler olsun, artık rahatça onlara karşı dertlerini anlatmaya çalışıyor ise de ne yazık ki kirli ve batıla dayalı Kemalist bir sistemin mevcudiyeti engelliyor.

CHP, zaten her platformda bu olumsuzlukların taşeronluğunu üstlenmiş ve tüm gayrimeşru olan şeyleri meşrulaştırmaya çalışıyor.

Nitekim daha bir hafta önce Danıştay’ın yıldönümü töreninde, yargının üçüncü sacayağı olan savunma erkinin başındaki Metin Feyzioğlu’nun haddini ve hududunu aşarak, bir saatten fazla tüm dünya kamuoyu karşısında Başbakana karşı parmak sallayarak, konuşmaları tüm bu söylediklerimizin birer kanıtlayıcı delilidir.

Bu, daha deveden kulak bile değil.

* * *

Evet, Kemalist düşünce dedik.

Gerçekten bu düşünce, bu ideolojya, Türkiye’nin gelişmesi için çok büyük engel taşımaktadır.

Başbakan muhterem Erdoğan, AK Parti iktidarı ne yapıp yapsınlar, milletten almış olduğu yetkiyi lütfen milletin lehine kullansınlar.

Gereği neyse yapmalıdırlar.

Artık bu engel, bu milleti yolundan alıkoymasın.

Gerçek yönetimler ve idareler, yani milli iradeyi temsil eden iktidarlar, Türkiye’nin geçirdiği en az bir asırlık geçmişi sorgulamalıdır.

Kimin nerede, ne gibi hata ve yanlış yapıldığına dair, ciddi bir incelemeyle, yeniden gözden geçirmelidir.

Yoksa bu eski hal ile devlet yönetilemediği gibi, “nereye gidiyor acaba?” sorusunu da sormaktan kendini alıkoyamıyor.

Aman, sakın, zinhar.

İktidar partisi eski ANAP ve Doğru Yol Partisinin yörüngesine girmesin.

Kişisel çıkar, rant ve vurgun havası o partileri tarihten sildi.

Ümit var olunuz ki Başbakanın partisi o seviyelerden kendini alıkoyar.

Ülkede büyük bir ihtilaf ve tefrikanın varlığı ve hala da çocukların ailesinden alınıp, örgütlere kaçırılması söz konusudur.

Acaba bu çocuklar, annesinin babasının sıcak yuvasından nasıl olur da koparılır, ideolojik ve terör odaklara kaçmayı tercih eder?

Bu sorunun cevabını da yine acizane biz burada sizlerle paylaşalım.

Zira aklın yolu birdir.

Allah (C.C)’ın insanlara vermiş olduğu akıl, şuur, insanı insanlık cevherine doğru götürüyor.

Eğer o akıl ve şuur yerinde kullanılmadığı takdirde, şuursuzluk, divanelik söz konusu olur ki toplum kendini bu badirelerden, bu girdaptan kurtaramaz.

* * *

Üstat Bediüzzaman Hazretleri, “Lemaat” isimli bir Risalesinde şöyle diyor;

“Nur-u akıl, kalbê zaneden gelir (bilen kalbin temelinden gelir)

Ama zulmetli (karanlıklı) münevverler (aydınlar), bu sözü bilmeliler ki:

Ziya-yı kalpsiz olmaz.

Nursuz bir kalp, kalp değildir.

Nur-u fikir münevver kişileri nurlandırır”

Eğer o nur ile bu ziya birbirine karışmazsa, mutlak bir zulmet meydana gelir ki toplumun ne kadar badireli bir toplum olduğunu zaten ele geçirir.

Bu tür olumsuzluklardan çıkan gelişmeler, toplumlarda zulüm ve cehaleti fışkırtır.

Nurun libasını giymiş zulmet (karanlık), hiçbir zaman aydın olamaz.

Olsa olsa müzevirdir (yalancıdır).

* * *

Bu itibarla izninizle bugünkü sohbetimizi Ziya Paşa’nın, insanları aydınlatan hikmetlerle dopdolu bir iki şiirini burada sizinle paylaşalım.

Ziya Paşa söz konusu fermanlarda, yani Tanzimat Fermanından tut, İttihat ve Terakki Cemiyetinin pisliklerini dile getirirken, dönemin devlet adamlarına sesleniyor;

Avrupa’da bulunduğu sırada yazdığı terkib-i bendinde bu şiirler yer almaktadır.

“Sirkat çoğalıp lafz-ı sadakat moda oldu

Namus tamam oldu hamiyet yeni çıktı

Sadık ve dürüst insanları tahkir ile ret kaide oldu

Hırsızlara ikram û inayet yeni çıktı

Hak söyleyen evvel dahi menfur idi gerçi

Hainlere amma ki riayet yeni çıktı

İsnâd-ı ta'assub olunur merd-i gayûra

Dinsizlere tevcîh-i reviyyet yeni çıktı

İslam imiş devlete pâ-bend-i terakki (İlerlemeyi engelleyen İslam’mış gibi gösterme)  

Evvel yoğ idi işbu rivâyet yeni çıktı

Milliyyeti nisyan ederek (unutarak) her işimizde

Efkâr-ı Firenge tebaiyyet yeni çıktı

Eyvah bu bâzîçede bizler yine yandık

Zîra ki ziyan ortada bilmem ne kazandık”

Ziya Paşanın şiirinde ortaya koyduğu düşünceler, dillerden düşmeyen fermanların köklü bir eleştiri niteliğinden yazdığı siyasi yazıların hemen hepsinde buna yer yer rastlarız.

Yine Hürriyet’te çıkan bir yazısında, Tanzimat döneminde dini kayıtsızlığın, ahlak-ı milliyeyi ifsat ederek ve bugün devletimizin her şubesinde, yani başta söylediğim gibi önemli birçok kurum ve kuruluşlarda rant sektörünün varlığı inkâr edilmez gerçeklerdendir.

Ama insan bunlarla mücadele etmekte de ne yazık ki ye’s (ümitsizlikle) ile görünen fenalıkların tamamı işte bu kaynaktan olduğu ricali devlet beyninde dinsizlik modası muteber olup, bu avam tabakasına, kadınlara ve hatta çocuklara kadar sirayet etti.

Hatta namaz kılmak, oruç tutmak gibi İslami farzları yerine getirmek bunlar için ahmaklık.

Fıskû fücur işlemek de akıllılık sayıldı, birçok kere bu kaide düstur-u amel olunca sair uygunsuzlukların hepsi birbirini doğrulamakla şu yirmi-otuz sene zarfında ahlak-ı milliye o dereceye geldi ki babalarımız mezarından kalkıp bizi görseler, elbette kendi evladı olduğumuzu tanıyamaz durumuna girdik.

Belki fikirlerimize hayran hayran bakıp, mesela gazetecilerimizi ıslahat ve terakkiyatı gürültüleri ile dolu olduğu halde, bizim devamlı gittiğimiz ve din-i İslam üzerine olduğumuzu iddia ile beraber, onun emir ve yasaklarını tanımayışımızı Avrupa’yı taklitle ileri gitmek iddiasında bulunduğumuz mevcuttur ve aşikârdır”

Evet, başta söylediğimiz gibi, kendimizi artık sorgulamalıyız ve bugüne kadar ülkemizi, devletimizi, milletimizi nasıl sömürdükleri ortadadır.

En derin saygı ve sevgilerimle.