DEVLETTE ZİFİRİ KARANLIK VE DERİN TABULAR !!?

Evet, sevgili okurlar.
Güncel olayları yakalamak üzre her gün yazılı medyanın tümüyle olmasa dahi birçoğunu incelemeden yazı yazmaya başlamıyorum.
Bilindiği üzere güncel olayları yeni gündemler ve günlük olup bitenleri yakalamak için yazılı ve görsel medyaya bakmak gerekir.
Amma ve lakin gerçekten yazılı ve görsel medyaya bakıldığında güncelliğini koruyan birçok olayla karşılaşırsın.
Zaman zaman tüyler ürperten haberler, günün yorumları ve önemli bazı kalemlerin yazıp çizdikleri, hatta gerçekleri ters yüz edip "akı kara, karayı ak yazanları görünce insanda birçok konuda ağır olumsuzluklar meydana gelir.
Ne yapalım bu da ülkemizin kaderi, insanlarımızın makûs şansı..
Diyarbakır’ın kara taşı gibi karanlık bahtı da böyle.

* * *

İki gün önce yazmıştım..
JİTEM’in kurucularından Jandarma Binbaşı Ahmet Cem Ersever’in Bugün Gazetesinde yer alan ses kaydının muhtevasını..
Biz de burdan bazı alıntılar almıştık.
Fakat medyanın birçok önemli yazarlarının dünkü köşe yazılarını okuduğumuzda yakın geçmiş tarihimizin ne kadar zifiri karanlıkla geçtiğini, devletin ne biçim derin çukurlarla karşılaştığını ibretle öğreniyor ve seyrediyoruz.
Bu münasebetle halkın yüzde 50'sinin oyunu olan iktidardan beklediği hedef ve ana strateji; devleti yıllardan beri "Kemalizmin ve  Atatürkçülüğün" dar ideolojisinden kurtarmak ve yepyeni, pırıl pırıl bir Türkiye yaratabilme mücadelesinin varlığıdır.
Hem de gerçek hukukun üstünlüğüne inanıp, ulaşan bir Türkiye zaferini bekliyor.
Birkaç gündür Cem Ersever’in ses kaydından çıkan haberleri okuyoruz.
Gerçekten tüyler ürpertici.
Milli mücadele savaşından sonra kurulan bir cumhuriyet..
1. Büyük Millet Meclisi’nin Kur’an-ı Kerim’in aşr-i şeriflerle ve Buharî’den okunan hadislerle açılması,
1. Dünya Savaşıyla dağılan tarihi bir cihanşümul devletin yeniden filizlenip toparlanıp, yeniden dirilmesi umuduyla kurulan cumhuriyet ve Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerin okunuşuyla büyük çapta yeni bir Türkiye’nin varlığına bir nevi sözleşme idi.
Birinci meclis yeni devletini kurarken; Besmele ile, ayet ve hadislerle açılması Türkiye’nin yeni bir Cumhuriyetle asaletini ve geçmişini tazeler ve yaşatır, anlamını taşıyordu.
Bu sevinçle, bu şahlanışla kükreyen bir Türkiye misak-ı milli hudutları üzerine yapılan anlaşmalar doğrultusunda cumhuriyet kuruldu.
Ama çok kısa bir süre geçer geçmez, her ne olduysa cumhuriyeti kuranların yaptığı ilk iş Lozan Zaferi(!) oldu.
İsviçre’nin Lozan kentinde İngiliz mürahhası Lord Gürzonla masaya oturan ikinci derecede cumhuriyetten sorumlu İsmet İnönü her şeyi tersyüz ederek yeni kurulan cumhuriyetin işini orada bitirdi.
O anlaşmaya İngilizlerin direktifiyle Lozan zaferi süsünü vererek bir sahte makyajla cumhuriyetin işini orada bitirerek zafer yerine meğerki büyük bir hezimete imza atmıştı.

* * *

Hani demişler ya "Görünen köy kılavuz istemez" misali her şey o andan sonra başladı.
Yaşana gelen olup-bitenler, bu durumun birer kanıtıdır.
Birinci dünya savaşında dağılan Osmanlının hezimeti bir yana, kurulan cumhuriyetin tersyüz edilerek Lord Gürzonlara verilen imza hezimeti bir yana.
İnanın, Osmanlının yıkılıp dağılması ne kadar İslam dünyası için büyük bir hezimetse.
Cumhuriyeti kuran ve ana yörüngesinden çıkarıp, Lord Gürzonların direktifi paralelinde devleti biçimlendirme gayreti, bize göre daha büyük bir hezimetti..
Ve büyük bir tehlikeydi.
Demek anlaşılan odur ki, cumhuriyeti kuranların yaptıkları ilk işler kendi milletiyle dış mihraklara karşı değil, kendi iç meselelerini milletiyle paylaşma yerine ayrışma, faşizan tutumlarla İngilizlerin ve Haçlı devletlerin yapamadıklarını adeta bunlar üstlenmiş duruma girdiler.
Örneğin, Tevhidi Tedrisat başta olmak, bin yıllık tarihiyle, kültürüyle oynandı.
İlk yaptıkları işler Medreseleri, Tekkeleri, Zaviyeleri, Kur’an Kurslarını kapatmak oldu.
Halkın özellikle kadınların giyiniş şekilleriyle mücadele etme oldu, Şapka kanunu çıkarıldı.
Karşı çıkıldı diye "yüzlerce" insan idam sephasına çıkarıldı.
Urfi idare mahkemeleri kuruldu.
Cumhuriyetin kuruluşundan iki yıl gibi kısa bir sürecin geçmesiyle Türkiye’nin her tarafından milli ruhun direnişe geçmesi zorunlu oldu.
Şeyh Sait kıyamından tut, ülkenin her tarafına ulema kesimiyle büyük hanedan aileler, bu zorbalığa, bu hukuksuzluğa, antidemokratik uygulamalara dayanmayıp yer yer ayaklanma mecburiyetini hissetmiştir.
Böylece aşr-i şeriflerin ve Hadis-i Nebeviyelerin okunuşuyla açılan Büyük Millet Meclisi ve kurulan cumhuriyet mecrasından, yörüngesinden çıkarılmış oldu. Ta 1950’lere kadar!
Yeryüzünde benzeri olmayan bir şekilde kendi özbeöz halkıyla iç savaşa girişilmiş, binlerce insan darağacına çekilmiş, idam edilmiş..
Yani tek kelimeyle özetlemek gerekirse, devlet kendi milletine karşı çeşitli komplo teorileri kurmuştur ve kan gövdeyi götürmüştür.
Ülke çapında 1000 yıllık tarihini, kültürünü, inancını simgeleyen her şeyin ta Ezanın değişimine kadar, her şeyin altını üstüne getirmiştir.
Bugün, Türkiye eğer bu halleri yaşıyorsa bilinmelidir ki, ekilen o günkü tohumların bugünkü mahsulü "zehir-zakkum" olarak harmanlaşmış durumda.
Devlet, hep komplo teorileriyle iç savaşları yaratmış, ideolojik, post modern, darbeci anayasalar hazırlamıştır.
Kışkırtıcı politikalarla, zorbacı planlarla halkı altı oklu inkârcı bir ideolojiye zorlamıştır.
Devletin, birçok kamu kurum ve kuruluşları vurguncu karanlık ve Marksist inkârcı ideolojilere teslim edilmiştir.
Her ne kadar 1950’lerden sonra sağ görünen, muhafazakâr geçinen siyasi partiler kurulmuş ise de; fakat cuntacı anlayışlar hep bildiğini okumuş, demoklesin kılıcı gibi, Başbakanların ve devlet başkanlarının üzerinde askeri vesayet fermanını gerçekleştirmişlerdir.

* * *

Evet,
JİTEM’in kurucularından Binbaşı Cem Ersever’in kasetinin içeriği ve  bu bizim yazdıklarımızın tam kanıtlayıcı delilidir.
Kim kimi kandırıyor ki?
Artık herkes bu hissiyatla yola çıkıp "Artık yeter, söz milletindir" deme zamanı gelmiş ve geçmiştir.
Bu meyanda halkın yüzde 50 gibi salt bir çoğunlukla iktidara getirdiği AK Parti artık muhalefetin kirli sesine ve kötü niyetine kulak asmayıp, direk ezip geçmesi lazım.
Bunu da yeni bir anayasa, tam demokrasi, bir hukuk devleti ve insan haklarının geri çevrilmez hale getirilmesi için vazgeçilmez bir harekete geçmesi gerekir.
Olmazsa olmazı durumunda olan devletin artık dindar, muhafazakâr milletiyle, Kürtlerle demokratlarla çatışmaması lazım.
Bunu önleyebilecek olan da gerçek manada "Halkın sesi" olarak halka yansıyan bir anayasanın zaman kaybetmeden gerçekleştirilmesiyle mümkündür.
Herkesten hesap sorabilen halk adına geçmişte yapılan mezalim ve millete yaşatılan karanlık ve derin tabuların yıkılmasıyla tüm sorumlulardan hesap sorulmalıdır.
Binbaşı Ahmet Cem Ersever, yakın geçmişimize yönelik tarihimizin gerçek isimlerinden birisi olmuştur.
Hayatı ve ölümü devleti yöneten zihniyeti deşifre eden müşahhas bir örnek durumuna girmiştir.
Zaman Gazetesinin dünkü nüshasında Bülent Korucu, köşesinde Ahmet Cem Ersever’in portresini şu şekilde deşifre etmektedir.
"Terörle mücadele adı altında hukuk tanımayan Ahmet Cem Ersever’in savaş makinesi iken ters giden şeyleri görüp ayrılan, böylece kalemi kırılan bir asker Cem, Türkiye’nin geldiği yeri işaretleyebileceğimiz bir çıta.
Aslında gerçekten Ersever iyi niyetli, hakikatin peşinde mi henüz bilemiyoruz. Ama mevcut yapıyla anlaşmadığı, bu yüzden çizgi dışına çıktığını ve bu sebeple katledildiği muhtemel.
Bugün gazetesinin yayınladığı ses kasetleri ve yeni bilgiler cinayetin üzerindeki sis perdesinin aralanmasına vesile olabilir.
Binbaşı Cem Ersever’in hikâyesi şahsıyla birlikte ülkenin yakın geçmişinin özeti gibi onun öyküsünü dinlerken gayri ihtiyarı biçimde birkaç defa nerden nereye gelmişiz deme ihtiyacı hissettim..
Ankara’ya ifade vermek üzere giden ve medyaya konuşarak kendini emniyete almaya çalışan Ersever, infaz edildi.
Binlerle ifade edilen faili meçhul cinayetlerin en önemlilerinden biri onun dosyası oldu.
Aslında,
Eşref Bitlis Paşa'nın ölümü ve ardındaki sır da, aynı minvalde görmek lazım!
Hele hele,
Bahtiyar Aydın'ın "Kanas silahına ait kurşanla" birliğinin içerisinde vurulması.

* * *

Evet, değerli dostlar.
Hele bir de Büyük Birlik Partisi’nin lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nun düşen helikopterinin karanlık macerasının iki yıl sonra ortaya çıkarak her gün biraz daha berraklaşan suikast ve devletin komplo teorisi apayrı bir şekilde insanlara acı veriyor ve derinden derine düşündürüyor.
Dünkü medyanın "YAZICIOĞLU OLAYINDA 7 SUBAY TUTUKLANDI" "TORNAVİDACILAR HAPİSTE" gibi haberler ve atılan başlıklar, Türkiye’nin her gün biraz daha demokratikleşme ve hukukun gerçek atmosferine girmesinin bir göstergesidir.
Dünyanın hiçbir yerinde milletlerin orduları dışa yönelik savaşmayıp, kendi milletiyle savaşan ve kendi milletine silah doğrultan görülmemiştir.
İllaki inkârcı, sosyalist, Marksist bir komünist ideolojiye girmiş devletler hariç.
Suriye gibi, Libya gibi, Bolşevik devletlerin birer maşası durumuna giren devletçikler gibi.
Cumhuriyetimizin kuruluşundan bugüne dek işte Türkiye’de olup bitenler.
İnanın ki, sevgili okurlar.
Bunlar saymakla bitmez.
Dağlıca’daki 12 askerin ölmesinden, Aktütün, Şemdinli ve askerin kendi eliyle döşediği mayınların patlaması sonucunda ölen askerlerin ve yaşanan karanlığı PKK’ya ihale etmelerine kadar..
Ki böylece PKK’yı kahramanlaştıran bu Ergenekonların varlığını cumhuriyetin yanlış kuruluşuna bağlıyoruz.
Çünkü cumhuriyeti kurup da hükümetin başındaki Başbakan İsmet Paşa idi.
İsmet Paşanın bugüne kadar Anadolu insanına gerçek kimliğini göstermeyen, karanlık bir sima olarak görülmesi akıllara durgunluk veriyor.
En derin saygılarımla.