DÖRT GÜNDÜR BULUNMADI!

Evet, sevgili okurlar.
Söz'e "pür dikkat" diyerek başlamak istiyorum.
Ve diyorum ki; Aşağıdaki plaka ve araç modellerine aman dikkat!
2006 model Fiat Albea.
Koyu kırmızı renkli; 34 ZH 5955 plakalı otomobil.
2004 Model BMC Kamyon.
Beyaz renkli 34 AZ 7636 plakalı kamyon.
Bu her iki araç ve sürücüleri dört gündür meçhul.
Hem de; "şikâyet" edilmelerine ve ihbar edilmesine rağmen; "yakalanmış" değiller.
Yani ortada yoklar. Sırra kadem mi bastı, meçhule mi döndü bilinmez.

***

Hadise şu;
Dört gün önce bulundukları bölgede sergiledikleri tavır ve bekleyişleri "şüphe" uyandırmıştı.
Kuşkulanan vatandaşlar da jandarma'ya ihbarda bulunmuş.
Jandarma da, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'na soruşturma açılması yönünde hadiseyi bildirmiş.
Bugün vakanın 4'üncü günü.
Ama hala da; akıbetleri hakkında herhangi bir sonuç elde edilmiş değil.
Düşünün;
Durumdan kuşkulanan vatandaş, gece geç vakitte her an için bir sabotajla veya bir suikastla karşı karşıya kalınabilir endişesiyle söz konusu kişilerin yakalanmaları için gerek Jandarmaya ve gerekse Emniyete ihbar şikâyetinde bulunuyor.
Yani vatandaşlık görevini yerine getiriyor.
Olması gerektiği gibi.
Ama ne var ki; durum hala muamma!
Ne taksi ve kamyon. Ne de şoförleri hakkında herhangi bir ize rastlanılmış değil.

***

Malumunuzdur.
İçişleri Bakanlığı’ndan sık sık kamuoyuna Ağustos ayında bazı kirli oyunlar, sabotajlar, suikastlar söz konusu olabileceği "uyarısı"  geliyor.
Ve vatandaşları da; duyarlı olmaya çağırıyor.
Ki bölgede son günlerde ciddi manada bu yönde "hadiseler" vuku bulmakta.
Ergani'de son anda polisin müdahalesiyle ortaya çıkarılan "bombalı araç".
İçerisinde 90 kilo patlayıcı ele geçirildi. Maazallah; yakalanmasaydı sonuç facia olmaz mıydı?
Bu da der demez vatandaşta, endişe yarattığı gibi hassasiyet duygusunu da artırmaktadır.
Dört gün önce bir akşamüstü meçhul bu iki aracın şoförlerinin tavırları kuşku yaratmış.
Vatandaş bunun üzerine iki aracın plakasını almış.
Jandarma ve Polise bildirmiş.
Sonra iki araç ve sürücüsü kaşla göz arasında sırra kadem basmış.
Bir daha da haber alınamamıştır.
Bize göre bu da bölgede yaşanmış tarihi JİTEM’in bir gölgesi olması gerek.
Plan ve uygulama hazır.
İşini yap ve bitirir! Sonra da araçlar çalıntı.
Tıpkı Hatay Dörtyol’da yapıldığı gibi…
Bu araçlar ve şoförlerinin birlikte yakalanması için yapılan müracaat ne var ki hiçe sayılmış gibi görünüyor.

***

Bakınız;
Taraf gazetesinin başyazarı Ahmet Altan "Kum Saati" adlı köşesinde dün "Devlet emriyle öldürmek" başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Yazıyı pür dikkat okudum ve çok önemsedim.
Gerçekten bu yazının muhtevası gerek geçmişe yönelik olsun gerek günümüze özgü olsun birebir parmak basmaktadır.
Sayın Altan, gerçekleri çok sade ve net bir ifadeyle dile getirmiş.
Hem de tarihi gerçekleri; bir emekli generalin ağzından söylüyor.
Emekli Korgeneral Atilla Kıyat’ın bundan bir süre önce söylediği itiraflar kelimesi kelimesine doğrudur, katılmamak da mümkün değildir.
Haber Türk TV’de yayınlanan bu haber Türk kamuoyunu sarsmıştır.
Parmak ısırtacak itiraflar.
Demek ki, anlaşılan odur ki, yıllardan beri dökülen masum insanların kanları, söndürülen ocaklar, yetimlerin, dulların, ana bacıların ve gencecik gelinlerin gözyaşlarının dökülmesine devlet neden olmuştur.
Düşünün sevgili okurlar.
Demokratik sosyal bir hukuk devleti hiçbir zaman kendi halkıyla, kendi tebasıyla kavga yapmaz, ihtilafa düşmez, çelişki yaratmaz, kuşku ve endişelere neden olmaz.

***

Ne var ki Türkiye Cumhuriyetinin bugünkü devleti, birçok önemli kurum ve kuruluşlarıyla böylesine olumsuzluklarla karşı karşıya bırakılmıştır.
Bu olumsuzluklar hiçbir zaman Türk toplumunun zihninden silinmiyor.
Öylesine bir hal almış ki, vatandaş artık kendi devletine iyi bir gözle bakmıyor ve iyi niyette besleyemiyor.
Neden?
Devlet kendi milletinin vergisiyle ve bütçesiyle tüm kurumlarının ihtiyaçlarını temin etmekte olduğu halde milletin o imkânlarıyla dönüp, milletiyle çarpışıyor, kavga durumuna giriyor ve Ortadoğu devletçiklerinin baascı, solcu partilerinin mecrası pozisyonuna girmiş oluyor.
Artık vatandaşın şikâyeti hiçe sayılıyor, toz olup gidiyor.
Ne Emniyet’in MOBESE kameraları işleniyor, görev yapıyor.
Ne de askeriyenin TERMAL kameraları.
Her nedense bu mübarek (!) iki önemli devlet aracı dahi zaman zaman yan çiziyor.
Bu iki aracın plakaları verildiği halde dört günden beri MOBESE kameralarından hiç mi geçmedi, geçmişse nerede?
Geçmemişse o zaman JİTEM’in bazı gizli garajlarına mı saklandılar.

***

Nitekim zaman zaman bu köşemde hep dile getirdiğim gibi bugün yine aynısını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Solcu Marksist, Leninist, siyon emperyalizminin birer kapı kolu durumuna düşen baascı partilerin liderleri Arap dünyasını adeta bütün o zenginlikleriyle dünya emperyalizmine ve haçlı zihniyetine peşkeş ettirmiştir.
Aşırı Arap ırkçılığının faşizan tutumları Firavun ve Ebu Cehil tipi liderlerin gölgesinde yok olup gitmiştir.
Aynı Türkiye’mizin de tarihi "solcu enternasyonal sosyalist" CHP’nin hegemonyasına girmiş bir TSK, kışla pozisyonunu unutmuş, adeta siyasete soyunmuş.
27 Mayıs 1960’tan beri her 10 yılda bir şantajcı cunta generaller tarafından darbeler yapılmıştır.
Anadolu insanı üzerine adeta bir tehlike çanı çalmaya neden olmuşlardır.
Bu paralelde maalesef devletin ikinci bir erki durumunda olan Yargı da aynı anlayışla, aynı zihniyetle hareket etmektedir.
Hukukun üstünlüğü denilen bir kavram artık yok denilecek düzeyde.
Çünkü ciddi bir şekilde zedelenmiş, saf dışı bırakılmış, tozlu raflara atılmış gibi.
Hep yanlı ve ideolojik kararlar siyaset ve TSK’nın Ergenekon terörüne mensup generallerin adeta savunucusu durumunda olmuştur.
Namuslu, dürüst, şerefli, izzetli birçok hakim ve savcılar, bu anlayışı taşımayan görevini kutsal bilen bu kişiler de dışlanmış durumda.
Zaman zaman HSYK’nın manevi baskı ve tehdidi altına girmiştir.
Durum böyle olunca, insanın aklına gelen şu; Bu devlet nereye gidiyor?
Bu ülkenin hali ne olacak?

***

İşte bakınız sevgili okurlar.
Sevgili Ahmet Altan dünkü köşesinde çok çarpıcı gerçekleri dile getirmiştir.
Onları sizinle paylaşmak istiyorum.
Tümü olmasa da önemli paragrafları özetleyerek sizlere sunmak ve o paralelde kendi görüşlerimi de ifade etmek istiyorum.
"Binlerce insan öldürüldü, Güneydoğu’nun sokaklarında…"
"Sevgilisiyle el ele parkta dolaşan gençleri bile alıp götürerek işkencelerle öldürdüler.
Herhangi bir ahlaksız muhbirin işareti en küçük bir kuşku insanların öldürülmesine yetiyordu.
JİTEM üyesi olan en düşük rütbeli subaylar bile keyiflerince ölüm emri verebiliyorlardı.
Beyaz Torosa binen genellikle bir daha evine dönmüyordu."
Evet, Ahmet Bey doğru söylüyor.
Beyaz toros araçlar bu coğrafyada adeta birer beyaz kefen durumundaydı.
O beyaz toroslara bindirilen herhangi vatandaş, kim olursa olsun artık beyaz kefenini giymesine bir basamaktı, o araç.

***

Yine devam ediyor.
"Şimdi o faili meçhul dosyaların bir kısmı açılıyor. Ölümlerin hesabı sorulmaya başlanıyor.
Tam bu aşamada Emekli Korgeneral Atilla Kıyat Haber Türk TV’de bir açıklama yaptı. Dedi ki, "O ölümlerin emirlerini, o dönemin yöneticileri verdi. Öldüren subaylar sadece emirlere uydular."
Korgeneral Kıyat sıradan biri değil.
Ordunun zirvelerine yükselebilmiş, devleti ve orduyu bilen birisi, söylediğini bilerek söyleyen biri.
Subayların emir alarak da olsa insanları sokaklarda işkence hanelerde, dere kenarlarında, köprü altlarında vurmaları onların suçlarını hafifletmez.
Nazi cellâtlarının hepsi de emirle öldürdüler, ama bu durum onları suçluluktan kurtarmadı.
Kendisine bir sivil sokakta öldürmesi için "emir verilen subay askerliğe de yasaya da aykırı olan bu emre itiraz etmezse suçlu duruma düşer ve bu suçun hesabını verir."
Zira hiçbir makamın cinayet suçu karşısında dokunulmazlığı yoktur.
Kimse gidin Kürtleri öldürün diye de emir veremez.
Sayın Altan şöyle ilave ediyor;
"JİTEMCİ subaylardan, eski ülkücülerden, mafyadan oluşmuş ölüm mangaları oluşturarak insanları öldürtemez.
Korgeneral Kıyat’ın sözlerinin ne anlama geldiğini anlamak için Susurluk dosyasını da yeniden açmak gerekir.
Sadece asker ve politikacılar değil. O dönem bu cinayetlerin üstünü örten soruşturma dosyalarını savsaklayan, görevini yapmayan savcılar da yargıçlar da bu soruşturmaya dâhil edilmelidir.
Korkunç bir Kürt kıyımı yaşadığımız o dönem bu toplumu da bu devleti de mahvetti, çürüttü.
Mafyayla ilişkili generallerin, Yargıtay başkanlarının, MİT görevlilerinin, subayların ortaya çıkmasına neden oldu.
Devlet görevlileri bir yandan Kürtleri öldürürken bir yandan da paylaşamadıkları uyuşturucu paraları için birbirlerini öldürdüler.
Bunları unutmaya hakkımız yoktur.
Hemen hemen herkesin ailesinden birinin bu korkunç kıyıma kurban verildiği o dönem için Kürtlere unutalım gitsin diyemeyiz."

***

Evet, sevgili okurlar.
Sayın Altan’ın tespitleri tarihi tespitlerdir, gerçektir.
Hiç kimse bundan zerre kadar kuşku duyamaz.
Kuşku duyanlar olursa mutlak bir gaflet ve dalalet bataklığına girmiş, gafil kişiliksizliğe sahip olan insanlar olabilir.
Zira bu ülkenin bütünlüğünü zedeleyen terör örgütleri olarak millete lanse edilmiş ise de kesinlikle hiç de öyle değildir.
Aslında bütünlüğümüze halel getiren, varlığımızı tehlikeye sokan, coğrafyamızı bölünme aşamasına getiren hain eller, siyonizmin ve haçlı emperyalizminin kapı kulları, kölesi durumunda olan Ergenekoncu generaller, mafya türü çalışan uyuşturucu şebekeler ve ihaleci politikacılar olmuştur.
Eğer bugün terörün ve terör örgütlerinin varlığı söz konusu ise kesinlikle bu terör haşeresi o kirli Ergenekon bataklığının altından çıkmıştır.
Güneydoğu Anadolu insanının yüzde doksan beşi Kürt’tür.
Tarihi Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde aynı inanca ve kültüre sahip, aynı tarihi kişiliklerini İslam bayraktarlığı altında sürdüre gelmiştir.
Bu yöredeki insanların tarihi aile terbiyeleri vardır ve aynı terbiyeleri de bugün muhafaza etmektedirler.
Ama ne var ki, şansları ters düşmüş, sistemin madrabazlığı nedeniyle fakru zaruret içerisinde kıvranıp duran bazı ailelerin çocukları aldatılarak bir hiç uğruna silahlandırılmış ve dağa çıkmıştır.
Bu coğrafyanın insanı, yani bu ülkenin bütünlüğü içerisinde yaşamakta olan toplumun bireyleri aynı inancın, aynı Kur’anın, aynı Peygamberin inancıyla bir bütün olarak yaşana gelmişlerdir ve yaşamaya da devam edeceklerdir.
Fitne unsurlarının varlığıyla hiç kimse bir yere gidemez.
Ve mobese kameraları ile termal kameraları çalışmadıkları halde biz bu işlerin peşini bırakmayız.
En derin saygılarımla.