DÜN TÜRK BASININA SÜRPRİZ BİR HABER DÜŞTÜ!

Evet, sevgili okurlar.

Türkiye’nin genel görünümünde görünen bir gerçek vardı.

O da; JİTEM ve Ergenekon belası...

Ülke sathında yıllardan beri yayılan ve gittikçe palazlanarak büyüyen, şımaran bir genel sorundur; bu gerçek!

Tabi ki bu sorunu kesinlikle ve tartışılmaz olarak ülkenin başına bela eden de askeri vesayettir.

Ve bu paralelde ideolojik düşünce ihtiva eden yargı vesayetidir.

Maalesef bu her iki haslet oluşum Türkiye’nin başını hep belaya sokmuştur.

Bakın!

Uzağa gitmeye lüzum yok.

İki günden beri görsel medyanın ekranlarına düşen JİTEMCİ Albayın suikast itirafları..

Doğrusu yakın tarihimizi tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır.

Dün de aynı haber yazılı medyanın sür manşetlerine ve manşetlerine değişik versiyonlarla yansıdı.

Bence;

Bu yansıma ve ortaya çıkan itiraflar Türkiye’mize yepyeni bir dönüm ve değişim noktasının başlangıcı olmuştur.

Gerçekten, bu durumda Türkiye, yeni yeni oluşumlara, dönüşümlere gebedir.

Çok güzel şeyler, milletimizin birliğine ve ülkenin bütünlüğüne yönelik icra edilmeye başlanılmıştır.

Şu adama bakın.

Adı Arif Doğan, Ergenekonu ete kemiğe büründüren kişi!

"JİTEM’i ben kurdum" diyen bu adam emekli Jandarma Albay.

Türkiye’yi şok etti bu ifadeleriyle.

Ve devamla şöyle diyor hem de utanmadan, sıkılmadan korkmadan;

"Alevi-Sünni kavgası için Alevilere saldıracak sakallı-bıyıklı bir ekip kurdum…

7000 ruhsatsız silah dağıttım…

Terörist yetiştirdim…

10 bin silahlı adamla suç örgütlerini yönettim…"

"Destek olmasam Eşref Paşa öldürülemezdi" diye itirafta bulunuyor.

3. Ergenekon iddianamesine giren eski MİT çalışanı ve Ergenekon sanığı emekli Albay Hüseyin Vural’da bulunan şok bir belge Eşref Bitlis ve ekibinin ölümlerini yeniden gündeme getirmişti.

İddianamede Ergenekon yapılanmasında örgüt üyelerinin fikri ve ideolojik eğitimi ile görevli kişi olarak gösterilen Vural’da ele geçirilen belgeler kayıtlara şehit oldu diye geçen; ancak Ergenekon soruşturmasıyla birlikte suikasta kurban gittiler, iddiaları ciddi biçimde başlanan subay cinayetlerine ışık tutacak nitelikteydi.

Vural’da ele geçen Org. Eşref Bitlis’le ilgili belgede "Eşref Bitlis’in kadrosu suikastlarla öldürülecek." İfadelerinin yer aldığı belirlenmiş.

Vural’ın evinde çıkan belgeler için "Bu belgeyi hatırlamıyorum" demekle yetinmişti.

Bakınız, sevgili okurlar.

Bu itiraflar doğrultusunda hareket edilirse 1993’teki Bahtiyar Aydın’ın da Lice’deki birliğin içinde kanas kurşunuyla vurulması, o da olayların bir yan gerçeği olarak gün ışığına çıkması kaçınılmaz olur..

Her zaman yazdığımız gibi;

1990’lı yıllarla 2000’li yıllar arasında bu bölgede devletin, milletle ne kadar dürüst kaldığı gerçekten düşündürücüdür.

"Bitlis’in kadrosu suikasta gidecek" diyen MİT mensubu Vural ve evinde ele geçirilen belge tapu senedi gibi tarihi bir vesikadır.

Eşref Paşa’nın ekibinden gerçekten esrarengiz ölümler söz konusu olmuştur.

Türkiye’nin başını belaya sokan en önemli badire ve maceraların başını çeken TSK’nın bünyesinde oluşa gelen rütbelilerin kimliklerini meçhul tutması.

Bana göre kimliklerin gizli tutulması iktidarların beceriksizliğine, korkaklığına ve gafletine delalettir.

Keşke bu memlekette tüm kimlikler, özellikle üniformalı ve yargıda yer alan önemli şahsiyetlerin kimlikleri açıklanmış olsaydı.

O zaman melekle şeytan kolayca birbirinden ayırt edilmiş olunacaktı.

Şimdi şu resme bakıldığında işte gerçekten bu insan bu kıyafetiyle "haza şeytan" dedirtiyor.

Bu kılığıyla, bu kıyafetiyle konuştuğu ses bantları ortada.

Aynı o tarihlerde Eşref Bitlis’ler hem de askeri birlikte suikasta uğratılıyorsa.

Devletin emniyet müdürü beş tane polisiyle beraber makamından çıkarken şehrin göbeğinde kaşla göz arasında vuruluyorsa..

Ve adeta katillerin yer yarılıp, yerin dibine girmiş gibi bir hal yaşatılıyorsa insan daha ne yapabilecek ki?

Yetmezmiş gibi; suikastları da Hizbullah örgütüne ihale ediliyorsa varın gerisini siz düşünün.

Rahmetli Turgut Özal’ın şahadetine dair dünden beri yepyeni bir sayfa açılmıştır ve Ankara Savcılığı harekete geçmiştir.

Bu işi organize eden ve işin arkasında olan Org. Sabri Yirmibeşoğlu olması iddia edilmektedir.

Peki, sormazlar mı?

Bu millet bunca insan kılığındaki şeytan ruhlu, katil insanları nasıl olur da bu devlet görmüyor veya görmezlikten geliyor?

Ya da görmede başarı sağlayamıyor?

İnsan kendini bu sorulardan bir türlü arındıramıyor sevgili dostlar.

Aynı macera ve manzara 1968’li yıllarda Suriye’de yaşanmış ve Suriye’nin ezberini bozan devletin altını üstüne getiren devlet bünyesinde okuyup büyüyen dürüzü Nusayri Alevi mezhebine mensup sapık subaylar ve generaller tarafından ihtilaller yapılmıştır.

Ve netice itibariyle 1970’te ansızın bir gecede Hava Kuvvetleri Komutanı General Hafız Esad tarafından yönetime el konuluyor ve oluk oluk masum insanların kanı akıtıldı.

Aynı o gün de Suriye’nin parlamentosu da gerek iktidar gerek muhalefet partiler "Şu meşhur demokrasi kavramını" ağızlarından düşürmüyorlardı.

Sakız gibi ha bire çiğniyorlardı.

Ama asker ne yapıyordu?

Muhafazakâr, dinini, imanını seven iktidarlara karşı birer "eleddûl hisam" durumundaydılar.

Yani en azgın düşman idiler.

Bu azgın düşmanlar bir gecede Suriye’nin Hama ve Hümus kentlerini yani dindar kesimlerin bulunduğu kentleri kuşattı.

Yüzbinlerce medrese ve ulema kesimlerini imha etti.

Bu tamamen Suriye’deki aşırı solcu Marksist partinin uygulamasıydı.

İşte aynı uygulama bir de Irak’ta tatbik edildi.

Hem de sinsice!

Onu da ırkçı şovenist jakoben hain bir lider olan Saddam Hüseyin''le başardılar.

Sonrası da malum. Hali pür melali ortada.

Unutmayalım ki Türkiye’deki önemli bazı kurumların gölgesinde yer almış nüfuz ve yetki sahibi olmuş rütbeli ve ünvanlı subay ve generaller, hakim ve savcılar kesinlikle ehli İslam’a inanmıyorlar.

Muhafazakâr insanlara büyük çapta düşmanlık besliyorlar.

Hükümet yavaş yavaş haklarından gelmeyi başardı gibi.

Ama daha bir hızla bunların üzerine gitmeli..

Ve bütün çıplaklığıyla her şey ortaya çıkarılmalıdır.

Bunlar her ne kadar resmi üniformayla dolaşıyorlar, ağız kalabalığı yaparak bir şeyler yapmaya çalışıyorlar ise de ama öyle ümit ediyoruz ki yaptıkları ve besledikleri emeller kursaklarında kalacaktır.

Ne diyelim!

Bu memlekette Başbakanlar..

Cumhurbaşkanları, Bakanlar..

Hain olarak gösterilip idamlara kadar gidiyorsa..

Hırsızlar, namussuzlar ve vatan hainleri de insan kılığında birer şeytan olarak yaşıyorlarsa böylesine demokrasiye "tüh" olsun demekten kendimizi alıkoyamıyoruz.!

Böyle demokrasilerin "sonu" meçhuldür!.

En derin saygılarımla.