DÜŞMAN, DAHİLİ OLUNCA!

Evet, sevgili okurlar.

Özellikle bu köşeden siz değerli okurlarımıza seslenirken, hemen hemen tüm yazılarımda vurgulamak istediğim nokta;

"Yakın tarihimiz" boyunca Türkiyenin ülke olarak, millet olarak, devlet olarak, çok büyük belirsizlikler içerisinde yaşaya gelmesidir.

Kim dost, kim düşman, belli değil?

Hiç kuşkusuz ki, "dost bilinen ve fedakârca bütün varlığını insanların mutluluğu ve refahı için" feda eden nice siyasi insanlarımız olmuştur.

Ama sonuç itibariyle “dahili düşmanlar” tarafından hain ilan edilmiş ve nihayetinde dar ağacına kadar götürülmüştür.

İşte Menderes ve arkadaşları gibi…                

Veya sürgün edilerek söndürülen, nice ocaklar gibi.

Ve idam edilen nice ulema…

Peki, kimler tarafından?

Dost görünüp de düşman kesilenler tarafından yapılmıştır.

***

Hukuk adı altında, insan temel hak ve özgürlüğü adı altında, demokrasi adı altında, Atatürkçülük adı altında laikçilik simgesiyle yola çıkarak, “Allah” diyen insanlarımıza suçlama getirmişler, tuzak kurmuşlardır.

Hile ve hurdalarla ülke insanlarını zulüm denceresine sıkıştırıp, davalarından vazgeçirtinceye kadar büyük mezalim uygulamışlardır.

Kimler tarafından mı?

Elbette ki kimliğini açığa vurmayan, dahili, hain, satılmış düşmanlar tarafından.

Evet, “dahili düşmanların" varlığı toplum için çok tehlikelidir.

Her dönem "yıkımın" başaktör ve müsebbipleri olmuştur.

***

Hatırlarsanız..

Bir süre önce o büyük Üstat Bediüzzaman Hazretlerinin kaleminden siz değerli okurlarımıza şu görüşünü aktarmıştım.

“Düşman tanınmadığı zaman, daha çok zararlı olur.

İçten gizlendiği zaman, daha çok habis olur.

Yalancı olduğu zaman, fitnesi ve bozgunculuğu daha şedit olur.

Hele hele tüm bu vasıfları taşıyan birileri dahilden olunca, daha çok büyük zarar verir.

Zira dahildeki zarar veren düşmanın görevi, toplumun salabet-i diniyesinden tut birlikteliğine kadar gücünü dağıtır.

Esefle belirteyim ki nifakın, çok yüzlülüğün, tarih boyunca İslam’a çok büyük zararı olmuştur”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Üstat bizi bu bilimsel ve tarihi gerçeklerle uyarıyor.

Son doksan yıl içerisinde özellikle 1990’lı yıllardan 2000’li yıllara kadar, içine 28 Şubat’ı kapsayan olup biten zifiri karanlıklar.

Bunca terör odaklarından meydana gelen faili meçhul cinayetler.

Nice katliamlar, bilinen ve bilinmeyen nice nice masum insanların infaz edilmesi!

Tüm bu karanlık yapıları "ak gösterenler" yapmıştır.

Olaylara bakış şekli “Devletin, milletin kurtuluşu uğruna yapıyoruz” gösterimleri tümüyle hileli oyunlarla olmuştur.

Dehşet mezalim saçılmıştır ve bu toplum Kürt’üyle, Türk’üyle, Doğusuyla, Batısıyla içten vurulmuştur.

***

Sevgili okurlar!

Bu zifiri karanlığın hıyaneti inkâr edilmez.

Ne var ki bu hıyanetin erbabları “Biz ne yaptıysak, devlet için yaptık” sloganıyla kendilerini süret-i haktan gösteriyorlar..

Zaten "maskeyle" yola çıkarak nice ocakları söndürmüşler.

Ve bunlar..

Gerek 28 Şubat sürecinde..

Gerek eveliyatında, Demirel’in devlet otoritesini elinde tutan ve mahiyetinde yaşayan, onun emrinden zerre kadar çıkmayan Mehmet Ağar ve ekibidir.

Bakınız, dünkü yazılı medyanın manşetlerine…

Fotoğraflarıyla beraber manşetlere taşınan "tarihi gerçekler" dehşet verici.

İşte sizlerle paylaşmak istediğimiz hakikatlerin, tüm olayların birer kanıtlayıcı delilidir bu manşet.

Sabah Gazetesinin dünkü manşeti ve 1. sayfanın göbeğindeki başlık;

“KARANLIK CİNAYETLER AYDINLANIYOR..”

Bu başlığı taşıyan haber, şöyle devam ediyor.

“16 İNFAZA TİM AYNI”

Haber spotu şöyle;

“İfadeler, itiraflar, tutanaklar, MİT Raporu, Kriminal bulgular, ses kayıtları…

Sabah, derin yıllardaki 16 faili meçhul cinayetin delil dosyasını aralıyor”

***

Bu haberlerin yanı sıra konulan resim, ayakta duran Mehmet Ağar.

Eski İçişleri Bakanı ve aynı zamanda Emniyet Genel Müdürlüğü görevinde bulundu.

Onun yanı sıra 4 büyük kafa daha var.

“İbrahim Şahin, Ayhan çarkın, Ayhan Akça, Ziya Bandırmalıoğlu”

Buraya haberin tümünü alamayız.

Çünkü çok uzun ve detaylı, köşemize sığdıramayız.

Ancak vuku bulan olayın nabzını tutarak, deşifre edelim.

“Ankara başsavcılığının 1990’larda işlenen 16 simge cinayetle ilgili iddianamesinin 1700 sayfalık ekindeki derin deliller, derin ölüm Timinin sırlarına ışık tuttu, Mehmet Ağar’ın 1 numaralı şüpheli olarak görüldüğü dosyada cinayetlerin Ağar’ın bilgisiyle Korkut Eken ve İbrahim Şahin’in ekiplerince gerçekleştirildiği öne sürülüyor..

***

İşte korkunç ifadeden bazıları;

Ayhan Akça: Komiser Yüksel’e uzi silah vererek, ‘Al, seninde bir siftahın olsun, sen öldür bunu’ dedi.

Yanında Ziya Bandırmalıoğlu da vardı.

Arabadan Ağar’a telefon açtım, ‘O konu halloldu dedim’

‘Gözlerinden öperim’ yanıtını verdi.

Ölümden çıkan para Ağar’la paylaşıldı, ‘Ayhan Çarkın PKK’dan 3 milyon dolar aldı, o cinayet oğlum ve arkadaşlarının işi’ dedi”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bakınız, dünya döndükçe gerçekler yerin dibinden yeryüzüne fışkırıyor.

Tıpkı baharın rahmet yağmurlarından sonraki yeşeren güllük gülistanlık doğa gibi…

İşte ‘Al senin de bir siftahın olsun’ diyerek öldürmek istediği adam kim biliyor musunuz?

Diyarbakırlı Avukat Yusuf Ekinci…

Bu grup tarafından kaçırılıp, öldürülüyor.

Cinayet anı.

***

Bakınız, Avukat olarak görev yapan Diyarbakırlı Yusuf Ekinci’nin 25 Ekim 1994’te öldürülmesine ilişkin de itirafta bulunan Özel Harekat Polisi Ayhan Çarkın ifadelerine göre olay şöyle yaşanıyor.

“Yusuf Ekinci, kendisine ait Avukatlık bürosunun önünden alındıktan sonra Gölbaşı’na götürülüyor.

Ayhan Akça, Komiser Yüksel’e Uzi marka silah vererek şöyle diyor;

‘Al senin de bir siftahın olsun, bu şahsı sen öldür..’

Ve Ekinci orada öldürdürülüyor.

Akça sonra arabadan Ağar’ı telefon arıyor ve " O iş haloldu" diyor, Ağar'da ona  ‘Gözlerinden öperim’ diyor.

***

Evet, sevgili okurlar.

Demek ki, düşman dahilden olunca, ülke bu hale geliyor.

Zira tanınmıyor, tanınmadığı için daha çok tehlike saçıyor.

Ah ki ah..

Ne zaman o düşmanı seçebilen ve tanıyabilen o feraset hakimiyet bulsa.

Allah bu millete nasip eylesin.

* * *

Ya bir de dünkü Bugün Gazetesinin manşetine bir bakın..

Neler yazmıyor ki?

“PAŞA SUİKASTINA KOVAN TEZGAHI”

“Suikasta uğrayan Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın ölümü 20 yıldır aydınlatılamadı.

Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın şehit edildiği suikasta “çatışmada öldürüldü” süsü vermek için çevreye bırakılan 981 kovanla ilgili şok gerçek balistik raporlarında ortaya çıktı”

Sevgili okurlar, bunların hepsini buraya yazamıyoruz.

Ama peyderpey bunları yazıp, deşifre etmek, hainleri daha net bir şekilde topluma göstermek, bizim temel görevimizdir.

Bir de “dahili düşman”ların devletin önemli kurum ve kurumlarında bulunduğu gibi en tehlikelileri de meşhur medyanın kalemşorlarıdır.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Bir hafta önce Sayın Başbakanın aldığı bazı istihbarat bilgileri nedeniyle şunu söylemek zorunda kalmıştır.

“Yurtlarda kız öğrencilerle, erkek öğrencilerin bir arada olmaması için tavsiyede bulunmuş.

Vay, sen misin bunu söyleyen?

Başbakan hakkında verip, veriştiriyorlar.

Neredeyse Başbakan bu söyleminden dolayı, anayasa suçu işlemiş gibi "idam" sephasına götürülecek.

Kimler tarafından?

İşte “dahili düşman” dediğimiz, kimliğini saklayan ve bu milletin kaderiyle oynayan hain muhalefet ve o paralelde yürüyen hain medya.

Evet, Başbakan dönüş yaparak dedi ki biz kimsenin “Özel hayatına karışmıyoruz, biz özel hayatın teminatıyız”

Zira Başbakan ne yapabilir ki?

18 yaşını bitiren kişi, kadın olsun-erkek olsun tümüyle insiyatifi kendisinin eline geçiyor, onu zorlayan ailesi dahi ona laf geçiremez.

Yasalarımız, İnsanların “İnsan temel hak ve özgürlüğünü”(!) teminat altına almıştır.

Bakın, bu milletin derdi ne kadar büyük.

Bu millet, ne kadar formülsüz, daha doğrusu formülü bulunmayan ne kadar denklemlerle ve problemlerle karşı karşıya kalmaktadır.

Türkiye’de fuhuş rezaleti meşrudur, yasak değildir.

Hele hele 18 yaşını bitirenler için.

Birer ilim, irfan yuvası durumunda olan sözde üniversitelerimiz birer ahlak simgesi ve merkezi olması gerekirken, işte mevcut vesayetçi anayasanın himmet-i âliyesiyle (!?) (yüksek himmeti ve himayesi altında) fuhuş serbestiyeti söz konusu olunca, aynı üniversitelerimizin yurtlarındaki kadınlı-erkekli öğrencilerin birlikteliği işte tuvaletlerden yıllar boyu ne hazindir ki ceninler çıkıyor.

İşte bu skandallara damga basan bu tür gelişmeler, maalesef anayasanın ve kanunların himayesinde yürürken buna da “Özel hayat teminatı” deniliyor.

Başbakan ne yapsın?

Bunu söylemek zorunda kaldı;

“Herkesin özel hayatı teminatımız altındadır, birilerinin özel hayatına müdahale etseydik, her iki kişiden birinin oyunu alamazdık” dedi.

Evet, “Meşru hayat var, gayrimeşru hayat var”

Başbakan bunu da vurgulamadan geçmiyor.

Bu yasalara göre meşru hayatın teminatı yoktur, gayrimeşru hayat ise anayasanın teminatı altındadır.

Buna ne Cumhurbaşkanı karışabilir, ne Başbakan, ne de TBMM.

* * *

Evet, “Meşru hayat vardır, gayrimeşru hayat vardır” diyen Başbakan, “Bu noktada bizim de üzerimize düşen görevler vardır” dedi.

Ancak bunu diyerek, işin içinden çıkmak isteyen bir siyasetçi, bu şartlarda eleştiri hedeflerinden ancak bu kadar kurtarabilir kendini.

Gayrimeşru hayatlar ve üniversitelerin tuvaletlerine düşen gayrimeşru ceninler, tüm bu “özel hayatın teminatı” altından çıkıyor.

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar.