ENCÜMEN-İ DANİŞ ŞEYTANİ BİR ANLAYIŞ!

Evet sevgili okurlar!

Bilindiği üzere 21 Şubat 2009 Cumartesi günü, yani yarın, Başbakanımız sayın Recep Tayyip Erdoğan ilimizdedir.

Elbette ki biz Diyarbakır insanları olarak bize düşen insani misafirperverlik ve yurtseverlik görevimizi yerine getirmeliyiz.

Güneydoğulu her Kürt insanının şeref ve haysiyetine yakışan da budur…

Geçmişteki ecdadımızın ne kadar misafirperver olduklarını, devlet büyüklerine ne kadar saygılı olduklarını tüm tarih sayfalarımız bunu kanıtlamaktadır.

Devlet büyüklerimiz diyoruz, bunu da hemen belirteyim ki, geçmişe yönelik diyorum bugüne dek gelen giden devlet büyüklerinin hiçbirisi de gerçek manada büyüklük vasfını taşıyanlardır diyemeyiz.

Ama sayın Erdoğan ile Cumhurbaşkanımız sayın Abdullah Gül'ü tenzi ederek.

Onlar hariç diyoruz.

Vicdani ve insani bir inançla düşünülürse bu her iki insan gerçekten devlet büyüğü olarak "vasıflanlandırılabilinir"..

Çünkü büyük kişiliğe sahip insanlardır.

Bunları yazarken kesinlikle herhangi bir siyasete veya siyasetçiliğe yağdanlık veya yalakalık yapma gibi bir niyetim yok. Olamaz da. Buna ihtiyacım da yok.

Zira ben kesinlikle siyasetle uğraşmıyorum ve siyasetle uğraşma niyetim de yok.

Ama vicdanen insancıl olarak, gerek Diyarbakır olsun ve gerek tüm Güneydoğu Anadolu olsun burdaki yaşayan tüm Kürt kardeşlerimize şunu arz etmek istiyorum.

Bu asırda birçok milletler sistemlerin ve çeşitli karanlık senaryoların, yanlış eğitimlerin etkisi altında kalarak benliğini, kişiliklerini, örf ve adetlerini yitirmişler ise de ama öyle inanıyoruz ki Kürt milleti gelenek ve göreneklerinden, örf ve adetlerinden, dini inançlarından, misafirperverliğinden, izzetli ve vakarlı bir millet olmaktan zerre kadar bir şeyini kaybetmemişlerdir.

Bu itibarla bize de, yani Diyarbakır insanına ve tüm Güneydoğulu insanımıza da bu yakışır.

Başbakan sayın Recep Tayyip Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bir Başbakanı ise de, Ortadoğu ülkelerinin de lideri durumundadır.

Hatta tüm İslam dünyası bu liderlik vasfını kendisine yakıştırmaktadır.

Bunun kanıtlayıcı delili de Davos'taki haykırışıdır.

Bunun için sayın Erdoğan'a karşı yapılan herhangi bir antipati veya yanlış hareketlilik Diyarbakırımızı ve tüm Güneydoğu Anadolu'yu küçük düşürmekten başka bir şey değildir.

Bu nedenle biz geçmiş ecdadlarımızın yaptıkları gibi her zaman için misafirperverlik görevimizi, ağırbaşlılık unsurunu kendimizde daima saklamalıyız ve günü gelince de dosta düşmana karşı bu büyüklüğümüzü de göstermeliyiz.

Sevgili dostlar, Türkiye zor günleri yaşamaktadır.

Bu zor günleri aşmak hepimizin görevidir. Buna da birliktelik, bütünlük ve aynı inanç paralelinde adım atma denir.

Eğer ülkemiz yaklaşık 40 – 50 yıldan beri terör, kargaşa, hukukdışılık gibi halleri yaşamış ise tamamiyle devletimizin bünyesine ve derinliğine yerleştirilmiş birer patlayıcı madde gibi tehlike arz eden unsurlardır.

Bu unsurları artık tanımalıyız.

Bunlar dinimize, inancımıza, örf ve adetlerimize, kitabımıza ve ülke bütünlüğümüze karşı hareketlendirilmiş, fitillendirilmiş birer dinamit lokumlarıdır.

Dost görünüp düşman muamelesini yapan bu hain entrikalara karşı artık birleşmemiz gerek, bütünleşmemiz gerek.

İnancımız da bunu ister. Karakterimize ve kişiliğimize de bu yakışır.

Gerçekten sayın Erdoğan, ekibiyle beraber ama birkaç kişi hariç devlet otoritesini ellerine aldıklarından bugüne kadar, gayretli ve samimi çalışmaları neticesinde devletin derinliğine yerleşmiş zorba üniformaların huzurunu kaçırmıştır.

Planlarının altını üstüne getirmiştir.

Özellikle 2004'ten buyana her halukarda Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bünyesinde bulunan ve birçoğu emekliliğe ayrılan paşalar ve generallerin kötü niyetlerine dayalı komplo teorilerini darmadağın etmiştir.

Kendine değişik isimler takan ve masonik platformlarda birleşerek devletin önemli bazı kurum ve kuruluşlarına gizli mesajlar vererek darbe teşebbüsüne girmek isteyen ihtilalci, darbeci, Batı Çalışma Grubu, postmoderncilerin planları akim bırakılmıştır.

Bunlar da elbette ki sayın Erdoğan'ın siyasetinin başarısıdır.

Artık düne değil, bugüne ve bundan sonraki geleceğe bakmak lazım.

Bakınız, dünkü yazılı medyanın önemli gazetelerinin manşetlerine bakıldığında çok ibretler almak gerekir.

Hatta dahası STV'de her akşam ana haber bültenlerinden sonra gösterilen Tek Türkiye adlı diziye bakıldığında Türkiye ne kadar hain planlarla karşı karşıya kalmış bir ülke olduğunu az çok kafayı çalıştıran herkes anlar.

"Tazıya tut, tavşana kaç" misali….

Bir yandan terörle mücadele adı altında devlet bütçesi harcanırken, öbür yandan terör örgütlerine göz kırpma ve Anadolu insanını özellikle Güneydoğu insanının başına ne çoraplar ördürüldüğü gün gibi aşikardır.

Kendilerine kurtarıcı, kahraman süsünü veren ama bir yandan köylere girip vatandaşları "Sen teröre yardım yataklık etmişsin" adı altında avlayıp götürerek haklarında yalan dolan bir şekilde fişleme düzenleyip işkenceye tabi tutulan vatandaşları kasıp kavururken öbür tarafta terör odaklarına göz kırparcasına örgüt mensuplarını görmezlikten gelerek köylere saldırmaya neden olmuşlardır.

Böylece bu yörenin masum insanı iki yönden cezalandırılmıştır.

Bir yönü terörle savaşım adı altında işkence yaptırmak, öbür yönden de vatandaşları terör örgütlerinin ellerine itirafçıların tezvirleriyle karşı karşıya bırakmak…

Bakınız dünkü Star Gazetesinin deneyimli yazarlarından Mehmet Altan'ın şu paragrafını sizinle paylaşmak istiyorum.

"Hukukçular Komisyonu, aralarında ABD, İngiltere, Fransa gibi batı ülkelerinin de olduğu çoğu ülkede, devletlerin, terörle savaş bahanesi ile "işkence", "insanın aşağılanması" veya "insanlık dışı" uygulamalara başvurduklarını, "adil yargılama" ilkesine de zerre kadar uymadıklarını kayda geçiyor…"

İşte bunu kanıtlayan Türkiyemizdeki olaylar…

Evet, yukarıda belirttiğimiz gibi bir yandan devlet kutsiyeti gibi kör, ırkçılık taassubu adına vatandaşını fişlemeye ve işkenceye tabi tutarlar, öbür taraftan da vatandaşı yalnız bırakıp terör odaklarına adeta yem yapma durumuna getirirler.

Ve bunun adına da "Terörle mücadele" denir.

Nice köyler yakılır, yıkılır, nice ocaklar söndürülür ama gizli mason localardaki "Encümen-i Daniş"lerin aldığı kararlar her gün devleti başka yönlere yönlendirirler.

Hukuk ve adalet adı altında antidemokratik yargılamalar ve onlarca yıl sürdürülen ve bir türlü sonuçlanmayan yüzlerce dava dosyaları ve birçoklarının da zamanaşımına sokulmaları gibi vahim sonuçlar…

Burda size tek bir örnek vermek istiyorum.

1998/153 esas sayılı dosya sözde PKK'ya yardım ve yataklık etme suçunu işlemesi ve o suçun oluşturulma komplo teorisi bir belgenin PKK mensupları tarafından tanzim edilme entrikasıyla ve bütün bu hıyanet planları gün yüzüne çıkarılınca foyaları meydana çıkmış ve hangi hıyanet erbabı tarafından yazılmış bu yafta vesikaya kimse sahip çıkmadığı halde, bu dosyanın orjinal klasörü de ortada yok.

Kayıptır ve hangi meçhule gittiği belli değildir.

Her ne kadar elimizde fotokopileri var ise de fakat dosyanın orjinali ortada yok…

Buyrun gelin bu pisliğin içinden hep beraber çıkalım.

Yaklaşık on beş günden beri avukatlarımız tarafından bu dosyanın ortaya çıkarılması için yazılar yazılmış ise de bir türlü cevap alnamamıştır.

Bu dosyanın orjinali aranırken insanın aklına şu soru gelmektedir.

Acaba buna da "Encümen-i Daniş"in çengeli mi atıldı?

Soruyor, takip ediyoruz.

Deyim yerindeyse yılanın kuyruğuna basarken gırtlağı da elimizdedir.

Kurtuluşu yok.

Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir.

Her şey hukuk ve demokrasi platformunda çözülmelidir.

Zorbalığa, karanlık teorilere meydan verilmemelidir ve inanıyoruz ki bu da sayın Başbakanımızın dönemine rastlamaktadır.

Evet sevgili okurlar!

Bugünkü yazımıza başlık olarak kullandığımız "Encümen-i Daniş Şeytani Bir Anlayış" ifadesinin sebebi mucibesi şudur.

Dünkü Zaman Gazetesi'nin birinci sayfasındaki manşetten aldığımız ilham…

Evet! Bakınız sevgili okurlar!

Haberin ana çizelgesi şöyledir:

"Karadayı'nın bir ses kasedi daha çıktı" üst başlıklı haber.

"Encümen-i Daniş'i Kayda Almış Dostlar Meclisi Kurmuş" manşetiyle şöyle devam ediyor:

"Eski Genelkurmay Başkanı Karadayı ile ilgili yeni bir ses kaydı internete düştü. İlk ikisinde Köşk seçimi ve Encümen-i Daniş konuları gündeme gelirken, üçüncü kasetten Dostlar Meclisi çıktı. Karadayı, bu yapılanmayı üyelerinin isimleriyle birlikte aktarıyor. Encümen-i Daniş toplantılarını kayda aldığını belirtiyor."

İşte sevgili dostlar bakınız…

Karadayı'nın tarihi darbecilik ve ihtilalcilik girişimlerini yalnız 28 Şubat'taki Genelkurmay Başkanlığı dönemiyle yetinmemiş. Emekliye ayrıldıktan sonra da Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bünyesindeki bazı generaller ve amirellerin adları rüşvete, usülsüzlüğe, yolsuzluğa katıldığı halde TSK'nın berrak çehresini o lekeden kurtarma çabasını göstermeyip, hala da darbecilik peşine düşüp "Encümen-i Danış"a yeni bir isim bularak "Dostlar Meclisi" adını koymuştur. Ve bununla eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Yargıtay eski Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'yla işbirliği içine girip Abdullah Gül'ü Cumhurbaşkanı olarak seçtirmemek için 367 sayının yasalaştırma çabasını göstermiştir ve bu çaba ile ANAP ve DYP liderlerine baskı yaparak Meclis'e sokmama başarısını göstermiştir.

İşte bunlar ülkenin oluk oluk akan masum insanlarının kanını ve anaların dökülen gözyaşlarını görmezlikten gelip ihtilal ve darbecilik peşine düşmüşlerdir.

Nedir bu felaket?

Tabi ki vatanı kurtarma gayreti(!) diyelim…

Maşaallah! Nazar değmesin, evlere şenlik!

Yarabbi yeni şanslar, yeni dogmatik şeytani unsurlara bakalım…

Ey ahali! Bakın Türkiyemizin seyrü seferine ve kurtarıcı kahraman generallerimize (?!)

En derin saygılarımla.

Hayırlı Cumalar.