ERDOĞAN VE DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI BÜNYESİNDEKİ MÜFTÜLER!? (II)

Sevgili okurlar...

Hep ifade ediyorum.. Ve zihnimin açık, dilimin döndüğü, kalemimin yazdığı sürece, haykırarak ifade edeceğim!..

Bu ülkenin ve bu milletin tek kurtuluş reçetesi vardır.. O da, “İslam hakikatlerine” sımsıkı sarılarak, A’dan Z’ye kendini bu rotada, konumlandırması lazım..

Yoksa dün olduğu gibi bugün de, görünen o ki yarın da “mevcut halin, beterin beterini” yaşama ve yüz yüze gelmeye, hep mahkûm olacağız!

Özellikle de bir asra yakındır Türkiye’yi “vesayet altında” tutan, milletle devleti sürekli hasım kılan uygulamaların membası halindeki müesses nizam, sadra şifa vermiyor...

Çünkü ne yerli ve ne de millidir, olmadığı içindir ki devletle-millet bir türlü imtizaç sağlayamıyor..

Bu kısa özet girişten sonra bugünkü sohbetimizin muhtevasına dönelim..

Ki hasbi halimiz, aynı rotada olacak..

Dünden devam diyoruz..

Yazı başlığımızı değiştirmiyoruz..

“ERDOĞAN VE DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI BÜNYESİNDEKİ MÜFTÜLER!?..”

İşte bu ifadenin dibacesinde,  meramımızı daha geniş kapsamlı, biraz da dokunaklı velev ki zülfüyâra dokunsa bile dile getirmeye çalışacağız..

Satırlara döktüğümüz cümlelerin önemli tarafı, bilaistisna ayetlere dayanmasıdır...

***

Hiç kuşkusuz ki...

İntisap etmiş olduğumuz yüce İslam dininin önderi, son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (Aleyhissalâtü vesselam)’dır.

“Rahmeten lil âlemin” olarak yeryüzünü nurlandırmıştır...

İnsanlığı kötü yollardan, küfrün, inançsızlığın, ilhadın bataklığından çıkarıp, medeniyetin, imanın, İslam’ın ve ihlâsın sahil-i selametine (kurtuluş sahrasına) kavuşturandır..

İnsanlığı “nurlu yola” davet eden, 124 bin Peygamberler silsilesinin son altın halkası olan o yüce İslam Peygamberi Efendimiz (S.A.V)’in yolunda yürümek, kurtuluşa ermektir..

Onu unutmamak, onunla yaşamak, duygulanmak, ümmet için ve bizler için büyük bir kurtuluş çaresi ve reçetesi olduğunu hep idrak etmemiz gerekir!

Şeref ve izzet gerçeğidir.

***

Lakin bu intisabın gerçek bir intisap olabilmesi için, her şeyden evvel söylemlerimizle eylemlerimizin birbirini tutması gerekir...

Ana koşul budur...

Ancak o zaman hakikat vücut bulup, intisap gerçekleşebilir.

Aksi takdirde basmakalıp olarak, klişeleşmiş ifadeleri kullanarak bir yere varamayız..

Şahsi çıkar için, bir yerlere gelebilmek, bazı imkanlara kavuşabilmek, maddiyatı önemseyen hedefleyen ulaşabilme adına, İslam kavramlarını kullanmak kişi, toplum, cemaat ve millet için “Salih bir amel” oluşturmaz...

Dünyevi kazançlar bir an için elde edilebilinir..

Ama maneviyat ve ahiret açısından kaybedeceği çok olur!..

Ki o maddi zenginlik, huzur, güven, istikrar, barış ümmet olabilme şiarını sağlamayacağı gibi, mutluluğunu getirmez!?.

***

Sevgili okurlar...

Dünkü sohbetimizin ana stratejisi, Cumhurbaşkanımız muhterem Recep Tayyip Erdoğan’ın Beştepe Külliyesinde Diyanet İşleri Başkanı dahil olmak üzere 81 ilin müftüleriyle yaptığı toplantıdaki konuşmasına yönelikti..

Çünkü tarihi ve ulvi değerleri öne çıkaran, yüreklere ve gönüllere dokunan bir konuşmaydı..

İnanan toplumumuzu büyülemişti.

Lakin yüzyıllık bir geçmişe dayalı gelen giden devlet adamlarımızın hiçbiri bırakın Hz. Resulullah’a “Aleyhissalâtü vesselam” kelimesini kullanmayı, o yüce Peygamberimiz (S.A.V)’in adını dahi dillerine getirme cesaretini gösterememişlerdir...

Gösteren olmuşsa da akıbeti meçhul olmuştur!..

İşte merhum Adnan Menderes..

Ama bugün Sayın Erdoğan var...

Erdoğan, Efendimiz (S.A.V)’in adının geçtiği her cümlede “Aleyhissalâtü vesselam” ifadesini kullanıyor...

Bu da bizim için, tüm inanan Müslümanlar için büyük bir gurur kaynağıdır..

Büyük bir ümit ve teselli olarak algılanmaktadır...

Dünkü yazımızda da ifade etmiştim.

Her şeyin başı; İslam’ın ana ruhunu bu memleketin insanlarının 7’den 70’ine enjekte edebilme gerçeğini ortaya koyabilmektir...

Yoksa yüzeysel olarak söylemiş olduğumuz cümleler, ifadeler, ayet ve hadis dahi olsa bize göre havada muallâk kalır.

Her şey suya yazılmış yazı gibi olur!..

***

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 81 İl müftüsüne seslenişi.. Külliye’de onlarla bir araya gelmesi.. Konuşmasının da muhtevası, bize şunu okutmaktadır..

Davetin ana stratejisi ve hedefi; ümmeti İslam’ın gerçek yollarına irşat etmek...

İslam’ın terbiye ve talimatı doğrultusunda gençliği yetiştirmek…

Mevcut sistemden kaynaklanan en kötü halden kurtarmak…

Toplumun 7’sinden 70’ine kadar “Amentünün 6 şartını ve yüce İslam dininin 5 tane rüknünü her kesime enjekte edip, sözde kalmamak kaydıyla eyleme geçirmeyi sağlamaktır..

Tablo gurur vericidir.

Cumhurbaşkanının zat-ı devletlerinin sevgisi, bağlılığı, CHP hariç, ulusalcılar ve laikçiler hariç, FETÖ ve HDP hariç toplumun her kesimine yerleşmiştir!...

Ve oldukça da toplumun Cumhurbaşkanına güvenmesini sağlamıştır...

Diyanet İşleri Başkanlığının bu davete icabet etmeleri, hükmen de olsa Cumhurbaşkanının bu davetine icabettir ve harfi harfine yerine getirilmesi görevinin üstlenmesidir.

* * *

Sevgili dostlar.

Tabi bir de madalyonun diğer yüzüne bakmak lazım..

Bu yüz huzur verici..

Ama gel gör ki, diğer yüz hiç de iç açıcı değil..

Mevcut toplumsal halin yaşanması kötü!…

Aile biriminin gittikçe yok edilip çürümesi yıkıcı…

Gençliğin tümü olmasa bile ekseriyet-i mutlakası uyuşturucuyla yaşamını biçimlendirmesi…

Toplumdaki ahlaki çürümüşlükler.

Toplumun; ekonomiksel olarak helalini haramını ayırt etmeyen bir toplum haline gelmiş olması…

Faiz ve tefecilik…

Fuhuş ve uyuşturucu…

Cinayetler silsilesi.

Tüm bunların toplumun kökünden sökülüp atılması, devletin ve iktidarın başlıca görevlerindendir.

Elbette ki Diyanet İşleri Başkanlığı ve o kuruma bağlı müftülükler ve müftülüklerin tüm birimleri, dini inanç bakımından, İslam gerçeklerini halka götürmekle görevlidirler..

Bu görevin Diyanet İşleri Başkanlığına verilmesi ve A’dan Z’ye kadar yetki ve sorumluluğun da yine Diyanet İşleri Başkanlığına bırakılması, ulvi bir sorumluluk ihtiva ediyor..

Elbette ki her şey Bakanlıkların iktidarın kontrolü altında…

Daha doğrusu her şeyden evvel gençliğin büyük bir potansiyelini bünyesinde toplayan Milli Eğitim camiasına yönelik din adamlarının atanması, her sınıfa İslam’ı ve Kur’anı ciddi anlamda birinci ders olarak okutulmasını sağlaması lazım...

Milli Eğitimin dini ve İslam’ı anlatma ve yaşatma şeklinin Diyanet İşleri Başkanlığına bırakması gerekir

Diyanet İşleri Teşkilatı tarafından İslam tedrisatının okullarda yasallaştırılarak yerleştirilmesi bize göre olmazsa olmazdır.

Ve tez elden, zaman kaybetmeden, Cumhurbaşkanımızın geniş yetkilerini kullanarak bu imkânı Diyanet İşleri Başkanlığına vermesi kaçınılmaz bir devrim olması gerekir...

Toplumu mevcut kokuşmuş bir sistemden kurtarmak ancak böylesi bir devrimle mümkün olabilir..

Amma velâkin.

Diyanet İşleri Başkanlığına böylesine önemli görevler verilmediği takdirde, rastgele köy muhtarları gibi veyahut sıradan devletin diğer kurum ve kuruluşları gibi, Diyanet İşleri Başkanlığı birimlerini de davet etmesi bize göre şekli bir hal almış olur düşüncesindeyiz.

Bu da bir anlam teşkil etmez.

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Türkiye’deki vaki olan bir asırlık mevcut sistem, toplumu dejenere etmiştir.

Gerçek yolundan, hedefinden, inancından, dininden, imanından uzaklaştırarak saptırmış durumdadır.

Sayın Cumhurbaşkanımızın böylesine kokuşmuş bir sistemle mücadele etmesi elbette ki memnuniyet vericidir.

Mevcut sistemin kuruluş amacı, millete dayatarak uzun ömürlü idame etmesinin temel amacı ve stratejisi; toplumu biraz daha dinden uzaklaştırmaktır.

İslam’ın gerçek yolundan saptırma halidir.

İşte bununla mücadele etme şansının elde edilmesi de bugünkü Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın zat-ı devletleri himayesinde olabilir diye düşünüyoruz.

Aksi halde söylemlerimiz ve eylemlerimiz birbiriyle çelişiyorsa, yani zıtlaşıyorsa, toplum olarak hedefimize ve kurtuluşa ermemiz mümkün değildir..

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “Saffsuresinin 2 ve 3. Ayetinde Cenab-ı Allah bize şöyle emrediyor;

Ey inananlar! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Bilin ki, yapmayacağınız şeyi söylemeniz Allah nazarında en tiksinti verici şeydir!”

Yani insanları Allah’ın gazabına maruz bırakır.

Neden?

Böyle bir hal, insanları Allah yolundan saptırmaktır.

Kur’an dilinde “yesuddune ân sebilillahi” yani Allah yolundan saptırıyorlar.

İnsanları Allah yolundan saptırma, Allah’ın affetmeyeceği bir haldir.

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar..