ERGENEKON-MERGENEKON DERKEN!

Evet sevgili okurlar!
Bilindiği gibi Türkiye dün yeni bir siyasi atmosfere girdi.
Büyük bir gürültü ile uyandı.
Yani Ergenekon, mergenekon falan derken dün sabah saat 07.00 sularında yeni bir operasyon dalgası başladı.
Hem de nasıl bir operasyon…
Buna da 12. dalga adı verildi.
Polis, bunda da çok başarılı oldu. 18 ilde eş zamanlı operasyonla 83 değişik yere baskın yapıldı ve denilebilir ki bu baskında çok önemli belge ve bulgular ele geçirildi.
Polis, yeni cd’leri ve yeni dokümanları ele geçirdi.
Bu operasyon, Türkiye’ye yeni bir kurtuluş çehresi kazandırdı.
Özel yetki ile görevlendirilen savcıların direktif ve emirleriyle yönetilmekte olan bu 12. dalga operasyonu, denilebilir ki şimdiye kadar uygulanan 11 operasyonun hepsine bedel bir dalga…
Zira yıllardan beri bu ülkeyi Atatürkçülük adına, laikçilik adına, kurtarıcılık adına, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) ve Çağdaş Eğitim Derneği gibi adlar altında kurulan sömürücü, yağmacı, rantiyeci bu dernekler silsilesi, görünürde Atatürk İlke ve İnkılaplarını Yaşatma pozisyonunu yürütüyordu.
Oysa ki tümüyle Ergenekon denilen kirli terör örgütünün gizli odak noktasıydı.
Anayasa düzenini yıkmakla, gizli Encüman-i Daniş’ları kurarak kilit noktadaki etiketli insanları bir araya getirmişti. Ve bunlarla darbe yapıp hükümeti alaşağı etmekle yeni bir marksist düzeni kurma girişimindeydiler.
Bu anılan derneğin başkanı da Prof. Türkan Saylan ve bu teşebbüsün can suyu ve kilit noktası Başkent Üniversitesi’nin Rektörü ve Başkent Televizyonu sahibi Prof. Mehmet Haberal, akla hayale gelmeyen çok büyük bir servet sahip. Tıpkı Mustafa Özbek gibi..
33. Dereceli Mason olarak bilinen 9. Cumhurbaşkanı Demirel’in has adamı, aynı zamanda Başbakanlığı döneminde Ecevit’in özel doktoru olarak da biliniyordu.
Ama ne çare ki Ecevit’e gizliden gizliye adeta suikast girişiminde bulunarak kendi hastanesinde yatırmıştı. Ecevit’in gün gittikçe ağırlaşan durumunun Rahşan hanım farkına varmış ve deyim yerindeyse adeta hastaneden kaçırarak evine götürmüş ve başka doktorlarla tedavisini sağlamıştı.
Oysa ki Dr. Haberal’ın hedefi işgörmez raporu tanzim ederek Ecevit’i Başbakanlık’tan düşürüp yeni bir darbe girişimini gerçekleştirmekti.
Bakınız sevgili okurlar!
Türkiye terör kirlenmesiyle karşı karşıya olan bir ülke.
Hem de boğazına kadar batmış vaziyette. Bu da herkesce bilinen bir gerçek.
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD)’nin bir yavrusu olarak bilinen Çağdaş Eğitim Derneği de yıllardan beri mevcut olan bir çok terör odaklarına mensup üniversite öğrencilerine burs vererek eğitiyordu.
Her zaman anlattığımız gibi Ergenekon denilen bu kirlenme derneğinin dayandığı nokta karanlık dış odaklardır.
Nitekim bu işleri organize eden Prof. Türkan Saylan, rivayetlere göre Rum kökenli bir dönme olup, aslında İngiliz bir anneden doğmuştur. Babası ise Türk değil, ya Rum ya Yunandır.
Ama kendini hayırsever bir ilim adamı pozisyonunda göstermiştir. Özellikle yetim ve kimsesiz kız çocuklarına sahip çıkmış(!)
Bu paralelde Hristiyanlık misyonerliği faaliyetini de üstlenmiştir. Ve üstlenmeye de devam etmektedir.
Zaten görünen "abus" yüzü de bunu göstermektedir.
Böylece gizliden gizliye devletin derin mihraklarına inen bu tür hıyanet erbapları, hep kendilerini Atatürkçülük, laiklik, devrimci ve kurtarıcı pozisyonlarda göstermişlerdir.
Bu vatanın öz be öz Anadolu insanını doğulusuyla, batılısıyla, Türküyle Kürdüyle, Çerkeziyle Arabıyla, tek kelimeyle inanan, İslam dinine bağlı olan herkesimi değişik iftiralarla karalamış, meşhur İttihat ve Terakki’nin ilk olarak kullandığı irtica yaftasıyla suçlama getirmiştir.
Özellikle bu irtica yaftasını en çok Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde dillendirmiştir.
Ve medyayı burada silah olarak kullanmıştır.
İnanmış Anadolu insanını her alanda bununla karalamıştır.
Son olarak da 28 Şubat darbeci cuntanın dillendirdiği bir karalama şekli.
Özellikle o dönemin Genelkurmay Başkanı ve Encüman-i Danış’ın baş üyesi olan Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’nın uyguladığı bir karalama uygulaması.
Bununla Türk Silahlı Kuvvetlerin bünyesinde bulunan inançlı, temiz ve saf kanlı muvazzaf subay ve astsubayları ordudan atmak için bu kara lekeyi temiz alınlarına sürmüştür.
Ve böylece "istedikleri" şekilde büyük bir ayıklama sağlamıştırlar.
Sevgili okurlar!
Fazla kıymetli zamanınızı almayalım ama, anlaşılan budur ki, bu hamur çok su götürür.
Burada özel olarak görevlendirilen namuslu savcıları tebrik ediyoruz, kutluyoruz, yüreklerine sağlık diyoruz.
AK Parti iktidarının da bu tür bozguncu fesat unsurlarının üzerine giderek yargıya destek olmalarını istiyoruz.
Anlaşılan şudur ki bu işin uzanan ucu Diyarbakır’dadır şimdi.
Kim ne derse desin, kim ne türlü entrikalı oyunlarla kimleri kolluyorsa kollasın bu işin gerçek yüzü ortaya çıkacaktır.
Ve özellikle bunu da belirtelim ki Cemal Temizöz’ün yakalanmasıyla bütün dikkatler Diyarbakır'a çevrilmiş, her ne kadar olay gizli tutuluyor ise de herşey herkesin malumudur.
Gizli kapalı bir şey kalmayacaktır.
Bizim dikkatimizi çeken olay 198/153 sayılı dosyanın gizli maceralara gömülüp gitmesidir.
Ve o dosyanın içinde sahte olarak düzenlenen komplo teorisine yönelik dopdolu pisliklerle donatılmış bir el yazılı düzmece bir raporun aslı ortada yok. Dosyayla beraber kayıp.
Bakalım sonucu nereye varacak ve kimin sümeninin altında çıkacak?.

Sevgili okurlar..
Bize göre bu entrikalı oyunlar bugüne münhasır değil, bunun uzantısı İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin 31 Mart Vak’asına dayanmaktadır.
Dikkatinizi şu noktaya çekiyorum.
Dün 31 Mart Vak’ası’nın 100. yıldönümüydü.
13 Nisan 1909’da, (Rumi hesabına göre 31 Mart 1325’te) İstanbul’u tam 13 gün esir alan bir ayaklanma yaşandı.
Bu olay, yakın tarihimizin çok önemli kilit olaylarından biri oldu.
İrtica kelimesi o gün ihdas edildi.
İrtica ve mürtecilik yaftası İslam dinine yönelik ilk olarak o gün kullanıldı.
Hedef, devleti 33 yıl yöneten ve bütün gerçeğiyle İslam dünyasına hizmet eden bir cihanşümul devletinin yıkılış planıydı.
31 Mart’ta kullanıldığından ve bu kelimenin yüz yıl değişmeden tüm orjinliğini koruyarak bugüne dek gelmiştir.
Prof. Mümtazer Türköne’nin Zaman Gazetesi’ndeki dünkü köşesinde belirttiği gibi 31 Mart Ergenekon’un atası olan örgütlenmelerin ilk operasyonlarından biridir.
Bu tür örgütlerin bugün de başına geldiği gibi bu olay da kısa zamanda kontrolden çıkmış ve devlete büyük zarar vermiştir.
Bu olay, partiye, (daha doğrusu partilere) dönüşmüş, ordunun ülkeye vereceği zararlar hakkında bir fikir vermektir.
Yani ordunun yeri kışlada olması gerekirken, tam tersine kışla yerine siyaset alanına girmiştir.
31 Mart’tan bir asır sonra üzerinde mutabık olunacak hüküm şudur;
Ordu siyasetin tuzağında değil, uzağında durmalıdır.
Ama heyhat ne çare ki "Görünen köy kılavuz istemez" misali tam içindedir.
Bunun kanıtlayıcı delili de 60’lı yıllardan bugüne dek dört defa meşru milli iradeye karşı darbe yapılmasıdır.
Ve Cumhuriyet Halk Parti’nin kirli ideolojik siyasetine alet olmasıdır…
Yani tek kelimeyle vatanı, ülkeyi kurtarma yerine, ülkeyi ve vatanı bölme görüntüsüdür.
Kendi halkıyla barışık olmayışıdır.
En derin saygılarımla…