ERGENEKON MERKEZLİ CERİMELER YIĞINI!!!

Evet, sevgili okurlar! “Yeryüzünde devletler suç işler mi?
Ve terör yaratır mı?” Bu sorular ilk etapta pek insanın aklına gelmez.
Ama ülkelerin “iç dünyası” karanlıksa; o zaman her şey var demektir.
Buna rağmen; insan iyi niyet beslerse, o zaman saf dillik olur.
Devleti “kutsayan” bazı kesimler; “Hayır, estağfurullah! Olur mu? Devlet nasıl suç işler? Terör yaratır mı?” diyebilirler.
O da onun düşüncesi. Ancak Mühim olan güven meselesidir…
Toplumları yöneten devletler, elbette ki toplumlar için bir dayanak noktasıdır, bir güven kaynağı olmalıdır.
Bu her iki kavramı yitiren devletler hiçbir zaman kendini suç işlemekten ve terör hallerini yaratmaktan kurtaramaz.
Yani hukuka, hakkaniyete, adalete yönelik bir güven kaynağı durumuna gelmişse zaten sorun yok…
Bir kere değil, bin kere “Estağfurullah” denilir.
“Tövbe olsun benim devletim suç işlemez, terör yaratmaz” demek zorunda kalır herkes.
Amma ve lâkin sadece kâğıt üzerinde lafız kalabalığı ve kelime oyunu ile makyajlı cümleler ve yaldızlı ifadelerden ibaret olursa o zaman elbette ki devletlikten çıkar, zorbalığa ve diktaya dayalı haydutlaşma söz konusu olur.
Dünyanın neresinde olursa olsun bu ifadelerin tersi düşünülemez.
Eğer kan varsa, gözyaşları varsa, yakma yıkma varsa, sahte komplo teorileri varsa, on sene sonra da olsa kazıların mekânların dibinde çürümüş insan kemikleri çıkıyorsa...
Üst üste atılmış çürümüş yığın cesetler geç de olsa ortaya çıkıyorsa ve aynı mekânın diğer bir köşesinde cephanelikler, bombalar ortaya çıkıyorsa.
Bu demektir ki; “vay ülkenin” haline.
Hele birde bunlar terör örgütünün temsilcisi olarak bilinen kişilerin evlerinde ve mekânlarında ortaya çıkıyorsa. Ve o tarihlerde bu insanlar devletin kilit adamlarıyla işbirliği içinde olanlar ise, o zaman o milletin vay haline!
Zira dünya hukuk literatüründe devlet denince akla gelen şudur;
Toplumların teminatı hukuk ve adaletin takarrürü, demokrasinin ve insan haklarının simgesi olarak akla gelir.
Bir takım rüşvetçi, vurguncu, cepçi, sarhoş kafaların devletin gölgesinde dayatmalarıyla hiçbir zaman bir yere varılamaz ve eninde sonunda dünya tarih sayfalarına birer insanlık ayıbı geçer ve birer skandal silsilesi olarak yazılır.
Bakınız sevgili okurlar!
Dünkü Taraf Gazetesi’nin köşe yazarı Murat Belge’nin “Türkiye’nin Halleri” adlı köşe yazısında şu ifadeler geçiyordu:
“Bir devlet, herhangi bir nedenle, hukukun dışına çıkmaya karar vermiş ve bu tutumunu uzun bir süreye yaymışsa, ister istemez, işlediği suçu da geniş bir çevreye yaymış demektir.”
Bize göre bir devlet herhangi bir nedenle hukuk dışına çıkarsa, antidemokratik verilerle insan haklarını çiğneyip heba ederse, keyfi ve ceberuti yasalarla hukuk literatürünün dışına çıkarsa, o devlet hiçbir zaman devlet niteliğini, vasfını taşıyamaz…
Bırak devlet olma vasfının taşınması, bilakis bir aşiret ciddiyetini bile koruyamaz.
Bakınız sevgili dostlar!
Dünkü gazetemizin sürmanşetindeki haber dikkatimi çekti. Ama bu haber zaten Türkiye ve dünya kamuoyunu birkaç günden beri meşgul etmektedir.
Nedir bu haber:
Mardin’in Mazıdağı ilçesinin bir mahallesinde yıkık bir evin enkazı altından çıkan yığın çürümüş insan kemikleri ve aynı mekânın diğer bir bölümünde adeta askeri bir cephanelik durumunda olan otuz kırk tane bombayla karşılaşılması insanı gerçekten korkunç hayretlere düşürüyor.
Evet, sevgili okurlar!
Bu arkeolojik kazıdan çıkan malzeme fazla uzun bir zamana yayılmış bir olay değildir.
Ancak bir ara PKK’nın bu bölgede yoğun faaliyet göstermesiyle karşılarına yine devlet tarafından Hizbullah terör örgütü canlandırılmıştı. Ve bölgede, Diyarbakır ve Batman başta olmak üzere öylesine katliam ve infaz yerleri kurulmuştu ki, nice cesetler çıkarıldı. Tuğgeneral Veli Küçük ile JİTEM’in önemli görevlileri vasıtasıyla sözde terörle mücadele adı altında bu örgüt faaliyetlerde bulunmuştu.
Düşünün! Devletimizi zaafa düşürmek isteyenler, halkın gözünden düşürmeye çalışan bu tür kepazeliklerin adı “Terörle mücadele” olarak devlet arşivine geçirilmiştir.
Bu hain plan, yalnız Mazıdağı’nda değil, Güneydoğu’nun birçok önemli il ve ilçelerinde arkeolojik kazı yapıldığında bunun gibi daha dehşetlisi ile karşılaşılabilir.
Nitekim bundan bir hafta on gün evvel JİTEM’in ve Ergenekon’un asit kuyularına atılmış cesetlerin var olduğu basında yer almıştı.
Hatta Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından “Bölge değil, nokta belirtilsin” diye istekte bulunulmuştu.
Evet!
Fazla başınızı ağırtmayalım… Olaylar gerçekten çok derin…
Derin olduğu kadar çok vahim. Vahim olduğu kadar da çok karmaşık…
Ve bu dumanlı havadan faydalanan kurtlar… Ve bu kurtlar ne çare ki önemli bazı kamu kurum ve kuruluşların bünyesinde palazlanmıştır.
Başta söylediğimiz gibi “Devlet adına birileri suç işler mi? Terör yaratır mı?” sorumuzu karşı “Hayır estağfurullah” demesi yerine “Evet, evet, evet!” denilebilir.
Devlet adına birileri gerçekten İsrail türü bu bölgede zamanla böyle suçları işlemiştir, terör örgütlerini kukla gibi parmağı üzerinde oynatmıştır ve gittikçe milleti birbirine düşürmüştür. Hiçbir zaman kimse buna “Estağfurullah devlet suç işlemez!” demez.
Ancak; “devlet adına birileri suç işliyor” diyebiliriz. “Görünen köye de kılavuz istemez”
Artık bugün değil, geçmişe yönelik diyoruz.
Devlet bu ülkede, özellikle bölgemizde birer suç ve cerimeler işleme unsuru haline getirilmek istenmiştir.
Keşke olmasaydı, halk da bu ümitsizliğe kapılmasaydı. Halkın bu devlete güveni sarsılmamış olsaydı.
Ama heyhat! Bilakis tam tersine halk büyük ümitsizlikler içerisinde kıvranıp durmaktadır…
Bakınız bu Mazıdağı olayından daha önemli ve daha çarpıcı olmasa da en azından onun kadar ağır ve vebali büyük bir suç Diyarbakır’ımızda da zaman zaman işleniyordu.
Nice evler yakılmış, nice insanlar yolda giderken minibüslerin içerisinde yakılıp kömür haline getirilmiştir. Ve bunlar da bugünkü tespitlere göre JİTEM ile köy korucularıyla işbirliği yapılarak yapılmıştır.
Bir de Aksiyon dergisinin internet sayfasında çıkan üç sayfalık önemli bir doküman var.
Ama biz burada özetini vereceğiz.
“PKK, Veli Küçük’le bağlantısını kabul etti” başlıklı haber şöyle devam ediyordu:
“Ergenekon davası PKK’yı sarsıyor. Örgüt militanlarına Şemdin Sakık ile Veli Küçük’ün irtibatı olduğunu duyurdu. Ergenekoncu damgası yememek için son yedi ayda 200 teröristin örgütten kaçtığı da konuşuluyor.
Ergenekon soruşturmasıyla terör örgütü PKK’da başlayan çalkantı ve bunalım giderek derinleşiyor…
İddianamede yer alan Ergenekon-PKK ilişkisi başta İmralı’da tutuklu bulunan Abdullah Öcalan olmak üzere örgütün bütün kademelerini rahatsız etti.
Örgütün bu ilişkiyi boşa çıkarıp yandaşlarını ikna etmek için yeni senaryolar ürettiği ortaya çıktı.
PKK yönetimi, örgütün Ergenekon ile ilişkisini Diyarbakır Cezaevi’nde tutuklu Şemdin Sakık’a bağlayarak olayı bitirmek istiyor.
PKK’ya göre derin yapı ile irtibatı olan sadece Sakık. Bu da örgütü bağlayan bir durum değil…”
Fazla uzatmaya lüzum yok sevgili okurlar.
Aslen konumuzu canlandıran ve üzerinde durulması gereken çok önemli bir husus var. Onu bu paragrafta sizinle paylaşmak istiyorum.
“E.A. ifadesinde PKK’nın örgütü temize çıkarmak için ‘Ergenekon ile bağlantısı var’ diyerek yüzlerce militanı sorguya aldığını da savundu. Bu sorgulamalar daha çok Ergenekon konusunun örgüt içinde konuşulmasının önüne geçmek ve tabanına ‘hainleri’ gösterip konuyu kapatma isteğinden kaynaklanıyor.
Bu maksatlı en büyük olay 7 ay önce gerçekleşti. Dicle Andok, Dr. Ali (Yusuf Turhallı) ve Rubar Çele kod adlı teröristler hakkında soruşturma açıldı. Soruşturmanın gerekçelerini E.A. şöyle açıklıyor: ‘Örgütün bu üst düzey şahıslarına 1993 yılından itibaren Şemdin Sakık ile irtibatlı oldukları ve Ergenekon terör örgütü ile bağlantılarının bulunduğu söylendi. Ayrıca 1995 veya 1996 yılında Abdullah Öcalan’a Suriye’de düzenlenen suikastta bu kişilerin parmağının olduğu açıklandı. Bunlar aynı zamanda suikast yapacak kişilere istihbarat bilgisi vermiş. Bu nedenle soruşturma açıldı.”
Evet, sevgili okurlar!
Bu paragrafta geçen bir ismin üzerine yazıyı bağlamak istiyorum.
Evet! Dr. Ali kod adlı bir PKK mensubu… Yusuf Turhallı olarak gerçek ismi deşifre edilmektedir.
Bu ismin imzasıyla ve ERNK sahte mührünü taşıyan sahte bir belge elimizde mevcut.
Bu belgenin sonunda Amed Eyaleti Karargah Komutanlığı Dr.Ali ile Dr.Nasır imzalı bu iki kod isim taşımaktadır.
Bu belgenin macerası benim ve SÖZ Gazetesi ailesine yönelik bir komplo teorisi olarak hazırlanmıştır…
Burada olayın macerasını tümüyle yazamam. Çünkü çok uzun oluyor. Ama bu belgenin sahteciliği yine devletin resmiyetiyle, mahkemenin tespitleriyle, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün kiriminal incelemesiyle ve Kulp Jandarma Tabur Komutanı Kurmay Yarbay Fevzi Turan’ın imzasıyla ortaya çıkarılmıştır.
Adalet tecelli etmiştir, hukuk burada hakkaniyetini ve adaletini göstermiştir.
Bu belgenin menşei ve kaynağı 5 Haziran 1998’de yine resmi yazıyla ne çare ki 7.Kolordu Komutanlığı tarafından hazırlanmış ve ön yazıyla DGM Cumhuriyet Başsavcılığı’na “Gizli” damgalı “Kişiye Özel” olarak gönderilmiştir. Ve bu sahteciliği ne çare ki kocaman bir devletin ve milletin yegâne güvencesi olan Türk Silahlı Kuvvetlerimizin bünyesinde bulunan 7.Kolordu Komutanlığı’nın değişik iki tarihte sözde olayın önemine binaen iki kurmay Albay Erhan Tavşanlı ile Kurmay Albay Raha Şatana imzaları ile DGM Başsavcısına gönderilmiş.
Ve DGM Cumhuriyet Başsavcısı da bunun hiç ama hiç araştırmasını yapmadan adeta danışıklı dövüş olarak bu komplo teorisine imza basarcasına bizi mahkûm etmeye çalışmıştır.
Ama bu oyun, bu tezgâh ve bu entrika havada muallâk kalmıştır ve bi skandal olarak geri tepmiştir.
İşte biz burada on seneden beri bunu kamuoyu karşısında haykırarak diyoruz ki, buna lütfen ama lütfen Genelkurmay Başkanlığı cevap versin.
İster sert cevap, ister ılımlı cevap, ister yumuşak cevap.
İlla ki cevap istiyoruz.
Sayın Başbakanımıza da, Adalet Bakanımıza da seslenerek diyoruz ki;
Bu kara leke, bu çağdaş ayıp, bu kutsal kurum olan TSK’nin alnından silinsin.
Bu uğurda ağır fatura ödedik, bu ağır faturanın geri ödenmesi nasıl gerçekleşir?
Eğer Türkiye bu acı gerçeği, bu kirli skandalı bünyesinden temizlemezse, kangrenleşmiş, irinleşmiş yaraya neşter vurmazsa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götüreceğiz ve yine her zaman olduğu gibi Türkiye’yi mahkûm edeceğiz.
Ama kesinlikle bunu da arz edeyim. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Sayın İlker Başbuğ’dan ve özellikle Adalet Bakanı’ndan cevap bekliyorum.
En derin saygılarımla…