ERGENEKON, SİYONİST İSRAİL’İN TAŞERONUDUR!!!

Evet, sevgili okurlar!
Bilindiği üzere her zaman olduğu gibi, İslam ülkeleri başta olmak üzere ülkemiz üzerine dönen dolaplar, kirli oyunlar, sahneye konulan entrikalı senaryolar, artık insanımıza pek de yabancı gelmiyor.
Siyonist İsrail’in 1948’lerde Filistin’de kurduğu "Siyonist devletin" bugünkü haliyle genişletilmiş "Büyük Ortadoğu Projesi"dir.
Ama bu projeyi gerçekleştirmeden önce "Osmanlı Devleti’nin" bünyesine sızdırılmış Yahudilerin büyük dâhilerinin marifetleriyle (!) özellikle ve öncelikle Müslümanlığı kabul etmiş gibi görünen dönmelerle işbirliği yapmıştır.
Ve böylece Osmanlı’yı kısa bir süreç içerisinde savaştan savaşa sürüklemiştir.
Sıra iç kavgalara gelinceye kadar…
Plan ve projelerini tatbikata geçirmiş ve maalesef yerli münafık dönmelerin işbirliğiyle devlet çökertilmiş ve bölük pörçük olmuş, böylece diğer milletler kendi kendine devletçikler kurmuşlardır.
O devletçiklerin başını çeken de Arap Yarımadası’ndaki devletlerdir.
Siyonist yahudinin hedeflediği devlet kurma politikasının temel amacı da budur.
İslam dünyası ise gaflet uykusuna dalmış, büyük bir yanlışlıklarla ne kendini tanıyabilmiş, ne dostunu, ne de düşmanını…
Bugünkü Filistin’deki, Gazze’deki katliam, bu gelişmiş projenin bir ürünüdür.
Ve bakalım nereye kadar gidecek? Onu da önümüzdeki günler, aylar ve yıllar gösterecektir.
Bunu yaparken, Türkiye’nin başına da aynı Filistin gibi yerli mason siyonistleri musallat etmiştir. Vermiş olduğu taşeronluk görevini de ihmal etmemiştir.
Derin devletin bünyesine yerleştirilmiş gizli ajanlar, elbette ki aynı patronları gibi rahat durmazlar. Tıpkı Siyonist dünyasının ırkçılık ve faşizan hareketleriyle Türkiye’de de aynen o gizli hain planlar güdülmekte. Devleti içten kemirerek unsuriyet, ırkçılık faşizanlığı ile pusuda yatmışlar, gizliden gizliye bir yerlere gelmişlerdir.
İşte buna ne denir?
Bize göre Türkiye’de yıllardan beri oluşa gelen terör odakları ve gerçekleşen faili meçhul cinayetler, bunca dökülen kanlar, taşeronluk görevini üstlenen Marksist, ateist gizli masonlardır.
Bunlar ne hazindir ki Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, üniversitelerin ve devletin birçok önemli kurum ve kuruluşlarının bünyesine yerleşmişlerdir.
Bugün içinden çıkılmaz bir duruma gelinen karanlık tablo, yukarıda anlattığımız entrikalı kirlenmenin neticesidir.
Siyonist dünya, Yahudi unsurunun hâkimiyetini ve diktasını yeryüzündeki tüm devletlere ve milletlere kabul ettirmesidir.
Bakın Taraf Gazetesi’nin dünkü onüçüncü sayfasında Rasim Ozan Kütahyalı’nın "Ergenekon ve İsrail" başlıklı yazısından bir iki paragrafı sizinle paylaşalım. Yazı şöyledir:
"Bu aralar bir yandan Ergenekon sürecinde son yaşanan operasyonları, gözaltına alınan devletin saygın adamlarını ve bombaların istiflendiği tarlaları konuşuyoruz.
Öbür yandan da Gazze kıyımını, İsrail Devleti’nin hunharlığını ve acımasızlığını tartışıyoruz.
Aslında birbirine çok bağlı iki mevzu bunlar.
Ergenekon meselesi ile İsrail meselesi arasında çok kritik bir bağ var.
Bunu çok çok önemsiyorum. İzah etmeye çalışalım.
Öncelikle Ergenekon denilen derin yapılanma esasen Türk devletinin yeraltı örgütlenmesidir… Derin devlet denilen şey, bizatihi devlettir bu ülkede, devlet de özü itibariyle askerdir… 70’ler, 80’ler, 90’larda da bu yapı aynı yapıydı… Aynı derin yapılanmadan bahsediyoruz. Sadece Türk devlet zihniyeti kendini yaşanan çağa adapte ettikçe, bu derin yapılanmanın ismi ve hedefleri değişiyor…
Bu hedefler bazen devlet-dışı kimi ideolojik gruplarla benzeşiyor. Devlet, o gruplarla geçici ittifaklar kuruyor, onları içine alıyor, bir kaos ve darbe ortamının yaratılması için onları destekliyor. Yeri geldiğinde de bu grupları bozuk para gibi harcıyor, atıyor… Bu hep böyle oldu…
İsrail meselesinde de, Ergenekon zihniyeti iki yönlü strateji izliyor… Bir yandan içeride sistematik olarak Yahudi düşmanlığını pompalıyor… Dışarıda ise tam anlamıyla İsrail yandaşı bir rota izliyor…
Bir yandan askeri istihbarat marifetiyle yürütülen projelerle Yahudi düşmanı kitaplar yazdırılıyor. Kimi televizyon dizilerine lojistik destekle bu ırkçı düşmanlık körükleniyor… Öte yandan İsrail ile savunma işbirliği antlaşmaları, 2 milyar doları bulan silah ticareti anlaşmaları, İsrail’in Gazze katliamını yaptığı uçakların deneme uçuşları için İsrail devletine tahsis edilen alanlar, hem hava hem deniz kuvvetleri bağlamında birlikte yapılan tatbikatlar…
Bunları yapan da Türk devleti, Türk Silahlı Kuvvetleri… İsrail’in Gazze kıyımı gibi icraatları için gönüllü antrenman sahası niteliğinde bir ülke Türkiye… Fakat aynı Türkiye’de aynı devlet anti sempatik politikalarla kendi Yahudi yurttaşlarını ülkeden kaçırtmak için elinden geleni yapıyor."
Evet, sevgili dostlar!
Demişler ya!
"Görünen köy kılavuz istemez!"
İşte yukarıda belirttiğimiz gibi gerçekler tüm çıplaklığıyla orta yerde…
Yani derin devletin politikası ne ise, milli irade ile iktidara gelen hükümetlerin politikası da aynı yönde gerçekleşiyor.
Yani deyim yerindeyse "Tavşana kaç, tazıya tut" misali…
Bizim aklımıza gelen soru da şu:
Demezler mi "Allah aşkına yav, bu ne turşu, bu ne lahana, bu ne perhiz…"
Bu, artık iktidarın ve yetkili bazı çevrelerinin döktüğü gözyaşları acaba timsahın gözyaşları değil midir?
Yoksa oyalama taktiği midir? Veyahut gerçek bir çaba ve cihat ruhu mudur?
Keşke bu sonuncu cümle olsa da göğsümüz kabaraydı.
Ama ne çare ki hali alem hiç de böyle bir görüntü vermiyor.
Abdurrahman Dilipak "Her Şey Sil baştan" başlığı altında yazısında şöyle diyor:
"Ya Erdoğan bu işi bitirir ya da bu iş Erdoğan’ı.
Ergenekon derinleştikçe derinleşiyor…
TSK’da durum hiç de iç açıcı değil. İş geldi muvazzaflara dayandı.
Generallerin bu kirli yapıdan bilgisi olmadığını düşünüyorum.
Peki, o zaman niye kimse bu işin üzerine gidemedi… Korku mu, yoksa bilmediğimiz başka bir şey mi vardı?
Bu iş bu şekilde daha fazla devam edemez…
ABD’den sonra AB’den gelen mesaj da bu işin bitirilmesi gerektiği yönünde…
Biliyorum, başka çözüm yolu yok, ama artık bu bitirilmeli. Terör, yolsuzluklar, yoksulluk, hepsi bu derin çetenin işi…
Hâlâ darbe yapma ümitlerini koruyorlar. Hâlâ hesap soracaklarının, yeniden ipleri ellerine geçireceklerini sanıyorlar. Oysa artık geri dönüş mümkün değil.
Dökülmeye başladılar. Artık arkası arkasına itiraflar geliyor.
Bunun son örneğinin ayrıntıları şu haberin satır aralarında gizli…’1997 yılında başlayan ve sadece 5 ay süren Köstebek davasında, Bülent Orakoğlu ile Onbaşı Kadir Sarmusak yargılamanın ardından serbest kalmışlardı. 28 Şubat sürecinde yaşanan köstebek davasında beraat kararı veren askeri hakim Binbaşı Mesut Kurşun, şok açıklamalarda bulundu. Hakim Binbaşı Kurşun, mahkumiyet kararı için baskıya maruz kaldıklarını ve Tuğgeneral Şenel’den fırça yediğini söyledi…"
Güneydoğu’da faili meçhullerin asit kuyularına atıldığı iddiası araştırılıyor, Ankara’da gizli silah deposu aranıyor…"
Evet!
Sevgili Dilipak’ın net bir biçimde dile getirdiği tarihi konuya katılmamak mümkün değil.
Güneydoğu’da geçmişe yönelik, bundan on veya oniki yıl öncesine gidilirse ve gerçekten iktidar radikal bir biçimde olayı ele alırsa, inanın Türkiye’de hiçbir şey karanlıkta kalmaz.
Tüm çıplaklığıyla ortaya çıkar. Devletin buraya da bir neşter vurması ile bağırsaklar tamamıyla temizlenir.
Ama nerede?
Hani o çaba, hani o yürek?
Evet, kesin olarak söylüyor ve dünyaya haykırıyoruz.
Bugünkü dışarıya kaçan General Levent Ersöz, Şırnak’ta Jandarma Komutanı iken o günkü binbaşı rütbesini taşıyan bugünkü Albay rütbesinde görev yapan Cemal Temizöz’le neler yaptıklarını ve ne gibi faili meçhul cinayetler işlediklerini ve ne kadar rant temin ettiklerinin haddi hesabı yoktur…
Bunlar Şırnaklılardan sorulursa "Barikai hakikat" tüm berraklığıyla ortaya çıkacaktır.
Keza Diyarbakır’da Jandarma Alay Komutanlığı’nı yürütürken yaptığı usulsüzlükleri ayyuka çıkan Eşref Hatipoğlu’nun da Generallik rütbesini taşımak üzereyken bütün yanlışlıkları ortaya çıkmış ve o rütbeye yüceltilmemiştir, emekli olmak zorunda kalmıştır…
Emekli olduktan sonra Diyarbakır’da birçok bazı feodal ailelerle işbirliği yaparak çıkar sağlamak için karşıtları olan insanları ispiyonlamış ve Jandarma Genel Komutanlığı’ndan tut, 7.Kolordu Komutanlığı’na kadar yalan dolan iftiralarla bu yöre insanlarını fişlemiştir.
Ve maalesef yaptığı yanına kar kalmıştır…
Daha neler diyelim. Sıkıyönetim zamanında ehliyetsiz olan kimselere yetki verilmiş, yöreyi terörle mücadele adı altında kan gölüne çevirmişlerdir.
Adeta birer fesat, fitne ve bozgunculuk unsuru haline gelmişlerdi. Böylelikle Türk Silahlı Kuvvetleri’ni de milletin gözünde düşürmeye neden olmuşlar ve ordumuzu yıpratma söz konusuysa buda tümüyle böylesi insanlar tarafından olmuştur.
Açın lütfen Abdulkadir Aygan’ın "Bir JİTEM’ cinin itirafları" adlı kitabını okuyun.
Abdülhakim Güven nerede?
Astsubay Mutkili Ali Kaya nerede?
Ferdi Özgen nerede?
Hebun kod adlı terörist nerede?
Mehmet Yazar nerede?
İtirafçı Nafiz Çapan’ın kimlerle mülakat yaptığını ve ne söyledikleri elimizdeki arşivlerde dopdolu…
Ama devletin yıllardan beri seçtiği hedef yanlış. Yapılan mücadele ve gösterilen çaba tümüyle başarısız olmuştur.
Ergenekon’un Siyonist Yahudi dünyasının taşeronluğu adına tetiklediği cinayetler gerçekten bu coğrafyanın üzerine kabus gibi çökmüştür.
Halkın üzerine günlük konuşma dilinde "Büyük korku, dehşet, tedhiş" anlamında kullanılan terör, 60’lı yıllardan bugüne dek ihtilal ve darbelerin sonucunda gerçekleşmiş ve pislikleri ortaya çıkmıştır.
Yapılan suikastlar, seçilmiş terör operasyonları, geride pek çok cevapsız soru bırakmıştır… Tarihteki yerlerini almamışlardır.
İlk bakışta lokal seviyede, yani yerel olarak görünen bu hadiseler, kendi ülke sınırlarını aşan ve uluslararası toplumu etkileyen eylemler haline gelmiştir…
Yani, tek kelimeyle sonuç olarak şunu belirtmek istiyorum ki, devlet tarafından milletin alın teriyle, vergileriyle harcanan çabalar, adeta yerine oturtulmamıştır. Terör gittikçe azgınlaşmıştır ve bugünkü meydana gelen krizler, işsizlik ve aşsızlık tümüyle harcanan o bütçelerin sonucudur.
En derin saygılarımla.