ERGENEKONUN DERİN PKK’SI!

Evet, sevgili okurlar.

                    

“Güneydoğu’da tarihi JİTEM fitnesi” başlıklı üç günlük yazı serimizi tüm kamuoyuna bir nebze de olsa gerçekleri yansıtmaya çalışmak üzere kaleme aldık.

Bu arada 1993 ile 2000 yılı arasında, bu coğrafyada özellikle Diyarbakır’da yaşanan karanlık tablolar ve yaşatılan üstün seviyedeki mezalimler artık bir bir deşifre oluyor.

O dönemde bu coğrafyada çalışan devletin üst seviyedeki komutanları olsun, OHAL Valiliklerinin mahiyetinde çalışanlar olsun, tümüyle olmasa dahi genellikle PKK’yı kullanarak Ergenekon terör örgütü ile derin ilişki içerisinde oldukları tartışılmazdır.

Çünkü bu "kirli ve derin" yapı Balyoz davalarına ait iddianamelerinin önemli bölümlerinde yer almaktadır.

Açıkça vurgulanarak, deşifre edilmektedir.

* * *

Bu durumda “Görünen köy kılavuz istemez” misaliyle yola çıkarsak, 1993’teki Lice olayında Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın şehit düşürülmesi, nasıl PKK’ya hayali olarak ihale edilmişse devletin o fıtrat döneminde olup biten olayların yüzde 99’u JİTEM kervanı (!) tarafından gerçekleştirildiği tarihi bir gerçektir.

Çünkü bu kervan "hayli" zengin ve akçeli işlerle meşguldü.

Büyük rantların temini vardı.

Elimizdeki belge ve bulguların tümü olayların kanıtlayıcı birer delilidir.

Ama ne var ki o süreçte devletin bu bölgede polisiye olaylarından tutun da yargı olaylarına kadar, OHAL Bölge Valiliklerine kadar, olup bitenlerin yüzde 90’ı askeri vesayetin hegemonyası altında idi.

Hatırlıyorum.

Devlet Güvenlik Mahkemesi’ndeki önemli simalardan çok değerli hâkim ve savcılar vardı.

Gözünü kırpmadan, vicdanına danışarak kararları vermek istiyorlardı.

Ama ne çare ki karşılarında dönemin Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakar’ı görüyorlardı.

Savcıların sicilini bire bir düşürüyordu.

JİTEM tarafında oluşan zorbaca uygulamalar, baskıcı mezalimi, dayanaksız ve delilsiz olarak iddianameler hazırlatıyordu ve önemli kişilerin tutuklamalarını sağlıyordu.

O paralelde karar vermeyen hâkimlerin birçoğunu da HSYK’ya şikâyet ediyordu ve müfettiş istiyordu.

Buna rağmen gözünü kırpmadan, vicdanına danışan, hukukun üstünlüğüne inanan, mesleğinin ciddiyetini üst düzeyde tutan hâkimler ve savcıların varlığıyla "adalet" kör topal yürüyordu.

***

İnanın, sevgili okurlar.

O dönemdeki DGM’de bulunan önemli bazı dosyaların uyduruk şekilde tanzim edilmesi ve keyfiyete ve vesayete göre hazırlanan iddianamelerin suç dosyaları çok kabarıktı.

Burada tümünü ele alamayız.

Ancak günü gelince, kamuoyuna bir bir deşifre edeceğiz.

Etmeye de hazırız.

Hani diyorlar ya “Keser döner, sap döner, gün gelir devran döner” misali.

Bu minvalde bugünkü yazımızı bir nebzecik de olsa bazı konuları "deşifre" ederek sizinle paylaşma gayreti içinde bulunacağız.

* * *

Evet, 1993’teki merhum General Bahtiyar Aydın’ın öldürülme olayı ne kadar gizemli oyunlar içinde oluşmuşsa, 1990 ile 2000'li yıllar arasında olup bitenlerin yüzde 90’ı böyleydi.

Ve gerçekten devlet, bölgedeki JİTEM’in elindeydi.

JİTEM demek, hukuk dışı bir devletin üstünlüğü demekti.

Halk, dönemin karanlığında yaşıyordu.

Çağdaş, medeni bir dünya içerisinde yürüyen insanoğlu bedevilikten medenileşmeye dönüşülmesi gerekirken, devletin bu bölgede çalışmayan mekanizması tam tersine medeniyetten bedeviliğe dönüşerek yol almaktaydı.

O günkü yaşanan tablo medeni ve hukukun üstünlüğüne inanan bir devletin hali perişanlığı işlenmeyen bir sürece devletin fıtrat dönemi demekten başka bir isim bulamıyoruz.

Çünkü her şey ters yüz oluyordu.

Deyim yerindeyse “Tavşana kaç, tazıya tut” deniliyordu.

* * *

Ben, dün akşam o döneme ait bazı dosyaları incelerken, “Genç subay yerleştirme planı” başlıklı bir belgeyi arşivimde gördüm.

Bu belgede şöyle ifadeler vardı.

“Ergenekonun derin PKK’sı” başlığıyla başlayan bu belge nereden bakarsanız 6–7 sayfadan ibaret..

Hepsini buraya alamayız.

Ancak özetleyerek bir iki paragrafını sizinle paylaşabilirim.

“PKK’nın ETÖ ile derin ilişki içinde olduğu açığa çıktı.

Peki, bu bağlantıyı kimler sağladı, derin PKK, neler yaptı?

PKK taraftarları, her yıl belirli günlerde sokaklara dökülüyor.

15 Şubat Öcalan’ın yakalanışı, 21 Mart Nevruz, 4 Nisan Apo’nun doğum günü, 15 Ağustos PKK’nın Eruh'a ilk baskını, 9 Ekim Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması ve 27 Kasım PKK’nın kuruluşu.

Bu tarihler onlar için çatışma günleri demekti.

Bunlara son üç yılda yenileri de eklendi.

12 Haziran 2007’de başlayan Ergenekon soruşturması örgüt sempatizanları için adeta yeni bir eylem dönemi oldu.

Emniyet verilerine göre Ergenekon terör örgütü soruşturmasının başladığı tarihten sonra, PKK taraftarları da korsan gösterileri yoğunlaştırdı.

Her ETÖ operasyonundan sonra onlar da “araç yakma” eylemleri için sokaklara döküldü.

Örneğin; 22 Ocak 2008’deki ETÖ soruşturmasının 3. dalgasından sonra İstanbul’un 6 ilçesinde 26 araç yakıldı.

22 Şubat’taki 4. dalga sonrası 32, 1 Temmuz’daki 6. dalga sonrası 4, 26 Ekim’deki 9. dalga sonrası 37, 7 Ocak 2009’daki sonuncu dalga sonrası…

Böyle devam etti.

Fazla uzatmadan özetlenmesi gerekiyorsa, neticede bunu elde ediyoruz.

Emniyete göre ETÖ soruşturmasıyla PKK’nın yaptırdığı eylemler arasındaki paralellik hiç de tesadüfî değil.

ETÖ iddianamesinin ek klasörleri içinde yer alan ve 273 sayfalık bir rapor PKK-Ergenekon arasındaki derin bağlantıları gözler önüne seriyor.

Raporda geçen gizli tanık itirafçı ve sanıkların ifadeleri ile şüphelilerde ele geçirilen belgeler, Ergenekonun PKK’yı nasıl kullandığını ortaya koyuyor.

Raporda yazılan, örgütün başı Öcalan ve üst düzey örgüt mensuplarının Ergenekon’la bağlantıları da irdeleniyor.

“Genç subay yerleştirme planı”

PKK’nın Ergenekon tarafından yönlendirildiğini gösteren en önemli delil, tutuklu sanıklardan Veli Küçük ve Ümit Oğuztan’ın evinde ele geçirilen “Panzehir” isimli belgeye göre ETÖ, Öcalan’ın tutukluluk halinden faydalanarak örgütü AB ve ABD hamiliğinden kurtarıp, kendi emri altına sokmayı planlıyor.

Bunun için Örgüt liderinin vereceği mesajların özel kuryelerle Kandil’e iletilmesi gerektiği belirtiliyor.

PKK’yı tamamen tasfiye etmek yerine, Başkanlık konseyine “Genç subayların yerleştirilmesi” uygun görülüyor.

Eski terörist Selim Çürükkaya, son on yıldır Apo’nun iki asker tarafından kullanıldığını söylüyor.

Bu isimlerin tutuklu sanıklardan Levent Ersöz ve Hasan Atilla Uğur olduğunu iddia ediyor.

Ersöz, İmralı Cezaevinin inşaatından sorumluydu, Uğur ise Öcalan’ın ifadesini alan komutanlar arasındaydı.

Çürükkaya, Öcalan’ın bu iki isimden aldığı talimatla hücresinden hem örgütü hem de sempatizanları yönlendirdiğini öne sürüyor.

Bu kapsamda Türk-Kürt halkını karşı karşıya getirmek ve Kürt gençlerinin dağa çıkmasını kolaylaştırmak için 2002–2008 arasında Öcalan’ın isteği doğrultusunda toplam 525 korsan gösteri ve Molotof kokteylli saldırı düzenlenmiş.

2002’de “Önderliği sahiplenme ve demokratik Serhildan’ı (Başkaldırma) geliştirme” kampanyasıyla başlayan gösteriler serisi devam ediyordu.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Tüm bu bilgi ve belgelerle beraber, Jandarma Albay Eşref Hatipoğlu’nun 1993 ile 1995 yılları arasında bu bölgede yaptığı faaliyet, çok gizemli faili meçhul olayları kapsamaktadır.

Zira o gittikten sonra yerine halef olarak Albay Mecit Korkut geldi.

Korkut'un gelişiyle, değişen bir şey olmadı.

Aynen ve kesintisiz olarak, Hatipoğlu'nun projelerini bir bir uyguluyor ve fazlasıyla aktiflik kazandırıyordu.

Çünkü “iyi çocuk” denilen Ali Kaya ve Cemal Temizöz, JİTEM’in Şube Müdürü Ali Osman Calasın, daha isimlerini hatırlayamadığım ekip, yanına üç beş tane itirafçı alarak birçok faili meçhul cinayetleri gerçekleştiriyordu.

Ne yazık ki 7. Kolordu Komutanlığı ile Asayiş Bölge Komutanlığını da ele geçirerek yasa dışı, hukuk dışı olayları onların onayından geçirerek meşrulaştırıyorlardı.

Elimizdeki resmi donelere göre dönemin 7. Kolordu Komutanı Yaşar Büyükanıt ile Asayiş Bölge Komutanı Çetin Doğan ve daha önce de Hasan Kundakçı gibi Paşaların onayını alarak yola çıkıyorlardı.

Hele hele olayın en çarpıcı ve kirli yüzü de dönemin yargı mekanizmasını da keza Valileri de ele almışlardı.

Bunları önümüzdeki günlerde Türkiye kamuoyuna kesinlikle deşifre edeceğiz ve bunları da el altından nemalandıran “para, pul, kadın ve gece hayatıyla” hayatlarını besleyen ve Eşref Hatipoğlu’na da “Eşref Amca” diyen bazı iş çevreleri de olayların içinde rol oynadıklarından hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

Zira resmi belgeler konuşuyor.

Bu memlekette ve bu yörede böylesi çift yüzlü insanlardan daha fazlasıyla yedi yüzlü insanları bile gördük.

Ne yazık ki, bölge insanı hep bu "çok yüzlü" vampirlerce sömürülmüştür.

Onun için, konuşacağız, yazacağı ve maskeleri düşüreceğiz.

En derin sevgi ve saygılarımla.