EVRENSEL DÜNYADA BÜYÜK İHTİLALLER?!

Evet, sevgili okurlar.

Bir önceki yazımızın son bölümünü şu ifadelerle bitirmiştik:

“Günümüzde tam tersine ordumuzu işgal eden darbeci cunta hiçbir zaman tevhit inancına bağlı değil, bağlı olmamakla beraber bilakis inkârcıdır ve İslam karşıtıdır.

Hangisi onlardan ölürse camiye götürülmez, namazı da kılınmaz.

Gelsinler.

Bu fetvayı ben vereyim, diyanet değil”

Evet, bu ifadeyi yazmamızın sebebi mucibesi gerçekten bugünkü çağdaş dünyamızdaki mevcut karmaşa dinmeyen gözyaşları ve söndürülen nice ocaklardır.

Tabii tüm bu inkâr edilmez çağdaş gerçeklerin var oluşu ve ana teması yaklaşık yüz yıldan beri yaşanmakta olan antidemokratik hukuk dışı uygulamalar ve toplumlar üzerinde oynanan kirli oyunlardır.

Zaman zaman bu köşede siz değerli okurlarımızla paylaşmak istediğim önemli bir slogan var; milli iradeyi elinde tutan ülkelerin ve milletlerin yönetim ve sevk iradesini omuzlarında taşıyan sorumlularıdır ve dar çerçevede olaylara bakmalarıdır.

Her zaman ifade etmek istediğim olay şu; iktidarlar ileriye doğru yürürlerken at bakışıyla olaylara bakmamaları gerekir.

Bakış açısını geniş tutarak çevresinde olup-biteni de görmeleri lazım.

Yönetim çerçevesini geniş tutmakla tüm teferruatıyla olaylara bakıldığında mutlaka sorunlar biraz daha küçülür.

Ama dik bir bakışla bir şey görmeden, sağına-soluna bakmadan hareket eden yönetimler daima hedefinden geri kalmışlardır.

Bunlar birer tarihi vakalardır.

Bu yazıyı yazarken Üstat Bediüzzaman Hazretlerinin “Rumuz” isimli bir eserinde şöyle birkaç vecizelerini okudum.

“Sabrın mükâfatı zaferdir.

Ataletin (tembelliğin) mücazatı (cezası) sefalettir.

Çalışma ve sebatın sevabı servet ve başarıdır.

Bu nedenle gâvurun avamiri tekviniye denilen evrendeki doğa kanunlarına uygun olarak hareket eden gayrimüslimin başarısı ve aynı paralelde tam tersine hareket eden İslam dünyasının başarısızlığı ve evrendeki ilahi kanunlarının yaradılışının tam tersi olarak adım atan bir Müslüman’ın başarısızlığı da Müslüman olmak sıfatından değil gâvurun da başarılı olması gâvur olduğundan da değildir”

Yani özetlemek gerekirse bu dünyadaki gayrimüslimin çalışma hayatındaki galebesi ve üstün gelmesi, onun için taşıdığı küfür sıfatından değildir.

Ancak çalışmanın ve çabanın eseridir.

İnanan Müslümanların başarısızlığı ise tevekküllü bir tembelliğin sonucudur.

Şu halde, madem öyleyse herkes niye kaderine razı olmayıp da mutlak bir ihtilal, kargaşa ve kavga peşinde?

Bunun da sebebi mucibesi çalışan dünya ile sermaye dünyası arasındaki mücadele anlaşmazlığıdır.

Peki, bu her iki unsuru barıştırmanın çaresi nedir?

İslam dünyasının ona farz kılındığı malından zekât unsurunun gerçekleşmesiyle küfür dünyasının da faiz unsurunun ortadan kaldırılmasıyla barış söz konusu olabilir.

Zira dünyada insanlar arasında barışın, kardeşliğin, sevginin temel unsuru karşılıksız yardımlaşma ve tesanüttür.

Bunun da gerçekleşmesi sermaye sarayının temel taşı durumunda olan faiz taşını çekip zalim ve mimsiz medeniyet sarayının çökmesiyle olabilir.

Ama bugünkü evrensel dünyada bunun gerçekleştirilmesi de çok zor.

Sermaye dünyasında hiçbir zaman faizi yok edemezsin ve zekâtı da hakkıyla malından çıkaramazsın.

Onun için toplumlar arasında zengin tarafından fakirlere zekâtın verilmemesi ne kadar kötü ise faizin de gittikçe büyüyerek şişmesi fazlasıyla daha çok kötü ve daha bir pislik ve daha bir yıkımdır.

Bunu helal durumuna getirmek ve toplum arasındaki mutlak barış ve sevgiyi gerçekleştirmek ancak ve ancak İslam’ın ilke ve prensiplerinin uygulanmasıyla söz konusu olabilir.

Oysaki buna ulaşmak da çok zordur.

Zira içimize bulaşmış olan faiz necasetinin temizliği hiç de kimsenin hesabına gelmez.

İzalesi, yok edilmesi de mümkün değildir.

Bu her iki zıt kavram yani zekât ve faiz kavramlarının kavgasının ortadan kaldırılması bugünkü dünyanın aklından geçmez.

Özellikle İslam dünyası bu terslik içerisinde kıvranıp durmaktadır.

Nitekim,

Ustat faiz gücünün varlığını bir domuza benzetiyor, zekâtın verilmemesini de ayıya benzetiyor.

Ve üstat şöyle diyor:

“Faiz tehlikesi domuz gibi; insanı, toplumu boğuyorsa, başına musallat edip boğmaya yöneliyorsa, ayı da eğer o domuzu boğuyorsa insanlar domuzun tehlikesinden kaçıp, domuzu boğan ayının kucağına kendini atarsa, yalnız akla ziyade gelmekten daha fazla mutlak bir şuursuzluktur ve cünundur”

Evet, sevgili dostlar.

Bugünkü evrensel dünyada, özellikle İslam dünyasında, özellikle Türkiye’mizde bu tür olumsuzlukların yegâne kurtuluş çaresi; küfrün ve inançsızlığın parçalanıp dağılması ile İslam dünyasının da İslam ilke ve prensipleri içerisinde ittihat etmesiyle, birleşmesiyle olur.

Bunun gerçekleşmesine de engel taşı olarak görünen çağımızda iki tane tehlike unsuru vardır; birisi emperyalist haçlı dünya ve emperyalist siyon dünyasıdır.

Ben bu dersi yazarken, bazı araştırmalarda bulundum. Aklıma toplum arasında yüce Kur’an-ı Kerim gerçeğinin uygulaması geldi.

Yani Kuran’ın ana çizgileri ve temel planları toplumda uygulamaya geçilirse, yukarıda anlatmaya çalıştığım tehlikeli unsurun yeri kalmaz, diye düşünmekteyim.

Bu paralelde yüce kitabımızın “Saf Suresinin 8 ve 9. ayetlerini hatırladım.

Baktım ki bu her iki ayet bizlere çok büyük görevleri hatırlatıyor.

Zira tarih boyunca İslam düşmanları tarafından, yani küfür dünyası çok değişik yöntemlerle Kuran’ın nurunu söndürmeye çalışmış, gönüllerden, kalplerden ve beyinlerden silinmesiyle İslam topluluğunun Kuran’dan uzaklaştırmak için var gücüyle uğraşan şirk, küfür ve nifak dünyası bugün büyük bir engel taşı durumundadır.

Bakınız, yüce kitabımız anılan surenin sekizinci ayetinde mealen şöyle buyuruyor;

“Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek isterler.

Halbuki kafirler istemezlerse de Allah nurunu kesinlikle tamamlayacaktır”

Dokuzuncu ayet ise mealen şöyledir;

“Allahû Teâlâ dinini bütün dinlere üstün kılmak için peygamberlerini hidayet kaynağı olarak hak din ile göndermiştir.

Dinini bütün dinler üstünde hidayet kaynağı olarak gönderen o Allah müşrikler istemezlerse de o hak din olarak gerçekleşecektir”

Evet, sevgili dostlar.

İslam dünyasını uyaran bu her iki Ayet-i Kerime yeter de artar.

Zira sekizinci ayet kâfirler Kur’an nurunu ağızlarıyla üfleyip söndürmeye çalışıyorlar ise de Allahû Teâlâ nurunu kesinlikle tamamlayacaktır.

İşte o nur Kur’andır..

Dokuzuncu ayet ise müşrikler istemeseler dahi Allahû Teâlâ dinini gerçek bir din olarak tüm dinlerin üstünde yaşatacaktır.

Tarih boyunca İsrailoğulları yeni gelen bu İslam dininin karşısına çeşitli hile, oyun ve düşmanlıkla çıkmışlar.

Ve bugüne kadar bitmez, tükenmez acıları İslam topluluğu arasına sokmuş nice nice savaş taktikleri ve oyunları her platformda denemişlerdir.

Önce İslam’a karşı İslam’ı töhmet ve itham savaşına girmişler; ama o yüce İslam kendilerine açık burhan ve delillerle karşısına çıkmış buna da “Apaçık bir sihirdir, büyüdür” demişlerdir.

Kitapların ve bu dindeki yeni müjdenin ne olduğunu bilmemiş gibi sonra İslam ordularının arasına hileler, oyunlar, fitneler sokarak savaşlarını çok değişik oyunlarla yürütmüşlerdir.

Bu olay başta Resulullah (s.a.v)’in ilk olarak Medine'de İslam devletini kurmasıyla başlamıştır.

Önce Medine’deki ensar olarak bilinen evs ve hazrec kabileleri arasına fitne sokmuşlar, sonra bununla yetinmeyince ensar ile muhacirler arasına kavga fitnesini sokmaya çalışmışlar, bu arada Müslümanlar arasına gizliden sokulan münafıklarla işbirliği yapmışlar.

Bazen de Mekke’den müşrikleri ısmarlamış ve onlarla işbirliği yapmışlar, hileli oyunlar ve tuzaklar kurmuşlar.

Hatta Hendek savaşında dahi rahat durmamışlar, bunu da başaramayınca bu kez Medine’de bulunan Abdullah ibnü Übey ibnü Selül isimli baş münafıkla işbirliği yapmışlar.

“İfk” denilen hadisede olduğu gibi bu münafığı göndermişler, annemiz Hz. Hatice’ye karşı edepsizce iftira ihdas etmiştir.

Nihayet, başınızı ağrıtmayalım.

Hz. Osman ile Hz. Ali arasındaki anlaşmazlık fitnesine sebep olan yine Yahudi kökenli Abdullah ibnü Übey münafığı olmuştur. Ve onu kullanmışlardır.

Bu böyle devam ede gelmiştir.

Tüm bunlara karşı aciz kalan bu Siyonist Yahudiler günü gelmiş haçlılarla da işbirliği yapmışlar, şu ana kadar da bir an bile savaş ihdas etmeden durmamışlar.

Dünya Siyonizm’i ve beynelmilel haçlı teşkilatları işbirliği yaparak İslam’a çeşitli tuzaklar hazırlayıp devam etmektedirler, ardı arkası kesilmez saldırılar hala da sürmektedir.

Amansız haçlı savaşlarıyla doğuda yürüttükleri savaşın aynısını batıda Endülüs’te gerçekleştirmişlerdir.

Ve Ortadoğu’da son İslam hilafetini temsil eden Osmanlı devletini yıkabilmek için bitmez tükenmez harp taktikleri uygulamışlardır.

Başınızı fazla ağrıtmadan, “hasta adam” adını verdikleri Osmanlı hilafeti merkezine inmişler ve hilafeti parça parça bölmüşler, sonra yıkıp yok etmişlerdir.

Devamı yarın.

En derin saygılarımla.