GÂVUR’UN SADAKATİ, MÜNAFIKIN VESAYETİ?!

Sevgili okurlar!

Bugün aziz mübarek Cuma günü…

Elbette ki İslam dünyası bugün her coğrafyada inandıkları yüce Kuran’ı Kerim’in emirleri doğrultusunda başta Harameyn-i Şerife denilen Mekke, Medine de olmak üzere  yer yüzünü kendine mescit eden tüm müminler saf bağlayacak, dua edecek.

Ve yüce yaradan Allah’-u Teala'ya yalvaracak.

Deyim yerindeyse yer yüzünü kendine büyük bir mescit, Mekke mihrap, Medine minber olmak üzere Resullulah Efendimizi de(S.A.V) o büyük mescidin mihrabında büyük imam olarak, görmektedir.

Dünyanın, özellikle yerküremizin sevk ve idaresi “Malikül Mülk” (mülkün sahibi) “El Muizzu vel muzil” (insanları aziz kılan veya zillete düşüren) o yüce kudret için Cuma namazının kılınış emri doğrultusunda tıklım tıklım camiler dolacak.

Dualar edilecek.

Bu “cemmi ğafir” denilen büyük kitle cemaatlerinin bir araya gelmesi gerçekten inanmayan küfür dünyasını her dönemde olduğu gibi günümüzde de aynı şekilde korkutarak titretmektedir.

Ancak, bu şekli olarak böyle görünüyor..

Gerçekten büyük samimiyetle Müslümanlar bu yüce dine sade ve temiz bir kalpe bağlı olarak inansaydılar, sağa sola dağılmasaydılar, her kafadan değişik sesler çıkmasaydı, elbette ki bugünkü yeryüzünün hâkimiyeti Müslümanların elinde olacaktı.

Ama heyhat!

Bakıyoruz ki ülkemiz olan Türkiye ve Türkiye’nin üzerinde bulunduğu coğrafya hep zifiri karanlıklarla dolu olayların varlığı söz konusudur.

Neden mi?

Zira bir türlü İslam dünyası özellikle günümüzde bir türlü kendini küfrün ve gâvurun vesayetinden, dostluğundan, hegemonyasından sıyıramıyor.

Öbür taraftan münafıkların yüzeysel görüntülerine kanarak onun vesayeti altında yürüyerek hareket kabiliyetinin alınması çok yanlış, yanlış olduğu kadar da düşündürücü ve vahimdir.

Bakınız Kur’an bir fermanı ilahi olarak bize şöyle sesleniyor ve diyor ki;

“İslam’ın şahsiyeti maneviyesi üzerine oturarak muhafaza etmesi ve yanlış düzenlerden temiz kılınması, Müslümanların; Müslüman olmayan dinlerin veya milletlerin görüntülerine özenerek kendine aynı görüntüler vermesi, hep gâvurla istişare yapılması tüm İslam dünyası başta olmak üzere özellikle Türkiye’yi yıkıma doğru götürme tehlikesi söz konusudur”

Kuran’ı ve sünneti kendi aralarında mutlak bir hakem olarak belirtmedikleri için İslam coğrafyası hiçbir zaman kendini münazaa, ihtilaf ve şiddetten kurtaramıyor.

Zira Kur’an ile yüce Allah’ın dinine itaat etmek, onun varlığına iltifat göstermek ve ona sımsıkı sarılmak, Müslüman’ın temel realitelerinden olmalıdır.

Aksi takdirde her zaman söylediğim gibi “atını alan Üsküdar’ı geçmiştir” misali her kafadan bir ses çıkarsa bir yere varılamaz.

Kuran’a sarılmak, sünnete temessül edip yapışmak, Allah’ın getirmiş olduğu İslam dinine inanarak itaat etmek, her Müslüman’ın temel görevi ve ana hedefi olmalıdır.

Aksi halde boş ve derin bir boşluğa düşmek zorunda kalırsın.

Bakınız, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in Ali İmran Suresinin 118. Ayet dâhil olmak üzere Kuran’ın müteferrik diğer ayetleri bize şöyle öğüt vermektedir:

Ali İmran Suresi 118. Ayet:

“Ey iman edenler! Sizden olmayanları dost edinmeyin. Onlar size zarar vermekte kusur etmezler, sıkıntıya düşmenizi arzu ederler.

Ağızları kin saçar, kalplerinde gizledikleri düşmanlık daha büyüktür.

Eğer düşünür de anlarsanız ayetlerimizi size açıklamış oluyoruz”

Bu ayet bize şu şekilde ferman buyurmaktadır ki; Sakın küfür dünyasına inanma, sana zarar verecektir.

Tıpkı, Fransa'nın dostluğu gibi(!)..

El Mücadele suresinin 22. ayeti ise bize şöyle buyuruyor;

“Allah’a ve ahiret gününe inanan hiçbir kavmin Allah’a ve Resulüne muhalefet edenlerle dostluk kurduğunu göremezsin.

Velev ki onlar babaları veya oğulları veya kardeşleri yahut da akrabaları olsunlar.

İşte onların kalplerine Allah iman yerleştirmiş ve kendilerini katından bir ruh ile desteklemiştir.

Bunları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaklardır ve orada ebedi kalacaklar. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır.

İşte bunlar Allah’ın taraftarlarıdır. İyi bilin ki felah (kurtuluş) bulanlar saadete erecek olanlar Allah’tan yana olanlar olacaktır”

Nice Abdullah ibnü Übey ibnü Selüller vardır. İşte bunlara kanmamak lazım ve vesayetlerine de girmemek lazım.

Maide Suresinin 51. ayeti mealen şöyle diyor;

“Ey iman etmek isteyenler!

Yahudi, Hıristiyanları sakın zinhar ola ki kendinize dost etmeyin.

Sizlerden birbirinize dost olunca ayrıdır da gayrimüslimi aranıza sokup da onunla dost olarak oynamak kesinlikle İslam’ın temel ilkelerine aykırıdır”

Yahudi ve Hıristiyanlar birbirlerinin dostlarıdır kimse araya giremez.

Nisa Suresinin 144. ayeti şöyle buyuruyor;

“Ey iman edenler!

Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin, kendi aleyhinizde Allah’a açık bir delil mi vermek istiyorsunuz?”

Bir de Mümtahine Suresinin birinci ayeti aynen bize şöyle sesleniyor;

“Ey iman etmek isteyenler!

Sakın benim düşmanlarımı ve kendinizin düşmanlarını bize evliya olarak gösterip onlarla sohbet ve sevgi kurmayın pişman olacaksınız”

Enfal Suresinin 73. ayeti aynen şöyle;

“Küfre sapanlar birbirlerinin evliyasıdır, dostlarıdır ve sahipleridir.

Siz eğer bunları yıkmazsanız aranıza büyük bir fesat ve bozgunculuk tohumu ekmekle sizi kemirebilir”

Tüm bu Kuran’ın ana prensip ve gösterimlerine inanmayıp veyahut inanıp da geri plana atmak, affedilmez büyük bir boşluktur.

İslam dünyasının hep yanlışlıklarla dolu attıkları adımlar başlarına ördürülen çorap oluyor.

Politika günlük siyaset arenasında hep Müslümanları siyasetten uzaklaştırmak olmuştur.

Devlet bünyesinde samimi göreve getirilip iş yapmayı engellemiş anlayış.

Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek tek parti anlayışı olan altı oklu rejim zihniyeti deyim yerindeyse adeta bulanık suda hep balık avlamaya çalışmış veyahut dumanlı havada yürüyerek kurt gibi hain planlarla bir yerleri avlamak istemiştir.

Fakat bir türlü başaramamıştır.

Ama bunlar tarihi gerçekler, münafıkların vesayeti olarak gerçekleştirilmeye çalışılmış.

Oysaki bu münafıkların vesayeti ne kadar inancımız gereği yanlıştır, ilahi hüküm değildir, o kadar da Resulullah’ın sünneti seniyesi de aynı minval üzere bir mihenk taşı olmuştur ve ona uymayan da pusulasını şaşırmış demektir.

İşte bakınız, önceki gün Zaman gazetesinin 25. yıl dönümü kutlaması vardı, Başbakan, Bakanlar ve diğer parlamenterler, genellikle AK Parti mensubu olanlar ordaydılar.

Erdoğan, Zaman gazetesinin kuruluşunun 25. yılı dolayısıyla Ankara Ticaret Odası kongre salonunda bir konuşma yaptı.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan;

“Biz manşetlerle çarpışarak bugüne geldik. Adeta manşetlerle savaştık, manşetlerin ok olup üzerimize yağdığı süreçlerden geçtik.

Her sabah yalana, her sabah iftiraya, her sabah kirli kampanyalara uyandığımız günlerden bugüne geldik. “Muhtar bile olamaz” diye manşetlerin atıldığı, yargısız infazlarla mağdur, mahkûm edildiğimiz günlerden bugünlere ulaştık” diye konuştu.

Bakınız, sevgili okurlar.

Başbakan keskin dirayetiyle, Türkiye’deki kapalı bir rejimin gerçek yüzünü tersyüz ederek büyük bir deha ve dirayetle anlamış ve açıklıyor.

Zira başta söylediğimiz gibi, bilinki sizinle izanınızı ve imanınızı yaşamayan her kim  olursa olsun, hangi platformda olursa olsun dost değil, olamaz da.

Olsa olsa sizi arkadan vurmak isteyen, kirli planların vesayetcileri olabilir.

Nitekim, artık halk yavaş yavaş uyanmaktadır.

Ortadoğu coğrafyası üzerinde yaşanmakta olan zifiri karanlık ve dumanlı havada av avlayan nice yırtıcı hayvanlar varsa da Başbakan bunları çoktan teşhis etmiştir ve inanıyoruz ki üstesinden gelecektir.

Tüm değerli dost, aziz genç kardeşlerimize de bunu tavsiye ediyoruz.

En derin saygılarımla.

Hayırlı Cumalar.