GERÇEK DEVRİM VE BÜYÜK TÜRKİYE!

Evet, değerli SÖZ okurları.

Bilindiği gibi;

12 Eylül 2010 tarihinde Anayasanın bazı maddelerinin değişimi ile halkın onayına başvurulmak üzere bir referandum yapıldı.

Evet mi, Hayır mı diye?

Yani halkın oylamasına başvuruldu.

Her zaman olduğu gibi Türkiye’nin önünü tıkatmaya çalışan karanlık odakların engellemelerine rağmen ‘Evet’ oyları büyük bir çoğunlukla fark atmıştır. 

Yani yüzde 42’ye karşı yüzde 58, gibi önemli bir fark gerçekleşti.

Bu da 70 milyon nüfuslu Türkiye’nin 16 milyonuna tekabül ediyor.

Büyük bir rakam ve büyük bir fark.

Onun için de;

Karanlık kurulların derin emelleri kursaklarında kalmıştır.

Taşeron durumunda olan terör odakları, patron durumunda olan derin devlet, Ergenekoncu generaller bu kez daha bir büyük farkla yenilgiye uğramışlardır.

Böylece Türkiye yeniden büyümeye yüzünü döndürmüştür.

Ekonomiksel, kültürel, ahlaki ve tarihi değerler yeniden filizlenip dünyaya yeniden kendini tanıtacaktır!

Biz böyle düşünüyoruz.

Yıllardan beri Kemalist laikçilerin entrikalı oyunlarının yarattığı kaos hepimizin malumudur.

Ama artık bu millet uyanmıştır!

Kükremiş sel gibi bendini aşmıştır ve hiçbir çılgın artık bu milletin ayaklarına zincir vuramaz.

Hele pranga ile bağlayamaz.

Dünkü medyanın çok önemli yazarları "Türkiye'de esen bu rüzgarla" alakalı görüşlerini bildirerek satır satır birinci sayfalarına taşımışlardır.

Keza dünya basını da, dünya devletleri de aynı şekilde Türkiye raporunu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a takdim etmişlerdir.

Ve diyorlar ki; Türkiye üst üste rekor büyüme sergiliyor.

Nitekim liderlik ettiği OECD’nin Genel Sekreteri Angel Gur’ra, Başbakan Erdoğan’ı ziyaret ederek yıllık ekonomi raporunu sundu.

Türkiye’nin krizden etkilenmemesi ve ekonomik büyümesinden övgüyle söz edilen rapor dün Gur’ra ve Başbakan Yardımcısı tarafından açıklandı.

Evet, büyük Türkiye ve büyük bir devrim dedik.

***

Sevgili okurlar.

Bu sessiz devrim, geçmişi darbelerle dolu bir ülkede gerçekleşiyor.

Anayasa değişikliği İslamcı bir gündemi değil, İnsan Hakları’nı öne alıyor.

Yabancı basın şöyle yazıyor;

Laikçi kesimin endişeleri var.

Ancak AK Parti’nin dini hassasiyetleri Türkiye’yi görülmemiş bir refah dönemine sokmasına engel olamadı.

İsviçre’de yayımlanan "DİEVELT" isimli gazete şöyle yazıyor:

"Türkiye büyük bir hızla batının refah standartlarına yaklaşıyor"

Tüm bunlar dünya çapında büyük bir başarılı devrim olarak kaydediliyor.

Ne çare ki hükümetin bu çabalarını söndürmeye çalışan, derin, derin olduğu gibi karanlık, karanlık olduğu gibi de kirli odaklar büyük bir ittifak içinde el ele vererek bunu sindirmek amacıyla değişik senaryolar üretmeye çalışıyorlar?

Ama havadır.

Çabalar boşunadır.

Zira bu millet artık perde arkasındaki patron baronları da tanıyor ve ona taşeronluk yapan cılız, kötü niyetli taşeronları da tanıyor.

Hükümetin yolu, yani Başbakan’ın yolu açıktır ve berraktır.

Kimse buna engel olamaz.

***

Sevgili okurlar.

Gerçekten Türkiyemiz kamuya ait önemli bazı kurum ve kuruluşların hegemonyası altında çok geri kalmıştır ve çile çekmiştir.

Haince önüne pranga atılmıştır.

Dünkü Star Gazetesi’nin alt sağ köşesinde bir resim göze çarpıyordu.

Bu resim kimindi?

Alparslan Arslan.

Yani Danıştay’a saldırıp hakimi öldüren katil.

Ama burada çok ilginç bir haber var.

Bu haberi sizin dikkatinize sunmak üzere sizinle paylaşmak istiyorum.

"Genelkurmay, Danıştay saldırısının olduğu gün binayı gören Sıhhiye Orduevi kameralarının kayıt yaptığı halde hard disklerini isteyen mahkemeye o günlerde kimse istemedi, sildik cevabını gönderdi."

Bakınız Genelkurmay, kamera kaydı istenmedi diye sildik kayıtları diyor.

Suçu ve suçluyu adeta koruma altına alan kocaman TSK’yı temsil eden Genelkurmay Başkanlığı, böyle bir yanlışlıkla, sözüm ona kamuoyunu yanıltırcasına yanlış yamalak bilgi veriyor.

Bu haber İstanbul orjinli Yazar ve Muhabir Helin Şahin’e ait.

"Genelkurmay’dan Ergenekon Mahkemesi’ne skandal kamera cevabı" diye yazıyor.

Orduevi, "Kamera kaydı istenmedi, saklamadık."

***

Her ne olursa olsun; "artık" bu karanlık senaryoların icrası boşunadır.

Çünkü; "maya" tutmuyor.

Türkiye "dizginlerini" almış gidiyor.

İşte bugün ortaya çıkan devrim niteliği taşıyan başarı; "dizginin" serbestliğidir.

Ve İhlaslı bir Başbakan’ın zaferidir.

Ama bu zafer Başbakan’dan daha öteye büyük Türkiye insanının zaferidir.

El ele vererek bunu gerçekleştirebilmiştir.

Zira yaklaşık yüz yıldan beri laikçi, putperest bir anlayışa sahip İttihat Terraki Cemiyeti’nin Cumhuriyetin kuruluşundan sonraki bir uzantısı durumunda olan devleti adeta bir yerlere peşkeş çekmişlerdir.

Artık günü gelmiş bu peşkeşlik son bulmaktadır.

Son bulmak üzeredir.

Bakınız size burada Ustat Bediüzzaman Hazretleri’nin "Tarihçe-i Hayat" isimli kitabında gelecekleri müjdeleyen çok önemli bir mesajını sizler için buraya aktarmak istiyorum.

"Devletler, milletler, muharebesi savaşı terk edip Tabakat-ı Beşer, insanların insan kitleleri arasındaki yapılan savaşa bırakıyor.

Zira beşer, insanoğlu esir olmak istemediği gibi köle olmak da istemez.

Kiralık insanlar olmak da istemez.

Galip gelseydik, hasmımız düşmanımız elindeki zalimane uygulamalarına belki daha şiddetli kapılacak idik.

Halbuki o cereyan hem zalim hem İslam aleminin tabiatına terstir.

Hem ehli imanın ekseri mutlakiyesinin menfaatine ters olduğu için, hem ömrü kısa parçalanmaya adaydır.

Eğer, o zaman buna uymuş olsaydık, İslam dünyasının fıtratına, yaradılış kanununa muhalif bir yol seçmiş olacaktık ki tümü tümüne şu habis bir tümör durumundaki mimsiz medeniyetle çok büyük zarar görecektik.

Nitekim görmüş olduk.

Ey bin üçyüz senesinden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sakitane nurun sözünü dinleyen ve bil nazari hafiyeyi ğaybi ile bizi temaşa eden Saitler, Hamzalar, Ömerler, Osmanlar, Tahirler, Yusuflar, Ahmetler vs.!

Sizlere hitap ediyorum, başlarınızı kaldırınız, bana sadakta (beni onaylayınız) deyiniz.

Ve böyle demek sizlere borç olsun.

Şu muasırlarım (çağdaşlarım) varsın beni dinlemesinler.

Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizin ile konuşuyorum.

Ne yapayım?

Acele ettim, kışta geldim.

Sizler cennet asa bir baharda geleceksiniz.

Şimdi ekilen nur tohumları zemininizde çiçek açacaktır.

Biz hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz ki mazi kıtasına geçmek için geldiğiniz vakit mezarımıza uğrayınız.

O bahar hediyelerinden bir kaç tanesini medresemin mezar taşı denilen, kemiklerimizi misafir eden ve hor hor toprağının kapıcısı olan kal’anın başına takınız.

Kapıcıya tembih edeceğiz, bizi mezarımızdan çağırınız.

Heni en leküm. (Rahat uyuyun)

Seslerini işiteceksiniz."

Evet, üstadın bu uyarısı bugün Türkiye coğrafyasının her köşesinde.

Artık filizlenmiş, çiçek vermiş durumda.

Gençlik tümüyle uyanmıştır.

Ve AK Parti’nin özellikle Sayın Başbakan’ımızın bu çabaları dönüşü mümkün olmayan tarihi bir zafer olmuştur..

Neden mi?

Zira putçuluğa ve putperestliğe dayalı sözüm ona demokrat geçinen hain planların plancıları tarafından bu millet hep arkadan vurulmuştur.

Ahu enin sesleri göklere kadar yükselmiştir.

Bunca kan, bunca gözyaşları, bunca ahlaki çöküntüler gittikçe Türkiye’nin hemen hemen tümü büyük bir matem üzerine çökmüş, karşılarında ölmüş canlıların mezaristanını seyrediyor.

***

Evet, millet artık yeter dedi.

Ve büyük devrim yaptı.

Burada milletin yanında yer alan otoriteye ve devlet adamlarına bu halk artık dua ediyor.

Karşıt görüş ise yani tabucu ve putperest anlayış tıpkı bin dörtyüz sene önceki Arap Yarımadası’nda İslam Güneşi alnında doğan Hz. Muhammed’in annesinin karnına girerken o günün putperest baronları şeytanlarla işbirliği yaparak değişik entrikalı yollara girerek o nuru söndürmeye çalışıyorlardı.

Aynı o putperestlik dönemini günümüzde de ve Türkiye’mizde de yaşatmak isteyenler var.

Ama bunları arayanlar her alanda bulabilir.

Medya alanında, Piyasa alanında, Siyaset alanında, Bürokrasi alanında, Yargısından tut, TSK’sına kadar her tarafta mevcuttur.

Engelleyici unsurlar adeta birer fitne unsurlarına dönüşmüştür.

Bakınız, yıllar öncesine Kürtçe bir mevlit yazan Hakkari’nin Artuşi aşiretine mensup büyük bir İslam düşünürü olan Ahmed-i Bate-i Kürtçe mevlidinde şöyle diyor;

"De çıbıd hale meu tedbiru ra.

Ayu vayu ayu vayu ayu vay"

Putçu şeytanların bir araya gelip Hz. Muhammed’in(S.A.V) dünyaya gelmesini engellemeye çalışıp da beceremeyenler kurtuluşunu Ahmed-e Bate-i Kürtçe olarak bunları mevlidine konu etmiştir.

Evet, bir Peygamber geliyor.

Bir devrim yapılıyor.

Hak ile batılı birbirinden ayırt eden bir zafer gerçekleşiyor.

Bunu önlemek için çaremiz kalmadı, kubeys dağının üzerine çıkıp ayu vay ediyorlar.

Diğer bir beyitinde şöyle diyor;

"Lev li ser suret revi teşbihi mar

Hate kohi bu Ebu kubeysi kir hevar"

Şeytan Hz. Muhammed’in gelişini duyar duymaz, girmek istediği yuva arayarak kaçıyordu.

Ve kurtuluşu Ebu kubeys dağının üzerine çıkıp havar diyordu, yani avaz avaz bağırıyordu.

***

Evet, sevgili can dostlarım.

Devletini ve milletini ihlaslı ve ciddi bir şekilde yöneten devlet büyüklerine İslam dünyamızın büyük alimleri onlara hep dua etmişlerdir.

Ve o duaları sayesinde başarıya damgasını vurmuşlardır.

Bakınız, Şeyh Ahmed-e Cezer-i o günün, o devrin bir devlet büyüğüne şöyle dua ediyor.

"Ah terate jı perdeya ğayb-i eger be'te zuhur

De bıtın nisfün-nehare derşeb-i deycureb-i"

Ey devlet büyüğü senin yıldızın gayıp perdesinden çıkıp zuhur ederse inanın en karanlık geceler gündüz ortası gibi aydınlık olacaktır.

Yani senin devlet üzerindeki adaletin ğaybdan ansızın zuhur eden bir yıldız gibi parlayacaksın ve ortadaki küfrün, inançsızlığın, edepsizliğin getirdikleri karanlık hep dağılacak gündüz ortası gibi aydınlık olacaktır.

Şeyh Ahmed-e Cezer-i devamla şöyle diyor;

"Ayet-ül Kürsi’ü en’am heykela tuğ-i teb-i"

Kur’an’daki en’am süresi ile Ayet-ül Kürsi süresi senin varlığına zırh olsun.

Sonsuza dek muzaffer muradına erip hedefine ulaşıp muzaffariyete ulaşasınız.

Yani; Kur'an-ı Kerimin ayetleri senin koruyucun olsun.

Evet, sevgili okurlar.

İşte, milletimizin demokratik eylemini büyük bir zafere dönüştürmüş ve geçmişteki ejdadlarının kemikleri sızmasın diye görevini yerine getirmişlerdir.

Evet, herkese selam ve derin sevgilerimle.