GÖZYAŞLARI İLE SIVILAŞAN KAN?!!

Evet...

O kan! Şehit kanıdır.
O gözyaşları! Mazlum, masum ve mağdur eşlerin, bacıların ve annelerin gözyaşıdır.

Bu değeri yüksek ve yüce iki maddenin karışımı ile yeryüzünde ve toplumlarda çok büyük etki yapan, manevi güç oluşturan bir kimya karışımıdı şenit kanı ve gözyaşır.
Bu mana aleminde değeri hiçbir zaman tartılamayan bu karışım, bu dünyada da öbür dünyada da zalimin başına bela olur, yakasına yapışır ve cehennemin esferi safilin uçurumuna yuvarlatıncaya kadar manen diretir.  Ve adli ilahi nezdinde gereken bu dünyada da öbür dünyada da hak ettiği cezaya çarpar. Gerçeği bu dünyada insanların koymuş olduğu hukuk dışı adil olmayan yasalar buna müsait değilse de ama adli ilahi öbür dünyada gerekeni yapar ve yüzüstü cehennemin derinliklerine yuvarlatır. Buna da Kur’an deyimiyle esferi safilin uçurumu denir.

Bu benim tespitim değildir! Bunu bir kaziyeyi muhkeme kesinleşmiş bir hüküm olarak, Allah’ın yüce kitabı olan Kur’an-ı Kerim hükmetmektedir. Hiç kimse buna şüphe ve kuşku  ile bakamaz, duymaz.

Evet sevgili okurlar!

Yukarıda belirttiğim gibi, bu ülkede yıllar yılı onca akıtılan mazlumun maktulun, mağdurun şehadet kanları bir yana, öbür yana da buna karışan annelerin, bacıların, eşlerin ve yetimlerin gözyaşları. Bu manevi kimya karışımı mana aleminde ve adli ilahi terazisinde öylesine bir sıklete sahiptir ki, büyük dağların ağırlığı bu ağırlığın karşısında bir hiç gibidir.

Elbette ki bu ağırlık, bu sıklet canilerin, katillerin, zalimlerin, rantiyeci maceracıların, bu dünyada olsun öbür dünyada olsun ruhlarına çok büyük sıkıntı verir, azap verir ve her iki dünyada da kendini bu vebalin ağırlığından kurtaramaz.

Değerli okurlar!

Tarih boyu yeryüzünde toplumların başına gelen badireler ve yok olma nedenlerin başını çeken, mazlumların kanı olmuştur. Gözyaşları olmuştur ve fiili ahlak çöküntüleri olmuştur. Ne hazindir ki bu her üç badirede bugün ülkemizde mevcuttur. Gözyaşları, kan, yolsuzluklar, rüşvet, insan haklarının çiğnenmesi, fuhuş, ahlaki çöküntüler başını almış gidiyor. Hangi babayiğit iktidar çıkıp da, ben bunların köküne ineceğim ve kurutacağım, ülkeyi ve toplumu sahili selamete çekeceğim? demiş. Hiçbiri. Allah’tan ümit kesilmez ama hiç de ümitli değiliz. Zira bize göre bu ülkenin başını derde sokan en büyük felaket kirli siyasettir. Ve onun oluşumlarıdır.

İktidara gelen iyi niyetli bir hükümet olsa bile, haset ve çekemezlikten dolayı o hükümetin önünü tıkatmak için envai türlü engeller teşkil eder ve üretilen entrika oyunlarıyla önünü tıkatır. Kavga, gürültü, kaos ve kargaşa yaratır o kirli ve ideolojik muhalefet.

Yeryüzünde Türkiye kadar hiçbir ülkede bu anlamsız macera hareketini bulamazsınız. Ve rastlanılamaz!.. İllaki Türkiye’de olur. İllaki solcu Deniz Baykal’ın partisinde olur ve faşist, şovenist, ırkçı bir ideolojiye sahip kendini bilmeyen MHP lideri Bahçeli’nin partisinde olur.

Evet sevgili okurlar!

Tarih 7 Aralık 2009, yol devriyesine çıkan Jandarma!  Yol güvenliğini koruma altına almak için devriyeye çıkan bir manga asker, yani jandarma timi. Yer Tokat’ın Reşadiye ilçesi!.  Çok küçük bir yer.  Bir grup terörist. Ellerinde uzun namlulu silah, ateş açıyor. Ve 7 ana kuzusu evladımızı şehit ediyor. Ülkeyi ve milleti derinden sarsan bir hadise.
Dünyanın dikkatini Türkiye’ye çekmiştir. Hatta o gün, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Amerikan devlet Başkanı Obama’nın oval ofisinde bulunduğu sırada, öyle bir yankı yaratmışdı ki Obama’yı bu şehitlerin ruhuna dua etmesine zorlamıştı. Yani Türkiye Başbakana başsağlığı dilemesine ve şehitlerin ruhuna dua etmesine neden olmuştur.

Evet…

Olay çok derin, çok karanlık, çok düşündürücüdür. Zamanlama açısından da çok ibret vericidir. Gerçekten sıradan, rastgele PKK mensupları tarafından mı gerçekleşmiş? Veya DHKP militanları tarafından mı mutap olarak gerçekleştirilmiştir veya da yönü, kaynağı, kökeni belli olmayan karanlık bir oluşumun terörü müdür?

İşte bir türlü insanı düşünce gerçeğine vardıramayan, karanlık bir meşru ve muamma bir olay ise de zahiri halde böyle bir görünüm, olay veriyor ise de bana göre hiç de öyle değildir. Çünkü Türkiye’de ilk olarak yapılan bir iş değil ki bu. 40 – 50 yıldan beri Türkiye’nin siyaset ağacının içine girip içten kemiren bu hain bakteri, hep olayların akışına, öylesine yön veriyor ki artık iyi düşünen kamuoyu nezdinde olay berraklaşıyor, sis perdesi kalkıyor ve muammalık vasfını kaldırıyor. Açık ve net görüntüler veriyor.

Zira Türkiye kamuoyu artık buna yabancı değildir. Türk siyaseti de buna yabancı değildir. Hele hele medyanın çok keskin kalemleri bu karanlığa hiç yabancı değildir. Olayların silsileli akışına bakıldığında herşey beraklaşıyor. Bu olay olabilecek olayların son halkası da değildir. Temenni etmemekle beraber daha da devam edecektir. Allah korusun!

Zira bizce kaynak belli, uzaklara gitmeye gerek yok. O kadar da fikir bunamasına girmeye de hacet yok. Dün de belirttiğim gibi olayın başlangıç tarihi Osmanlı’nın son döneminde Sultan Abdülhamit’in ikinci Meşrutiyetin kuruluşu ile İttihat ve Terraki Cemiyeti’nin hileli komplo teorileriyle hazırladıkları 31 Mart hadisesine dayanmaktadır. O günden bugüne dek oluşa gelen tüm kanlı darbelerin ve cuntaların oluşturdukları kanlı hadiseler o günkü olayın birer uzantısıdır.

Günü gününe, tarihi tarihine bu olayların akışı hakkındaki biçimlendirmeyi bu köşeye sığdıramayız. Tek kelime ile özetleyerek belirteyim. Oluşan olayların gerçek kaynakları, o günkü Osmanlının köküne yerleşmiş, iç kemirgenlerinden tutun da, günümüze dek!.. Bugünkü durumlara kadar.

Hep karanlık, masonik danışma meclisleri tarafından, örgülenerek toplumun içine salıveriliyor. Ve ülkeyi, milleti yok etmek için yapay kargaşa ve kaos üretmektedirler. Bunu oluşturanlar da bugünkü deyimle Encümen-i Danış yani Devletin bünyesine yerleşen karanlık ve derin masonik oluşumlardır. Kökü Siyonist İsraile bağlı bir oluşumdur. Emekli ve muvazzaf birçok maşaların oluşturdukları bir yapılanmadır. İşte bu oluşum var olduğu müddetçe, PKK unsuru da, DHKP unsuru da, Hizbullah unsurlarının ve bunlar gibi daha nice terör odaklarının varlığı katlamalı olarak var olacaklardır. Vazgeçilmezdir.

Dikkat edin!. Ne zaman ki Türkiye toparlanıp, kendine çekidüzen vermeye başladığı, işlerini sağlama bağladığı zaman, bu karanlık oluşum ve oluşumlar hemen harekete geçiyor. Ülkeyi ve milleti yaşamın her alanında 'al aşağı' etmenin planlarını üretmeye başlıyor. Darbelerin hazırlıklarına geçeriyor. 12 Eylüller gibi, önce halkı sokaklara döker, kan döktürür, gözyaşlarını akıtır, ekonomik kriz yaratır ve böylece hedefine ulaşır.
Canlı şahit mi istiyorsunuz?
Evet, Susurluk olayından tutun da, 1993’teki Bingöl-Elazığ karayolunda 33 askerin pusuya düşürülerek katledilmesine kadar.
Şemdinli olayı, Dağlıca, Aktütün ve 1996’da Altındağ Dinlenme Tesisleri’ne yapılan saldırı ile katledilen 8 masum insanın hadisesine kadar. Ve daha nice karanlık olaylar, katliamlar ve daha iki gün öncesinde Tokat Reşadiye’de meydana gelen 7 askerin şehit edilmesi..

İşte bakın sevgili okurlar!
Mehmet Altan’ın önceki gün Star’daki köşe yazısının başlığına!.. Altan şöyle bir başlık kullanmıştı: "Bingöl’de 33 askerimi kim öldürtmüştü?"
Size o yazının okunmasını ibretle tavsiye ediyorum. Buna rağmen bir iki paragrafını buraya aktarmaktan kendimi alıkoyamıyorum.
" 33 gencecik çocuğumuz Malatya’da eğitimlerini bitirmiş, Erzurum’a sevk ediliyorlar… Yolları kesiliyor ve katlediliyorlar. 16 yıldır soruyorum, askerlerin can güvenlikleri sağlanmadan nasıl böyle korumasız bir halde yollara çıkarıldığı henüz anlaşılmış değil. Vatandaşını teröristlerden koruyamayan bir devlet ile askerini koruyamayan bir ordu imajı nasıl doğdu. Herhalde bu araştırılacak… Bunu sadece askeri yetkililerin söylediği gibi yolun virajlı olmasına bağlayamayız herhalde. Şunu da ekleyeyim, terhis olan askerlerin evlerine uçakla gönderilmesini isteyen karara rağmen 33 askerin korumasız bir halde ve otobüsle Erzurum’a gönderilmesi emrediliyor. O emri acaba kim vermişti?" "33 askerini koruyamayan ama 3 kez darbe yapan bir ordumuz var. O sırada neler yaşayacağımızdan… 28 Şubat’tan 27 Nisan’a muhtırasından haberdar değiliz. Hala sebebi anlaşılmayan Gabar’daki şehit düşen askerlerimizden, Dağlıca’dan, Aktütünden de…"  

İşte hali alem meydanda! Olaylara yüzeysel sathi olarak bakmamak gerekir. Şu olayı PKK’ya veya DHKP’ye veya diğer terör odaklarına ihale etmek, bana göre yanlıştır ve yersizdir.
Hedef şaşırtmaktan başka bir şey değildir. Her kim olursa olsun ancak taşeron olabilir.
En derin saygılarımla.