GÜNCELLİĞİNİ KORUYAN SORUNLAR! (2)

Evet, sevgili okurlar.

 “GÜNCELLİĞİNİ KORUYAN SORUNLAR” başlığıyla dün kaleme aldığımız yazının devamını bugün getireceğiz.

Ülkemizde sorunları yaratan ve adeta ülke sathını yıllardan beri sorunlar yumağı haline getirmeye neden olan yakın tarihimizdeki olup bitenler.

Özellikle cumhuriyeti kuranların, cumhuriyetin kavram olarak güzel olmasına rağmen yanlış ve ideolojik kullanmaları, ülkeyi fazlasıyla kaoslara sürüklemiş durumda.

Gerçekten yaklaşık 35 yıldan beri ülke adeta terör ülkesi haline getirildi.

Kan, gözyaşları, söndürülen nice ocaklar, dul kalan nice gencecik hanımlar ve yetim kalan çocuklar, tüm bunların yanı sıra bir o kadar da ekonomiksel sefalet, yokluk, uyuşturulmuş bir gençlikle karşı karşıya kalan bir ülke ve gittikçe fuhuşun artması söz konusu olmaktadır.

Maalesef milli irade, topluma dışarıdan ithal edilen antidemokratik kanunlar, yasalar, hükümranlığını sürdürürken hep demokratik hukukun üstünlüğü, insan temel hak ve özgürlüğü gibi yanılgılı ifadelerle toplum aldatılmıştır.

Dayatmalı yöntemlerle kanunlaştırılmış ve halka yutturulmuştur.

Hiç kimse bunu inkâr edemez.

Bugünkü uygulanmakta olan anayasa, eskiye dayalı günlerin anayasasıdır.

Ve bugün TBMM tüm ağırlığıyla değişmesine uğraşıyor ise de bir türlü bu anayasayı değiştiremiyor.

Zira değişik ideolojiler nedeniyle anlaşamıyorlar.

Dünkü yazımda da belirttiğim gibi 1909’da, yani II. Meşrutiyetten sonra Abdülhamit’in saltanat makamından alaşağı edildikten sonra İngiliz yanlısı olarak kurulan İttihat ve Terakki hükümetinin attığı her adım, adeta İngilizlerin vesayeti altında olmuştur.

Haçlıların, İstanbul’u istila ettikleri hengâmede ilk attıkları adım; İslam dinini, toplumun içerisinden ve insanların kalbinden sildirme, söndürme, menfur hale getirme planları olmuştur.

Tıpkı Amerika’nın 10 sene evvelki Irak’ı istila etmesi gibi.

***

Evet, ABD Irak’ı işgal ederken kan gövdeyi götürmüş, o günden bugüne kadar her ne kadar askerini çekmiş ise de yerine koydukları piyon hükümetler, ajan köleler ABD’nin varlığını aratmamıştır.

  Hemen her gün ABD’nin çıkarlarına hizmet etmek üzere, bayram-seyran demeden, Ramazan demeden toplu katliamlar söz konusu olmaktadır.

Keza Afganistan’ın durumu da Irak’tan hiç uzak değildir.

Zaten önce olan Afganistan’ın başına gelmiştir.

ABD, bu her iki ülkeyi istila ederken kendileri geri çekilmiş ise de onlardan daha acımasız, satılmış, aynı ülkeden kendinde İslam adını taşıyan zevat, ne çare ki ABD ordusunun yapamadıklarını yapmaktadırlar.

***

Evet, sevgili okurlar.

Biz havadan cıvadan konuşmuyoruz.

Burada tarihi gerçekleri konuşuyoruz.

Bu toplum artık kendine çekidüzen vererek uyanmalı.

İşte, dün de belirttiğim gibi, 90 sene evvel müstevli İngilizler nasıl ki İstanbul’u istila ederek İstanbul’a yerleştiler, yaptıklarını yaptılar.

Ama nihayet cumhuriyeti, cumhuriyetçilere kurdurup çekildikten sonra cumhuriyeti kuran cumhuriyetçiler, artık İttihat ve Terakki hükümetini de aratmadı ve deyim yerindeyse İngilizleri de aratmadı.

İlk yaptıkları iş, kendi halkıyla kavgaya giriştiler.

Bin yıllık tarihiyle, kültürüyle, inancıyla, Kur’anıyla uğraştılar.

Örf, adet, gelenek ne ise hiçbir şey bırakmadan, İngiliz murahhası Lord Gürzon’un Lozan’da İsmet İnönü’yle anlaştıkları sözleşme paralelindeki maddeler bir bir gerçekleşti.

1918’de Paris’in Sevr kasabasında atılan imzalar, konulan maddeler bir bir gerçekleştirildi.

Ama kimin eliyle?

Hayır, ne ittihatçılar vardı ne de İngilizler.

CHP’nin manalı altı oklu rejimin varlığı ile 1924 anayasasının hükümleri vardı.

Uygulayanlar da İngilizlerle gizli anlaşma sağlayanlar.

Ve o günden bugüne kadar ne yazık ki TSK’mizin bünyesine yerleşen Ergenekon aktifliğinin varlığı.

Sevgili okurlar!

Bunları biz burada yazarken, elbette ki tarihi vesikalara dayanarak yazıyoruz.

Üstat Bediüzzaman Hazretlerinin “Hutuvat-ı Sitte” adlı eserinin Türkçe bölümünde, müstevli İngilizlere karşı 1918’lerde yazılmıştır.

İngilizler bundan çok rahatsız olmuşlar, Üstat Bediüzzaman’ı yok etme planları olmuş ise de başaramamışlar.

Ama her nedense İstanbul’da bu mücadeleyi verirken, bu mücadeleden alıkonularak Ankara’ya çağırılmış.

Bu, düşünenler için çok anlamlıdır.

***

Bakınız, Üstat Bediüzzaman “Hutuvat-ı Sitte” adlı eserinin başında Euzu Besmele çekerken, şöyle diyor;

“Her bir zamanın insi bir şeytanı vardır. (Şeytanı temsil eden bazı insanların varlığı söz konusu olmuştur)

Şimdi beşerde (insanlar arasında) insan suretinde şeytanın vekili olan ruh-i gaddar (zalim bazı ruhlar)ın varlığı fitnekarane siyasetiyle cihanın her tarafına kundak sokan el-hannas (şeytan) altı hutuvatıyla (altı planlı vesveseleriyle) âlemi İslam’ı isfad için (fesat ve bozgunculuk için) insanlarda ve insan cemaatlerindeki habis menbaları ve tabiatlarındaki muzur madenleri fiili propaganda ile işletiyor.

Zayıf damarları buluyor, kimin hırs-ı intikamını, kimin hırs-ı cahini, (çabalama hırsı), kimin tamaını (istek ve arzuları) kimin humkunu (ahmaklığı), kimin dinsizliğini hatta en garip kimin de taassubunu işletip, siyasetine vasıta ediyorlar”

Evet, gerçekten Üstat Bediüzzaman Hazretleri insan suretindeki el-hannas olan müstevli İngilizleri anlatırken, başlık olarak kitabına koyduğu bir analizi buradan sizinle paylaşmak üzere yazdım.

Ama Üstadın bu risalesini hep siz değerli okurlarımızla paylaşarak, bitirinceye kadar yazacağız.

Evet, gerçekten yakın tarihimizin siyaset ve politika akışları içerisinde tarihin sayfalarına gömülen gerçekler, hep saklanmıştır ve kaybedilmiştir.

Gerçekler tersyüz edilmiş, hakikatler yalan ve uydurmalara dönüştürülmüş ve böyle bu millete yutturulmuştur.

Gerçekten, başta Türkiye’miz olmak üzere tüm İslam dünyası bugün, keşke yakın tarihimizin, yani Osmanlının yıkılışının ana başlıklarını okuyup, öğrenselerdi ve bununla uyanmış olsaydılar.

Ama ne çare ki hiç de öğrenmiyorlar.

Onun için battıkça batıyoruz.

Evet, ne yapalım.

Ancak şöyle bir gerçek var, Allah nasip ederse bundan böyle bu köşeye yazacaklarımız hep tarihi birikimlerimize dayanıyor ve gerçekleri toplumumuzla, okurlarımızla paylaşmayı deruhte etmişiz, söz vermişiz, yazacağız, söyleyeceğiz.

Herkes ona göre payını almalıdır.

***

Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten bir millet için tarihi bilmek gibi daha büyük bir sermaye, zenginlik söz konusu değil.

Tarihini bilen bir millet hiçbir zaman pusulasını şaşırmaz, geleceğini de garanti eder.

Bu bir gerçektir.

Dünden beri yazdıklarımın ana çizgileri; Osmanlı’nın ne oyunlarla yıkıldığı ile ilgili ve ülkemizin bugüne kadar hep sorunlar yumağına dönüştürülmüş olma halinin nedenleridir.

Gerçekten kimin eli kimin cebinde, bir türlü kimse kestiremiyor.

Ancak Mısırlı çağdaş tarihçi Mahmut Şakir’in 22 ciltlik bir tarih kitabının Türkiye’yi anlatan 17. Cildinin 24. Sayfasında şöyle bir paragraf okudum.

Üstat Bediüzzaman’ın İstanbul’da İngilizlerle mücadele ederken, ansızın Ankara’ya çağrılması ve oradan da şarki vilayetlere büyük bir maaş vermek teklifiyle umumi bir vaiz olarak atanması öngörülürken, Mustafa Kemal Paşanın 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basmasıyla ve oradan Anadolu’ya gitmesi ve Erzurum Kongresinin gerçekleştirilmesi, sonra Sivas Kongresiyle, daha sonra da İstanbul’daki hükümeti tanımlayıp, Ankara’da cumhuriyet hükümetinin kurulmasının gerçekleştirilmesi, tarihi önem taşıyan olaylardır.

Şimdilik tabii ki bunların derinliklerine inemeyiz.

Yalnız Mahmut Şakir’in anılan tarih kitabının 24. Sayfasında Arapça yazılan şöyle bir paragraf okudum ve çok düşündürücü bir paragraf olarak gördüm.

Paragrafta şöyle bir ifade var;

“Gazi Mustafa Kemal Paşa, Erzurum’da askeri birlikleri teftiş ederken ve Erzurum kongresine hazırlanırken, İsmet Paşa’yla Lozan Anlaşmasını imzalayan İngiliz Dışişleri murahhası Lord Gürzon’un kuzeni durumunda olan Raulenson isimli bir İngiliz Albayla tanışıyor ve görüşüyor.

Ama çok gizlilikler içerisinde bu gerçekleşiyor.

Bu görüşme tarihi 23 Temmuz 1919 ve ondan sonra kongre hazırlanıyor, 14 günlük devam eden bu kongrede Gazi Mustafa Kemal Paşa kongre başkanı olarak seçiliyor.

Ve bu kongrede alınan kararlar doğrultusunda ülkeye yön verdiriliyor”

Bu kongrenin tarihi vesikası ve bir İngiliz Albayı olan Raulenson’un işi Erzurum’da ne idi?

O esnada Erzurum’da ne geziyordu?

Doğrusu bunlar hep soru işareti, bu iddianın orijinal metnini küpür olarak siz değerli okurlarımıza sunmak üzere köşemize taşıdık.

Devamı yarın.

En derin saygılarımla.