GÜNEYDOĞU’DA NELER OLUYOR NELER?!! (IX)

Evet, sevgili okurlar.

Bugün de, “GÜNEYDOĞU’DA NELER OLUYOR NELER” başlıklı yazı serimize devam diyoruz.

Hakikatten, Doğu ve Güneydoğu’da olup bitenler, bırakın Türkiye’yi, yeryüzünü sarsıyor.

Her gün yeni bir olay, yeni katliamlar, milleti-toplumu üzüntü ve hicrana sürükleyen hadiseler zinciri.

Ne yazık ki, "sorunun" çözümü yerine klişeleşmiş, ifadeler kullanıyor.

Özellikle, Hükümet-iktidar mensupları…

Hep eski sloganları kullanmaktan başka da yapacakları bir şey yok.

Ki hepsi de aldatıcı, yanıltıcı nutuklar ve sloganlar.

“Kanı yerde kalmayacak”,

“Vatan sağ olsun”,

“Askerlerimiz şehit oldu”,

“Şehidin ailesine başsağlığı diliyorum, Allah rahmet eylesin” gibi basmakalıp ifadeler.

Tabiri caizse; “ağzı olan konuşuyor.”

* * *

Sevgili okurlar.

Bilindiği gibi bugün İslam takvimine göre Hicri yılbaşımızın üçüncü günü.

Yani Muharrem ayındayız.

Hiç kuşkusuz ki, “Muharrem” ayında insanlık tarihi boyunca çok mühim olaylar olmuştur.

Peygamberler silsilesi, uzun uzadıya önemli olayları yaşamıştır.

Ve nihayet Hz. Hüseyin’in 10 Muharrem 680’de Kerbela’da lanetli Yezit ve yandaşları tarafından Âli Beyt’i çok büyük mezalim altına sokmuştur.

Ve o günlerde de yer ve gök o masum şehitler için ağlamıştır.

Ve hala o ağlayış, o üzüntü, günümüze dek devam ediyor.

Kıyamete dek de Müslümanlar arasında devam edecektir "O acı verici hadise!".

***

Evet, Hicri yılbaşı diyoruz.

Hicret demek; küfrün, inançsızlığın, mezalimin, diktanın, ceberut oluşumların, putperestlerin putçuluğuna karşı dayanamayarak, o yüksek boyutta sıkıntılara karşı onlardan kaçmaktır ve Müslümanların kendi bünyesinde dayanamayacağı bir halden nefret etmek, kurtuluşa doğru bir hicrandır ve bir kaçış yoludur.

Bu demek değildir ki Mekke küfrün ve şirkin bataklığı içerisinde, Müslümanlara yapmış olduğu mezalimden kurtulmak için başını alıp kaçmak.

Herkes, kişisel olarak ölümden kaçmak için, başını kurtarmak için fırsat bulup da bir kaçma seçeneği değildir.

Bilakis, yepyeni bir mücadele başlangıcıdır.

Yepyeni bir dava uğruna hareketliliktir.

İman feveranıdır, zalimin zulmünü yenmek için yeni bir mücadele alanıdır, bir savaş hareketidir.

Korkarak, başını alıp kaçma manasında değildir.

Davasını başka bir alanda fırsat bularak kâinata duyurma başlangıcıdır.

***

İşte, hicretin manası daha burada sayamadığımız çok önemli kutsal yücelikleri bünyesinde taşıyan bir hareket türüdür.

O yüce İslam Peygamberi (s.a.v), ona bağlı olan mağdur, masum ve çilekeş sahabelerle beraber, Miladi Takvim’in 622’sinde Mekke’den Medine’ye gidişin adıdır “Hicret”.

O “Hicret” yalnız o güne mahsus değildir.

İslam tarihi boyunca zulmün, şirkin, edepsizliğin, envai türlü her çeşit kazurat-ı beşeriye denilen insanlık pisliğinden kaçmak için ve güçlenerek, geri dönüp onunla mücadele etme, hicretidir.

Ve Resulullah Efendimiz (s.a.v) de aynı o şekilde 10 sene gibi kısa bir süreç içerisinde Medine’ye yerleşmiş ve aynı zamanda dünyaya seslenmiş, hem de açık ve net olarak seslenerek davasını büyütmüş ve devletini Medine’de kurmuştur.

İşte, “Hicret”in yüce mana değeri budur.

“Hicret”in burada dile getiremediğimiz büyük zafere dayalı nice fütuhatların sırları, bu hareketin içinde yatıyor.

Ama bu gerçek manada İslam’ın ruhunu taşıyan Müslümanlar için geçerlidir.

Şekli olarak kendini Müslüman olarak gösterip de rantını ön planda tutan ve ondan sonra topluma zerre kadar bir umut veremeyen, demokratik geçinen muhafazakâr olsun, sosyalist komünistler olsun, tarihi hükümetler ve iktidarlar, ne yazık ki kendi toplumlarını küfrün, inkârın ve mezalimin hegemonyasından kurtarma yerine, tam tersine daha fazlasıyla inim inim inletmeye çalışmışlardır.

İşte hâli âlem meydanda…

“GÜNEYDOĞU’DA NELER OLUYOR NELER?!!” sorulu başlık, gerçekten bugünümüzü bize anlatan büyük bir kavramdır.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Üç gün evvel Hakkâri’de üç tane asker şehit edildi.

Daha dün, Bitlis-Tatvan arasında bir köy korucusu elektrik direğine bağlı olarak ölü bulundu.

Öbür taraftan PKK’yı siyasi olarak destekleyen parti, yaşanan bu olaylarla ilgili olarak net ifadeyle “Kaygılıyız” diyor.

Yani Kars’ta üç tane PKK mensuplarının öldürülmesinin karşılığı ve intikamıdır, diye düşüncelerini dile getiriyorlar.

Bu nedenle “Kaygılıyız” diyorlar.

Evet, Başbakan oldukça hareketli ve heyecanlı konuşmalar yapıyor.

Cumhurbaşkanı, Litvanya’dan dönüşte uçakta medya mensuplarına itiraf ediyor; “Süreci bozmak isteyenler; PKK ve onun arkasındaki siyasal partilerdir. Abdullah Öcalan ise buna razı değildir ve buna karşı üzülüyor” diye konuşuyor.

Bize göre bu konuşmadan sonra anlaşılan budur ki sistem ve rejim bu milleti daha çok ümitsizliğe, biçareliğe doğru itecektir.

Siyasiler; ister muhalefet olsun, ister iktidar olsun, geçen cumhuriyet sürecinde, yani 90 yıldan beri bir arpa boyu kadar bu millete, bu ülkeye, bu vatan evlatlarına, kavgadan başka, kan dökülmeden başka, kin, nefret ve adavetten başka hiçbir şey verememiştir.

Birbirini karalamak, birbirine laf atmak, laf üretmek, kim iktidara gelirse, ister sol, ister sağ, ister muhafazakâr geçinen partiler evliya olsa dahi bakıyorsun ki çok kısa bir süre sonra eski şahsiyetini ve kişiliğini yitirmiş durumda.

Vay bu demokrasi imiş, vay bu hukukun üstünlüğü imiş…

Hep lafta kalıyor.

Demirel’in dediği gibi “bunlar birer laf-ı güzaftır”

* * *

Sayın Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun kişisel olarak çok dürüst bir şahsiyet olduğundan kimsenin şüphesi olmasın.

Hayatı boyunca bu insanın boğazına zerre kadar bir haram lokma girmediğine dost da düşman da şahittir.

Ama tüm bunlara rağmen, içinde bulunduğu konum çok önemlidir.

Dik duruşuna da inanıyoruz.

Kemalist sekülarizme dayalı bir rejimle, bir sistemle, kendisi de hiçbir şey yapamayacağının bilincindedir.

Bize göre terörle mücadele şekli, yanlış bir mücadeledir.

Şiddete karşı şiddet uygulanmışsa, sistem buna karşı yenik düşmüş durumdadır.

Aslında radikal bir mücadele gerekiyorsa, önce devletin bu sisteme bir çekidüzen vermesi gerekir.

Ki mutlak bir adli ilahi ile bu ülke yönetilirse, toplumda yeni bir biçimlendirme meydana gelir.

Devlet güçleşir, terör de bu barış içerisinde ortadan kalkar.

* * *

Bir Güneydoğulu olarak medyamızın tespitleri paralelinde diyoruz ki terör; oldukça her gün biraz daha palazlanıyor, güçleniyor ve geniş bir alanı kapsıyor.

Sağımıza, solumuza baktığımızda hiç ummadığımız aileler çocuklarını dağa gönderiyorlar.

Veyahut çocuklar kendiliğinden gidiyor.

Demek ki sistem, iktidarlar, sadra şifa verebilecek gönül rahatlığını yaratan herhangi bir umut bu topluma verememiştir.

Sistem, öyle yaptı ki polisi de pasifize etmeye çalıştı.

Ve polis büyük yara almıştır.

Politikanın kirli yüzüne yenik düşmüştür.

Suçlanmıştır.

Her Allah’ın günü toplu vaziyette, grup grup Adliye’ye sevk ediliyor, sorgulamaya tabi tutuluyorlar.

Bir hukuk devleti içerisinde yaşamakta olan bu toplum, ne yazık ki hala da askeri vesayet ve CHP’nin kirli anlayışı altında mağlup durumdadır.

Herkesin eli kolu bağlı.

Devlet ve iktidar, milleti arka plana atıp kendini ön plana alıyorsa da yıllardan beri terörle başa çıkamıyor ve ne yazık ki terörle mücadele biçimi nerede ise solda sıfır duruma düşmüştür.

* * *

Evet.

Güneydoğulu medya çalışanlarımızın tespitleri bu yöndedir ve hiç de yanlış değildir.

Bunun tersini iddia eden varsa, ispatlamaya çağırıyoruz.

İster hükümet olsun, ister muhalefet olsun, ister medya olsun, ister terör odakları olsun.

Tespitlerimize güveniyoruz, onun için konuşuyoruz.

Allah bu millete, bu ülkeye bir huzur versin diyerek dua ediyoruz.

Sevgili Başbakan, her ne kadar “Kamu düzeni esastır” diyor ise de kamu düzeninin esas olduğunu herkes biliyor, ama buna çare arayıp bulmak da biraz zor.

Zira konuşan hakikattir.

Hakikat de ortadadır.

Kimse inkâr edemez.

Onun için de diyoruz ki, biraz da olsun hakikati icra edin, laf-ı güzafı değil.

En derin saygı ve sevgilerimle.