GÜNEYDOĞU’DA NELER OLUYOR NELER?!! (VI)

Evet, sevgili okurlar.

“GÜNEYDOĞU’DA NELER OLUYOR NELER” başlıklı yazı serimiz devam ediyor.

Gerçekten, yalnız Güneydoğu’da değil “Türkiye’de neler oluyor neler” demek gerekir?

Yıllardan beri faili meçhul, adam kaçırıp öldürme, yasadışı keyfilikler, zalimin mazluma galebesi, oldukça zulüm yayılıyor, zalim çoğalıyor, mazlum eziliyor.

Daha neler neler?...

Peki, sormazlar mı; hani, demokratik bir hukuk devletinin varlığı söz konusuydu?

İnsan temel hak ve özgürlüğünü devlet güvencesi altına alan bir hukuk devletinin varlığı söz konusuydu?

Tüm bunlara rağmen, hala da “Neler oluyor neler?” sloganı devam ediyor.

***

Bakınız, Bayramın üçüncü günü…

Bir çözüm süreci olduğu halde, Diyarbakır’ın Bağlar semtinde fakir-yoksul ve Suriye’den gelen mağdur-çaresiz ailelere kurban eti dağıtan 4 tane genç, kaşla göz arasında "terörist bir güruh" tarafından yakalanıyor ve zulmen öldürülüyorlar.

Biri yaralı olarak kurtuluyor ise de diğer üçünü damdan atarak, işkence ederek, aynı zamanda üzerinden arabayla geçerek, bununla da yetinmeyip yakarak öldürüyorlar.

Hem de Diyarbakır’ın göbeğinde, hem de Bayramın üçüncü akşamı.

Buraya kadar hikâye tamam…

Ama bir hukuk devleti içerisinde sormazlar mı, o esnada polis neredeydi?

Devlet neredeydi?

Oradan geçen vatandaşın birisi kendi cep telefonuyla ilkel bir görüntü alabiliyorsa, en azından o mücadele bir saat sürmüş.

Peki, güvenlik güçleri nerede?

Demek ki şehir, o an için tamamıyla terör magandalarına teslim edilmiş.

* * *

Sayın Başbakan Ahmet Davutoğlu çok iyi niyetle beraber, güzel nutuklarını topluma, insanlara sunuyor, ikna edici sözlerini dinletiyor.

Keza Cumhurbaşkanımız da öyle…

Peki, İçişleri Bakanımız Diyarbakır’da Vali iken meşhur bir sloganı vardı; “Camda olsun da canda olmasın”

Yani kırılan, dökülen, yıkılan dükkanlar, mağazalar, işyerlerinde olsun da o kadar yağmacılığa bir şey olmaz dercesine, “Yeter ki insan ölmesin”

O zaman yine terör olayları aktif olarak devam ediyordu.

O dönemin Valisi Efkan Ala, hep bu sloganı kullanıyordu.

Bugün de “Sürecin devamı için elimizden ne geliyorsa yapıyoruz?” diyor.

Ama teröristler de üç tane gencecik ana-baba kuzusunu Diyarbakır’ın göbeğinde öldürüyor, yakıyor ve üzerinden araçla geçiyor.

Acaba Sayın İçişleri Bakanımız buna ne gibi bir slogan kullanabiliyor?

Biliyorum onun sloganı da teselli verici slogan (!), toplumu teselli etmek üzere “Süreç devam ediyor” ama demiyor ki “Ey Polis!

Ey Güvenlik Güçleri!  Siz neredeydiniz, bu arbede bu çatışma yapılırken, devlet neredeydi?”

Ona ne gibi bir slogan kullanıyor, onu bilemiyoruz.

* * *

Bizce en dikkat çeken olay şu olmalıdır ki “Devletin istihbarat birimleri bu olayın bayramın üçüncü günü olacağını, şehrin adeta yıkılmış bir kent olarak, matemler içinde yaşamakta olacağını, nasıl haber almadılar?”

Haber aldıysalar, ne yaptılar?

Yakalayabildiler mi canileri?

Sanmıyorum, yakalabilyseydiler şehir bulhale gelmezdi?

Bakınız.

İl Jandarma Alay Komutanlığı bayramdan bir hafta önce, “Diyarbakır İl Jandarma Komutanlığı’nın 05.10.2014 tarih İSTH:2000-82358-14 sayılı Haber Bildirim notunda  özetle şöyle deniliyor.

"PKK terör örgütü mensuplara şehre inmiş. Kurban Bayramı sonrasında bir dizi eylemde bulunacak. Bu eylemler içerisinde petrol istasyonları da bulunuyor.?"

Ve bu uyarı, Diyarbakır'daki tüm petrol istasyonlarına resmi tebligatla yapılıyor.

Şimdi sormak gerekmez mi?

Aynı istihbarat birimleri, nasıl olur da Kurban Bayramında böylesi eylemlerin olabileceğine dair istihbarat alamıyor?

Jandarma ve Emniyet İstihbarat Birimleri bunu nasıl görmüyor, bilgiyi nasıl elde edemiyor?

Üç akşam üst üste Diyarbakır adeta terör örgütüne terk edildi.

Başbakan Sayın Davutoğlu “Bu üç genç şahadet mertebesine ulaşmıştır, Hz. Hüseyin’in şahadeti gibi bu gençler şehit edildi” diyebiliyor.

Başbakanın çok iyi niyetli olduğundan şüphemiz yoktur.

Ama Sayın Efkan Ala’dan bu durum sorulmalıdır?

Bu olay çok büyük bir olaydır.

Başbakan, nazar-ı dikkatine böyle almış ama İçişleri Bakanı ne düşünüyor?

Bu olay; gerçekten bir hukuk devleti içerisinde skandaldır.

Başka ülkeler de olsa, bu olay hükümetin istifasına kadar gider.

En azından İçişleri Bakanı’nın görevden alınmasına neden olabilecek bir olaydır bu olay?

Ama heyhat!

Böyle bir şey zaten kimsenin aklından geçmiyor da, Diyarbakır Emniyet Teşkilatı bile kılını kıpırdatmıyor.

Bunca yazar-çizerler, Türkiye’nin yalaka kalemşorları, bunu kamuoyuna yansıtmıyor.

Ve gittikçe yavaş yavaş unutturulmaya çalışılıyor.

Türkiye, Kobani meselesini çözüm sürecinden daha önemli tutuyor ve her halükarda Amerika, İngiltere ve dünya emperyalist ülkeleri tüm bu olup bitenleri görmüyor.

İllaki IŞİD’i görüyor.

IŞİD’i görsün ama IŞİD, Irak ve Suriye rejimlerini tehlikeye sokuyor ise bize ne?

Tüm İslam dünyasının iç meselesine müdahale ediyor da fakat Türkiye’deki terör odaklarına bir türlü inemiyor, hükümete yardımcı olmuyor?

Bayramın üçüncü gününde Diyarbakır’da meydana gelen bu üç gencin katliamı, hiçbir batı ülkesinin medyasında işlenmedi, ABD medyasında hiç işlenmedi.

İşlendiyse de yüzeysel “Dostlar alışverişte görsün” misali.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten iç karartıcı.

Akla gelen ilk soru bu; Türkiye, yeniden 27 Şubat’a mı sürükleniyor?

Yani 90’lı yıllara mı dönülmesi isteniyor?

Oluşan ve gelişen olaylar, yine bir sıkıyönetim ve askeri vesayetin hâkimiyetine mi çağrışım yapıyor?

Hedef bu mudur?

Böylesine sorular akla gelmiyor değil.

Ama Allah korusun.

İnşallah bu millet böyle acımasızca olayların yeniden oluşmasına, türemesine meydan vermeyecek kadar şuurlanmış, uyanmıştır.

Velev ki sistem, rejim ve yönetimler uykuda olsa bile!!

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bir önceki yazımda 1998-1999’larda JİTEM tarafından uygulanan mezalimi dile getirmiştim.

Söz TV ve Söz Gazetesi ailesine karşı yapılan keyfi işlemler, hazırlanan komplo teorileri, rant, rüşvet ve hatıra binaen hakkımızdaki yapılan sahte fişlemeler?

Hele ki PKK tarafından düzenlenmiş gibi sahte bir vesika JİTEM’ce tanzim edilip, Kolordu Komutanlığı’nca meşruiyet kazandırılmasıyla, dönemin Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakar’a servis edilmesi?

Komplo teorisyenlerinin yazdıkları sahte dokümana ikinci kez onay verip, bu kez dönemin 7. Kolordu Komutanlığı Kıdemli Albay Reha Şatana tarafından yazılan kirli bir yazı?

Bakınız bu yazı, 26 Ekim 1998’de DGM Cumhuriyet Başsavcılığına servis ediliyor.

Hem de Kolordu Komutanlığı adına, P.Kur.Kdm. Alb. Kurmay Başkanı Reha Şatana imzasıyla.

Evrakta tahrifat yaparak, hayali suçlama belgelerini hazırlayarak, DGM Cumhuriyet Başsavcılığı’na servis ediliyor.

Dönemin Başsavcısı da “Canıma minnet” dercesine bu evrakta yapılan sahtecilik ve sahtekârlığı meşrulaştırarak apayrı bir skandal olaya imza atarak, Sami Güngör isimli DGM Cumhuriyet Savcısına iddianameyi hazırlatarak, iki kardeş mensubumuzu hemen tutuklama istemiyle mahkemeye sevk ediyor.

***

18.06.1998 tarihli sahte bir iddianame.

Demokratik bir hukuk devleti içinde karanlık bir maceraya resmiyet kazandırmak suçunu işleyen DGM Cumhuriyet Başsavcılığıdır.

Hem de dönemin Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakar tarafından, bu yargı skandalı gerçekleştiriliyor.

O zamandan beri yazıyor-çiziyoruz.

Ve diyoruz ki; Türkiye Cumhuriyeti böyle sahtecilik damgalamalarıyla mı karşı karşıya kalacaktır?

Devletin can damarı durumunda olan iki kurum arasında işlenen bu suç, yapanların yanına kar mı kalacaktır?

İnsan vicdanen düşünürse, bu karanlık skandalı yaratan ve Türk Yargısının tarih sayfasında yer alan bu kara lekeyi devlet acaba ne zaman silecektir?

Keza aynı bu karanlık leke, bu milletin vergisiyle, kanıyla ve alın teriyle oluşan kocaman bir Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde yapılan böylesine kirlenmeye daha ne zamana kadar göz yumulacak, görmezlikten gelinecek?

İşte bu skandal belgelerin küpürünü sizlere sunuyoruz.

Bu yazı serimiz devam edecek.

Yarın da dönemin yani 90’lı yılların İl Jandarma Alay Komutanı Emekli Albay Eşref Hatipoğlu’nun, devleti ve kurumları yanıltarak, hakkımızda yazmış olduğu el yazısını sunacağız.

Çünkü, bu memlekette ne kadar kirli işler yaptığının birer kanıtlayıcı delillidir kendisine ait bu "el yazısı?"

En derin saygılarımla.