GÜNEYDOĞU’DA TARİHİ JİTEM FİTNESİ! (III)

Sevgili okurlar…

Kavmiyetçiliğe dayalı ideolojik kirlenme taassubu genellikle ortaçağ karanlığına dayanmaktadır..

Ve bu düzende; zorba ve elit tabakanın, güçsüz mağdur insanların üzerine hegemonya kurması vardır.

Öyle ki..              

İnsanları yaratan olan Allah'ın ubudiyetinden, kulluğuna layık olmak değil..

Tam aksine, diğer üst tabakaya kul ettirme gayesi vardır..

Köle ettirmekle toplumsal dengeyi bozarak acımasızca kan dökülmesini sağlama fitnesidir.

***

Eski ortaçağ dönemlerinde genellikle arap yarımadasındaki bölünmüş kabileler arasındaki kavganın oluşması, aşiretlerin birbirine düşürülmesinin temel dayanağı da budur.

Ve ne yazık ki günümüzdeki sözüm ona çağdaş medeniyet dünyasında sürdürülen bu hal, bu görüntü hala o eski köhnelenmiş, çürümüşlüğe dayanmaktadır.

Bu da hiç kuşkusuz ki cahiliye devri olarak tanımlanmaktadır.

İster eski çağlara dayalı insanların yaşam tarzı olsun…

İsterse günümüzdeki sözüm ona medeniliği, çağdaşlığı kimseye bırakmayanlar olsun.

***

4 bin yıldan beri semavi dinlerin getirmiş olduğu meşruiyet kanunlarına dayalı sistemler "İslam hukukuyla" sona ermiştir.

Yani yüce İslam dininin, insanlığın yüce önderi, Hz. Muhammed'in (S.A.V) getirmiş olduğu Kur'an'ın gölgesindeki yaşam tarzı..

Ahlak seviyesi..

Bilime, ilime, edebe, terbiyeye ve insanlara ne kadar yakışır haysiyet ve şerefine dayalı ahlakın üstünlüğü varsa, "içerisinde" barındırıyor.

İşte bu İslami yaşam felsefesi "o eski çağlara dayalı tüm o semavi sistemleri" dün olduğu gibi bugün de sona erdirmiştir.

Zira cahiliye kelimesinin tabiri, anlaşılan odur ki ilmin ve bilimin karşıtı olan kavramdan öte cehil ve cahiliyenin ters yüzüne bakıldığında ahlakın zıddı olan sefahet, rezalet, hamaket ve aşırı derecede hırsa, büyüklenmeye dayanıyor.

Herkesi kendi seviyesinden üstün tutma; karanlık bir tablo olduğu gibi, cehaletin gerçek yüzüdür ve ana metodudur.

***

Nitekim ilmin ve bilimin karşıtı olan cehalet aynı eski çağlara dayalı bir cehalet olduğu gibi asrımızda mevcut olan cehaletin ta kendisidir.

Gerçek manada ilim seviyesini üstün tutan insanlar yüce yaratıcısının hukukunu kurmakla mükellef olduğu gibi tüm insanların temel hak ve özgürlüğünü korumasına saygılı olmalarıdır.

Aksi takdirde mutlak bir ahlaki çöküş ve saldırganlık kaçınılmazdır.

***

Bakınız..

Yüzce İslam peygamberi Hz. Muhammed (S.A.V)'e indirilen yüce kitabımız Kur'an'ı kerim, anılan bu hal-i vaziyeti, Maide Süresinin 50. ayetinde bize şöyle buyurmaktadır.

Ayetin yüce meali aynen şöyledir:

"Onlar hâlâ cahiliyyet devrine ait hüküm ve yaşantıları mı istiyorlar? Ve yakîn sahibi olan bir kavim için, Allah'tan daha güzel kim hüküm verir."

Oysaki insanlara gönderilen yaşamların ve sosyal dengenin en iyisi Allah'ın kanunlarıdır.

Onunla bağdaşan toplum kendini cahiliye sistemlerinden uzak tutar ve gerçek manada medenileşir.

Bedevilikten medeniyete dönüşür..

Haydutlaşmadan yüce insanlığın temelinde de islam uhuveti (kardeşliği) vardır.

Kan dökme, insanlara acımasızca davranma gibi tavır sergilemek söz konusu değildir.

Hele hele yanlış ve batıl ideolojiler karşısında acımasızca insanların canına kıymak ve öldürmek, hele bi de devletlerin bünyesinde bu oluşursa vay o toplumun haline…

***

İnsanlığın atası olan Hz. Adem (A.S)'dan tut, Hz. Muhammed (S.A.V)’e kadar….

Beşeriyet cemaatleşmiş, ümmetleşmiş, güçlü toplumlar haline gelmiş, ama genellikle peygamberlik sistemine tabi olarak kendi yaşam tarzlarını biçimlendirmişlerdir.

O silsile-i nuraniyeye tabi olmayan insanlık, kesinlikle katil olmuştur, cani olmuştur, şaki olmuştur.

Bu nedenle;

Bakınız 3 günden beri Türkiye medyasında görsel olsun, yazılı olsun, akıllara durgunluk veren Türkiye Cumhuriyeti devletinin bünyesindeki 20 yıl önce yaşanmış bir faili meçhul vakasını dile getirmektedir.

Bazı yazılı medya dün dahi manşetlerine vakayı, özel haber hem de fotoğraflı olarak gündemlerine taşımıştır.

Bu olay, devletin can damarı durumunda olan TSK'nın Jandarma Genel Komutanlığı gibi önemli bir biriminin bünyesinde haince tertiplenmiştir.

Ki bundan daha kötü olanı da kamuoyunu yanıltarak suçu PKK örgütüne ihale etmekti.

Ama yine Allah'a şükürler olsun ki hala da bu devletin Adalet Bakanlığı bünyesinde bulunan çok değerli, inançlı, güvenilir ve görevini üstün bir seviyede yerine getiren hakim ve savcılarımız vardır.

İşte olayın çirkin yüzü A'dan, Z'ye kadar.

Bırakın medeni, çağdaş bir Türkiye'nin silahlı kuvvetler bünyesinde gerçekleşmesine!…

Yukarıda da belirttiğimiz gibi "yaşanan ve yaşatılan" olay ortaçağ mantığına dayalı cahiliyenin dik alasıdır.

Yani acımasızlık, insafsızlık, sahtekarlık, haydutlaşma, canavarlaşma gibi böylesine alçalış sadece marksist, inkarcı ve ateist ideoloji uğruna, onun gibi düşünmeyen kendi meslektaşlarını haince öldürme anlayışı..

***

Bakın, olayı özetlemek istiyorum.

JİTEM öldürdü denilen Aydın'ın eşi anlatıyor.

Orgeneral Eşref Bitlis'ê en yakın isimlerden biri Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'dı.

Bitlis Paşa ile Aydın çifti yıllar önce bir resepsiyonda fotoğraflanmıştı.

Bahtiyar Paşa Kürt meselesi için çalışıyordu.

1993'te suikaste kurban giden Bahtiyar Aydın, aynı yılda şüpheli şekilde ölen komutanı Eşref Bitlis'le "Kürt meselesinin" çözümü için çalışıyorlardı.

Haberin ana başlığı bu şekilde biçimlendirilmiş.

“Dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis ile Bahtiyar Aydın'ın çok sayıda ortak özelliği olduğu ortaya çıktı.

Zaman aşımının dolacağı gün kabul edilen iddianame Aydın'a düzenlenen suikastın faili olarak JİTEM'i işaret etmişti.

Bahtiyar Aydın'ın konuşan eşi çarpıcı bilgiler verdi.

Aydın Paşa ile Bitlis Paşa ikisi aynı görüşteydiler.

Ama ne yazık ki onlarla ters düşen Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde derinci bir güruhun, kemalist, ırkçı, turancı anlayışına bağlı jontürklerin, Ergenekonucu generallerin suikast tuzağından her iki paşa da kendilerini kurtaramadılar.

İkisine de Allah rahmet etsin demekten başka bir şey yapamıyoruz.

Ancak hukukun pençesine düşen bu cani ve katil şebekesi kim ise 3 günden beri basın onları tespit etmiştir ve Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı bünyesince tanzim edilen iddianamede adı geçen bu hainlerin inşallah hakettikleri cezayı alacaklarını umuyoruz”

Bu haber 24 Ekim 2013 tarihli Türkiye gazetesinin haberidir.

***

İddianamede suçlanan dönemin Diyarbakır İl Jandarma Alay Komutanı Eşref Hatipoğlu ile ailecek tanıştıklarını da kaydeden Şahin Aydın şöyle diyor..

“Hemşehrimiz hiç yakıştıramadım, hayretler içindeyim…”

Eee..

Türkiye'yi ve toplumu bu hale getiren "yabancı" olur mu?

Elbette ki, "içteki" hain kemirgen kurtlar olur..

Dost görünüp, düşman kesilenler.

Zaten devletin bünyesinde yaşanmakta olan derinci komiteler gerçek yüzünü hiçbir zaman göstermiyor..

Aldatıcı ve tebessümlü bir yüzle hep kendilerini idame etmişlerdir.

Anlaşılmasın diye pozisyondan pozisyona girerek dost görünüp, düşman muamelesi yapmışlar/yapıyorlar.

İnanın sevgili dostlar…

Jandarma Emekli Albay Eşref Hatipoğlu'nun suç dosyası çok kabarıktır.

Yalnız o değil..

Ondan güç alarak, onun gölgesinde aktif PKK ile dirsek dirseğe dayandıran nice oluşumlar ve o oluşumların insanları vardır.

Kaçakçılık sisteminden tut, bölgede cinayet işleyen bazı şebekeler de kendilerini ele vermemek için onun gölgesine sığınıyorlardı.

Eşref amcalarının gölgesine sığınıp yaşayan nice hainler vardır.

Yüksek yargının kesinleşmiş kararlarında PKK'cı olarak gösterilen o kişi veya kişiler hep Eşref amcalarıyla iç içeydiler ve istedikleri karanlık işleri yapıyorlardı.

Günü gelince yargı önünde müdahil sıfatıyla bunları hep deşifre edeceğime söz veriyorum.

En derin saygılarımla.