GÜNLÜKLER, DARBELER VE SEÇİMLER

Evet, sevgili okurlar!

Bugünlerde Türkiye'nin gündemini işgal eden görsel ve yazılı medyanın birinci sayfalarını dolduran, sürmanşetlerine büyük puntolarla yazılan olay, bilindiği gibi Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı merhum Muhsin Yazıcıoğlu ile ilgilidir.

Biz de buradan kendisine ve arkadaşlarına Cenab-ı Allah'tan rahmet diliyoruz.

Zira bu yol, hepimizin yoludur. Kimse bundan kurtuluş imkânını bulamaz.

"Bu tende can olduğu müddetçe her canlı, her nefis ölümü tadacaktır" düsturu ile yola çıkarsak gerçek ölüm vakalarını tespitlerimizle kabullenmiş oluyoruz.

Ancak ne mutlu o kimselere ki, ölümünden sonra herkesin arkasından iyiliklerle yad edilmesidir.

Yaklaşık bir yıl önceydi. Merhum Muhsin Yazıcıoğlu bizi ziyarete geldi. Bitlis'ten Diyarbakır'a ve buradan da Uçak'la Ankara'ya gidecekti. Yanında; onunla aynı kaderi paylaşan İHA Muhabiri İsmail Güneş ve Sivas İl Başkanı vardı. Anlayacağınız; "Helikopter"de Pilot dışında vefat edenlerin hepsi; birlikteydi.

Çay içip sohbet ederken, "yemek davetinde" bulundum. Ancak kendileri "zaman darlığı" nedeniyle; bu davetimize katılamayacaklarını bildirdiler.

O sohbet esnasında Yazıcoğlu'nun bana atfen şu ifadesi gerçekten beni duygulandırmıştı.

"Sizi Şemdinli davasında göstermiş olduğunuz vakarlı duruş ve yiğitçe yaptığı savunmadan dolayı kutluyor ve tebrik ediyorum.".

Fazla da söze gerek yok. Buradan nokta koyalım.

Seçim atmosferine ve sonuçlarına gelirsek.

Türkiye için çok büyük olay ve siyasi partiler için de elbette ki büyük bir ders - i ibrettir seçimler.

Layık olan, layık olmayan, seçmenlerinin gönlünü fetheden, iyilikleriyle, güzellikleriyle halkın seviyesine inmesiyle, mütevazi bir biçimde halkın teveccühünü alan adaylar, ne mutlu onlara!

Hangi parti olursa olsun, hangi zihniyette, anlayışta olursa olsun, mühim olan iyiliklerle yad edilmiş olmalarıdır…

Eğer kötülükleriyle ve nefretleriyle, şaibeleriyle adları dillere destan(!) ise ister başları göğe değsin, ister tüm güç kendilerinde olsun; onlar daima yeniktir, mağluptur ve hezimete mahkûmdur.

Ülkede güncelliğini koruyan olaylar bunlardan ibaret.

Ama daha önemli bir vaka da var ki; görmezden gelinmez.

O da ABD'nin 100 gün önce seçilen başkanı Hüseyin Barack Obama'nın Türkiye'ye gelme olayıdır.

Her şeyden evvel 100 günlük büyük bir devlet başkanının Türkiye'ye gelip Büyük Millet Meclisi'nden İslam dünyasına seslenmesi bana göre büyük bir ümit kaynağıdır.

Zira inancımıza göre Hz. İsa'ya inanan Hıristiyanlık dünyasının önemli bazı ruhaniyetleri eninde sonunda İslamiyet'le barışacaklar, İslam'ın yüce medeniyetine inanarak Hz. Muhammed'in şeriat hükümlerini büyük çapta kabullenme şerefine nail olacaklar.

Bu nedenle Sayın Obama'nın Türkiye'ye apar topar gelmesi inanan bir kesim için ve tüm İslam dünyası için bana göre müjdeleyici bir olaydır…

Zira yıllardan beri Türkiye, devlet politikası olarak çıkmazlara girmiş durumdadır…

Darbecilerin, cuntacıların, andıçça dayalı post moderncilerin karanlık günlerinden kendini bir türlü kurtaramayan bozuk bir siyaset hegemonyasıyla karşı karşıya kalan bir Türkiye...

Ve her seçim sathi mailinde liderlerin miting meydanlarında acımasızca ve insafsızca birbirine iftiralar atarak saldırmaları hiç kimsenin gözünden kaçmamaktadır…

Bu tür olumsuzluklar Milletin yediden yetmişine kadar hiç kimsenin dikkatinden kaçmamaktadır…

Hatta öyle bir hal almış ki, bu tür kavgalar seçim sürecinde başlamasına rağmen, seçim sonrasında da devam etmektedir.

Bulaşıcı bir hastalık gibi bu kez "liderler arasındaki" kavga seçmenler arasında vuku buluyor. İşte son günlerde bölgelerimizin birçok noktasında bu kavgalar yaşanmaktadır.

Netice itibariyle görünen odur ki, siyasetin temeline atılan bulaşıcı bir hastalık gibi bu tür olaylar toplumun vücuduna enjekte edilmiş birer tehlike unsurudur.

Bu seçimde yüzlerce insanın yaralanması, yirmiye yakın insanın da öldürülmesi.

Bu "fitnenin" ve bulaşıcı virüsün bir sonucudur.

Tüm bunlar devletin bünyesinde oluşa gelen antidemokratik, hukuk dışı, adil olmayan nedenlerdir.

Gerçekten devlet, adaletli bir biçimde demokratik ilkeler çerçevesinde, hukukun üstünlüğüne dayanarak ilke ve kurallar dahilinde seçimleri gerçekleştirirse böylesine kavgalar, ölümler söz konusu olamaz ve kanlar dökülmez…

Eğer gerçek adalete dayalı, hukukun üstünlüğü çerçevesinde yasalar gerçekleşirse halk da kendi devletine ve devlet adamlarına güvenir ve ülkenin her alanında genel bir barış ve kardeşlik söz konusu olur.

Ama heyhat!

Görünen manzara, oluşan olaylar hiç de bunu bize göstermiyor…

Görünen gerçek şudur ki, yıllar öncesinden başlayarak bugüne dek gelen ülkenin hal-i pür melali tümüyle hüzünlü tabloyla karşı karşıyadır.

Akıtılan kanlar, dökülen gözyaşları, söndürülen ocaklar, dul, yoksul ve yetimlerin "ah - u eninleri", "figanları" her gün arş-ı alaya çıkmaktadır.

İşsizlik var, aşsızlık var, yolsuzluk var, usulsüzlük var. Birçok kamu kuruluşlarının bünyesinde yapılan hukuk dışı antidemokratik mezalimler, halkı apayrı bir biçimde endişelendirmektedir…

Dik durmak, dürüst olmak, herkesin karı değildir.

Tek kelimeyle özetleyerek şunu diyebiliriz ki; insan temel hak ve özgürlüklerinin korunması ve gerçek manada adaletin tesisi ve uygulaması ancak ve ancak adaletin gerçekleşmesiyle söz konusu olabilir.

Mezalim ve adaletsizliklerle hiçbir zaman adalet gerçekleşemez.

Keza insan temel hak ve hukukları da yerine getirilemez.

Bilimsel olsun, tarihi gerçek olsun, hiçbir kavim, hiçbir toplum, hiçbir ülke ve hiçbir devlet, "Adaletin tatbiki için işkencelerle, mezalimlerle, hukuk dışı uygulamalarla adaletin gerçekleştirilmesi söz konusu olmaz."

Yani tek kelimeyle ifade edilirse; "Adaletsizlikle adalet gerçekleşemez"

Haksızlıkla "hak" alınamaz. Hukuk dışı uygulamalarla; hukuk tanzim edilemez.

Zira "Adil" kelimesi Allah'u Teala'nın gerçek bir sıfatı olarak yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim'de zikredilmektedir.

Adaletin gerçekleştirilmesi ve insan hukukunun korunması tümüyle adl-i ilahinin tatbiki ile söz konusudur.

O süzgeçten geçmelidir.

Yoksa adaletin ve hakkaniyetin gerçekleştirilmesi adaletsizlikle ve baskıcı sistemlerle ve acımasız uygulamalarla hiçbir zaman adalet tecelli edemez ve gerçekleşemez.

Zira bu eşyanın tabiatına aykırıdır.

Kuşkusuz olarak bilinmelidir ki, bir devletin temelinde ne idüğü belli olmayan karanlık kuruluşların, andıçların, Encümen-i Daniş'lerin gizli toplantılarında devleti sözde yönlendirmek için aldıkları hukuk dışı kararlarla o devleti payidar edemezler ve o ülkeyi de kurtarma yerine batırmaya mahkûm ederler.

Nitekim Türkiye'nin hali meydandadır…

Bakınız size dünkü Taraf Gazetesi'nden şöyle bir sürmanşet vereyim:

"Neşe Düzel ile konuşan Star'ın yazarı Şamil Tayyar şöyle diyor: ‘Yardımcısı Ajan Çıktı'

28 Şubat'ın aktörlerinden Aczmendi Tarikatı lideri Müslüm Gündüz'ün sağ kolu Ergenekon sanığı Levent Ersöz'ün haber elemanı imiş…"

İşte buyrun sevgili okurlar!

Türkiye yıllardan beri gizli ve karanlık kuruluş komitelerinin nasıl çemberine girmiştir ve sözüm ona bu tür insanlar kendilerini hep kurtarıcı, kahraman olarak lanse etmeye çalışan gruplardır.

Hedefledikleri gerçek milletle kavga etmek, milleti endişelendirmek, halkı dininden, inancından uzaklaştırmak ve kendilerini zaman zaman darbeleriyle bir korku aracı olarak halkın üzerine gösteren bu tür karanlık kuruluşlar daha ne zamana kadar Türkiye'nin başına musallat olacaklar?

Yazı şöyle devam ediyor:

"İKİ YIL ACZMENDİ GİBİ YAŞAMIŞ

İkinci Ergenekon iddianamesine göre, emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ün haber elemanı Yüksel Dilsiz, Aczmendi Tarikatı'na sızmış ve iki yıl boyunca dergâha giderek Müslüm Gündüz'ün yardımcılığına kadar yükselmiştir.

EV ARŞİV ÇIKTI

Ersöz'le ilişki kuran Dilsiz'in Bursa'daki evinde dev bir istihbarat arşivi ele geçti. Ersöz de ifadesinde Dilsiz'le çalıştığını itiraf etmişti."

İşte bakın can dostlar!

Şu Ersöz denilen kişi Emekli Jandarma Tuğgenerali'dir.

Geçenlerde de belirttiğimiz gibi bu emekli Tuğgeneral görev başında iken emekli Orgeneral Şener Eruygur'un emir komutası altında çalışıyordu.

Şırnak'ta, Cizre'de, Silopi'de ve Diyarbakır coğrafyasında yaptıkları acımasız faili meçhul olayların haddi hesabı yok…

Hem de bir ekip olarak ve bu ekibin başını da yine onun ser-askeri olarak bilinen ve komutası altında direktif alan, bir hafta evvel Kayseri Jandarma Alay Komutanlığı'nda yakalanıp getirilen ve şimdilik tutuklu olarak görülen Cemal Temizöz albay çekmiştir.

Seçim maratonu araya girince onun bu tutuklama hali unutuldu, gündem hemen değiştirildi ve güncel haber olarak geri plana atıldı.

Aslında tüm olayların çıbanbaşı ve ana kaynağı bu Albay Temizöz'dür. Onun dosyası derinden derine incelenirse bu yörede yapılan faili meçhul olayların birçokların gerçek yüzü berrak bir şekilde ortaya çıkacaktır.

İşte temennimiz, istek ve arzularımız kamuoyu adına şunu talep ediyoruz:

Ülkemizin refahı için, toplumumuzun kardeşçe yaşaması için, ülkenin badiresiz geleceği için mutlak surette devletin bu tür karanlık kuruluşlardan ve bu paralelde çalışan macera odaklarından kurtarılması gerekir.

Bağırsakları temizlenen temiz bir Türkiye için bu yapılmalıdır.

En derin saygılarımla.