HALK İÇİN DEVLET, ADALET İÇİN HUKUK!?

Evet, sevgili okurlar.
Dünkü Star Gazetesinde “İSKİLİPLİ ATIF HOCAYI ASTILAR SONRA EVİNİ TAŞLADILAR” başlıklı bir haber okudum.
Haberi okurken tüylerim diken-diken oldu.
Vicdanım titredi, kalbim rahatsızlandı; ama ne çare ki hani “elden bir şey gelmez” misali geçmişe yönelik bu memlekette devlet adına yapılan antidemokratik hukuksuzluk mezalimi ve insan haklarının çiğnenmesi gibi olaylar, memlekete karşı hazırlanan tuzaklar, komplo teorileri ve suikastlar gibi diz boyu kadar keyfe keder veren gayri ciddi uygulamalar.
Onun için bugünkü yazımıza başlık olarak koyduğumuz “HALK İÇİN DEVLET, ADALET İÇİN HUKUK!?” ifadesi çok anlamlı olsa gerek.
Anlamı şudur ki; eğer bir devlet halk için, halkın refahı için hizmet vermiyorsa bilakis halka rağmen kirli ideolojiler için haçlı batı devletlerinden ülkelerine yasalar ithal ediyorsa vay o devletin ve ülke ahalisinin haline.
Astığı astık, kestiği kestik.
Demezler mi, hani devlet halk için vardı?
Ama halkını öldürüyor, halkına işkence ediyor.
Hani adalet için hukuk vardı?
Ama bu ülkede hukukun “h” harfine bile rastlayamıyorsun.
Yalnız bugün değil, bunun başlangıcı cumhuriyetin kuruluşundan gelmektedir.
Tek parti despotizmine dayalı “şeflik ve dipçik” döneminden günümüze dek maalesef altı oklu rejim anlayışı ancak insanları figüre olarak kullanarak kanından, canından faydalanmak suretiyle kendi totalitarizmine dayalı uzun ömür biçme çabası olmuştur.
Ama unutmayalım ki küfür sistemleri devam eder, zulüm ve mezalim ideolojilerinin ömrü daima kısa olur.
Tıpkı bugünkü komşumuz olan Suriye’deki acımasız, baskıcı rejimin varlığı gibi.
Çağdaş dünya maalesef acımasız insanlık dışı, keyfi despotizme karşı susmayı tercih ediyor.
Hani Avrupa insan hakları beyannamesi, hani NATO, hani Birleşmiş Milletler nerede?
Heyhat hiçbirisi yok.
Megalomanyak, şuurunu ve benliğini kaybetmiş bir insan, maalesef Suriye’yi, Şam’ı Hama’yı, Humus’u ve Halep’i inim inim inletiyor.
Ama kimin için tüm bunlar?
İnanın ki Suriye halkı adına değildir.
Ancak kölesi, piyonu ve bir numara ajanı durumunda olan batı dünyasının, komünist Rusya’nın, Bolşevik siyonizmin namı hesabına bu katliamlar yapılmaktadır.
Onun için kat-i kanaatimiz şudur ki; artık Şam diyarına Deccal inmiştir, görevi olan yüksek çaplı katliamına başlamıştır, beklenen Hz. İsa ve Hz. Mehdi’nin Şam diyarına inmeleri bize göre an meselesidir.
Çünkü yeryüzü bu acımasızlığı, oluk oluk dökülen kanı kaldıramaz.
Titrer ve Allah’ın gayretine dokunmuştur, illaki bu deccaliyetin temsilcisi olan Esad Deccalının yok edilmesi için illaki ümmeti temsil eden gerçek İslam’ın ve onun temsilcisi durumunda Hz. İsa ile Hz. Mehdi’nin gelmesi gerekir.
Ölmezsek inşallah bunu göreceğiz.
Bizatihi Hz. İsa olmasa dahi onu temsilen adil bir hukuk realitesi oraya oturtulacaktır ve onu yok edecektir.
Evet, bugün Suriye manzarasını bundan yaklaşık yüz sene evvel Türkiye’miz de aynı manzarayı yaşamıştır.
Ve aynı despotizm Türkiye’mizin başından geçmişti.
Canlı şahit yakın tarihimizdir.

* * *

Bakınız, Star’da tüyler ürperten okuduğum İskilipli Atıf Hoca’nın idam edilme meselesini burada sizinle paylaşmadan geçemiyorum.
Ama kesinlikle yalnız İskilipli Atıf Hoca değil, o dönemdeki küfre ve ithal edilen kirli ideolojiye karşı direnen birçok ulema, meşaik ve ülkenin ileri gelenleri hepsi idam sehpasından geçirilmiştir, idam edilmeyenler de sürgün edilmişlerdir.
Yıllar yılı işkence, hapis ve idamsız ölümler gibi neler neler…
Onun için diyoruz ki, halk için devlet ama hangi devlet?
Gerçek halkı temsil eden devlet.. Ama derin devlet değil.
Ergenekon madrabazlığına dayalı sözde devleti temsil edenler değil, darbeci vesayetçi batı çalışma grubundan ibaret olan cuntacı Kemalist veya Atatürkçü geçinen sahtekâr silsilesinden birçok sahtekâr, yalancı kahraman silsilesinden ibaret olmayan bir devlet, yani milli devlet.
Böyle olunca o zaman halkı asma kesme yerine, sömürme yerine halka hizmet çabasıyla gelen bir devlet olur.
Adalet, aynı keyfe mayeşa altı oklu bir rejimin, milletin başına bela ettikleri sözde yargı ve hukuk temsilcileri Abdullah Gül’ün devlet başkanlığına seçilmemesi için Meclis’te 367 sayısını farz kılan kirli bir anlayışın temsilcisi olmamalıydı.
Halkına karşı komplo teorileri hazırlayıp; iftira, yalan ve sahtekârlıklarla dopdolu fişleme raporlarıyla değil, gerçek manada dünya hukuk literatürüne dayalı bir adalet, bir yargılama unsuru olmalıdır.
Bir zamanlar DGM mahkemeleri vardı bu memlekette; ama mücadele etme bahanesiyle devlete büyük masraf, büyük maliyet getiren bu mahkemeler; ama heyhat bu mahkemeler teröre karşı bir caydırıcılık unsurunu kaydedemediler.
Şimdi DGM yok ama özel mahkemeler var, özel görevlendirilmiş savcılar var.
Onlar her ne kadar görünümde halka ve hukuka dayalı hizmet vermek için çalışıyorlar ise de bize göre bu olay tam gerçeği yansıtmamaktadır.
Zira üç dört seneden beri Ergenekon terörüyle ve Balyoz gibi devletin başına bela olan daha nice kirlenmelerle mücadele edildiği görünümü veriliyor ise de; fakat buna da ben şahsen inanmıyorum.
Hukuka dayalı bir adalet şekli, yargılama usulü kamuoyuna karşı açık olmalıdır, şeffaf olmalıdır.
Fakat “görünen köy kılavuz istemez” misali bu hiç şeffaf değildir.
Örneğin; yıllar öncesinde bu memlekette yapılan faili meçhul cinayetler, halka karşı yapılan ihanetler, işkenceler, rüşvetler, yalandan ibaret fişlemeler sözüm ona rapor deniliyor.
Devletin dibini oyanlara karşı yapılan mücadeleler (!) gibi göstermelik ifadeler geçerli oluyor görünümde; ama hakkını arayanların şikâyet dilekçeleri veya bu tür sahtekârların aleyhinde tanıklık yapan vatandaşların tanıklıkları geçerli olmuyor.
Ne varki; o suç işleyen Balyozcu ve Ergenekoncu anlayışların istek ve arzuları harfiyen yerine getiriliyor.
Havadan cıvadan istedikleri tanıkları Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi onları dinleme takdirini kendinde buluyor; ama şahsen benim gibi yıllar yılı bu insanlar tarafından özellikle Cemal Temizöz tarafından hakkımızdaki yapılan fişlemeler, tutuklamalar ve bizi beraat eden mahkeme heyetlerini kirli anlayışla fişlemiş, suçlama getirmiş ve mağdur etmiş olduğu halde bugün rahatlıkla yargılama esnasında bülbül gibi öterek yalan dolan ifadelerle, belgeler mahkemeye sunarak; ben diyor devletin dibini oyanlarla mücadele ederken maalesef bugün ben yargılanıyorum diyor.
Sahte genelgeleri savunma adı altında kullanarak mahkemeyi etki altına almaya çalışıyor.
Bunun için diyoruz ki; bu işe ayrılan özel mahkemeler ve özel savcılar geçmişe yönelik DGM’lerin durumuna düşmemeleri gerekir.
Evet, başınızı fazla ağrıtmayalım.
Yazı başlığı olan “HALK İÇİN DEVLET, ADALET İÇİN HUKUK” ifadesini hep tekrarlıyorum, vurguluyorum ve siz değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum.
Devletler ihtilafçıların, istilacıların, zorbacıların himayesiyle devlet olabilme vasfına sahip olamaz.
Adalet de hukuksuz adalet olamaz, velev ki şekli olsa da.
Evet, İskilipli Atıf Hocadan bahsettik.
İskilipli Atıf Hoca, tek parti döneminde cumhuriyet ve devrim ilkelerine aykırı gittiği adı altında bu büyük İslam alimi idam edildi.
İstiklal şairimizin banisi Mehmet Akif Ersoy, Mısır’a kaçarak ancak canını kurtardı.
Şeyh Sait ve bu bölgenin ne kadar ileri gelen alim, meşaik ve aşiret büyükleri bir gecede Diyarbakır’ın Dağkapı meydanında idam edildiler.
1926’da Van’ın Erek dağlarından Jandarma marifetiyle eli kolu kelepçelenerek Erzurum güzergâhı üzerinden Burdur’a, Isparta’ya sürdürülen Bediüzzaman Hazretleri gibi insanların suçu Müslüman olmaları ve birer İslam uleması kisvesini, simgesini taşıdıkları içindir.
Tıpkı bugün Esad ailesinin Suriye Müslümanlarına yaptıkları mezalim gibi.
“ATIF HOCAYI ASTILAR SONRA EVİNİ TAŞLADILAR” başlıklı habere gelince. Haber şöyledir;
“İstiklal mahkemelerinde idam edilen İskilipli Atıf Hoca’nın torunu Faruk İmal şöyle diyor; idamdan sonra eşi ve 14 yaşındaki kızı sürgün edildiler, İstanbul’da polis gözetiminde baskı ve taciz gördü.
Kızı bir süre sonra akli dengesini kaybetti, yokluk içinde can verdi”
İşte bu büyük insanın suçu cumhuriyetin kuruluşundan iki sene önce “şapka kanunu” hakkında yazdığı risale idi”
Devrim kanunlarına aykırı adı altında tek parti anlayışıyla memleketi yerinden oynattılar.
Demek, gerçek devlet değil derin devletin işlemekte olduğu bir dönemdi.
“Şapka kanunundan önce yazdığı kitap nedeniyle tek parti döneminde idam edilen Atıf Hocanın kızı ve eşinin yaşadığı İstanbul’daki evi polis gözetimindeyken her gece taşlanmış.
İşte buyurun fasulyenin faydalarına.
Demek ki, o günkü devlet halkına hizmet veren devlet değildi, tek parti “şeflik ve dipçik” döneminin derin devletiydi.
İşte biz de diyoruz ki, halkına hizmet veren devlet, hukuka dayalı adaletli olsun.
Bunun da olabilmesi için adaletin, yargılamanın şeffaf olması gerekir.
Tek yönüyle gizlilik içerisinde değil kamuoyuna açık olması lazım.
En derin saygılarımla.