HALK İÇİN DEVLET, ADALET İÇİN HUKUK!? (6)

Evet, sevgili okurlar.
Ülkeleri özellikle Ortadoğu, daha doğrusu İslam ülkelerini yönetenler her nedense genellikle halaskâr gazi unvanını alırlar, yani kurtarıcı kahraman unvanını alırlar.
Öylesine kendi postlarını kıymetlendirirler ki, hep toplumun pazarında pahası biçilmez şekilde “postlarını” satışa çıkarıyorlar.
Ama sonunda foyaları ortaya çıkıyor ki kocaman büyük harfle yazılırsa karşımıza bir “HİÇ” olarak çıkıyorlar.
Balon mu balon.
Dün İstanbul’daydım.
Elime çok satan “El-Hayat” isimli bir Arap gazetesi geçti.
Manşetten attığı cümle aynen şu:

“Suriye: Tas’idül katli yestenzifül hil’lel Arabiya”
Yani Suriye’de yükselen katliamlar Arap Birliği’nin çözülmesine neden olur.
Suriye’ye gözlemci olarak BM’den giden bir heyetin başında bulunan Naşton isimli bir yabancı diyor ki: “İnne kuvvatel emni Suri’i katelet hilale hazeynil yevmeyn, ekserü min mietey şahsi, fima’i tebere esve’ül e’mai demevuyye”

Türkçesi..
Diyor ki;
“Ne yazık ki iki gün içerisinde gözlediğimiz olayların başında gelen en kötü Suriye hükümetinin karanlık uygulaması.. İki gün içinde 200 kişiden fazla insan öldürülmüştür.”
Bakınız,
Beşar El Esed itiraf ediyor. Diyor ki, “Ben şizofren hastasıyım, müptela bir deliyim.”

Düşünün, burada komşumuz olan Suriye memleketi yıllardan beri kendini kurtarıcı, kahraman, yeryüzünde emsali bulunmayan, sanki gökten zembille gelen bir lütufmuş gibi hep böyle kurtarıcı gösteren eski hava generali Hafız Esed bundan kırk yıl önce yüz binden fazla Suriye insanını katletmiş.
Bu kirli katliam, dökülen masum insanların kanı üzerine kendini pazarlamış ve hep kurtarıcı kahraman olarak göstermiştir.
Kendisinden sonra da veliaht olarak o milletin başına bela olan oğlu Beşar Esad getirilmiştir.
O babasından daha fazla kat be kat katliam yapıyor.
Yukarıda belirttiğim gibi, Suriye’yi incelemek üzere değişik ülkelerden murakaba heyeti gelmiş, iki gün içerisinde 200 insandan fazlası katledildiğinden bahsediliyor.
Türkiye hududuna 50 km uzaklıkta bir köy ablukaya alınmış ve tüm insanlarını öldürmüşler.

Evet, bunları yazarken yine ermiş bir şairin şu Arapça şiirini hatırladım.
Şair diyor ki;
“Ma tekelbün fi mahallin kad halesna min avahu
Hallefel mel’unu cevren vehve a’va min ebabu”
“Biz mahallemizde ölen bir itin havlamasından kurtulduk zannettik
Ama ne çare ki mel’un (Lanetli) öylesine kurnazdı ki arkasına bıraktığı yavru babasından fazlasıyla havlıyor.”
Tıpkı bugünkü baba ile oğul arasındaki benzetmeler gibi.
Her ne kadar yazımızın başlangıcı olarak Suriye halkı üzerine yağdırılan mezalim ve maddi katliamları yapanları hedefliyor isek de; ama kesinlikle yüz yıl içerisinde Türkiye’de de olup bitenler Suriye’den geri kalmamıştır.
Bugün her ne kadar insan hakları, demokrasi, Avrupa insan hakları sözleşmesi kılıfına bürünmüşse de; fakat cumhuriyetin ilk kuruluş günlerinde gerçek yakın tarihimize bakılırsa, olup bitenler bugünkü Suriye’nin manzarasından geride değildir.

Bakınız, sevgili dostlar.
Bir haftadan beri Türkiye’nin gündemini işgal eden Sarkozy’nin Fransa’sı sözde Ermeni katliamını meclisten onaylayarak geçirme şekli, deyim yerindeyse TBMM’sini iktidarıyla, muhalefetiyle heyecanlandırmıştır.
Yani her sene bu mevsimde, 24 Nisan 1915 tarihli vakanın yıl dönümü yaklaştıkça Türkiye kendini bir türlü suçluluk psikolojisinden kurtaramıyor.
Yani sanki zımni olarak hükmen itiraf edercesine, “Evet biz bu işi yaptık. Ama siz yazmayın, çizmeyin, onaylamayın. Ki Ermeniler şımarmasınlar ve üzerimize gelmesinler”
Böylesine psikolojik, hastalıklı bir havayı bilerek ya da bilmeyerek yaratma pozisyonuna giriyoruz.
Her sene olduğu gibi bu sene de Fransa hükümetine daha fazlasıyla yalvarma gibi tutum sergilenmektedir.
Ama ne çare ki, bu kez ne Fransa hükümetini ne de Sarkozy’yi ikna edemiyorlar..
Oysaki bu Ermeni olayı bugün değil 1908’den 1923’lere kadar yani cumhuriyetin kuruluşuna kadar Osmanlının son döneminde devletin başına geçen Saltanat ve Hilafeti alaşağı edip yerine İttihatçıların geçmesiyle Türkiye Osmanlı imparatorluğu yıkılıncaya kadar çok büyük yanlışlıklar yapılmış hem de devlet bünyesinde.
O yanlışlıklar, o ihanetlerin var olması bizatihi kendini gösteriyor ki Türkiye’yi gerçekten vatanperver Allah’tan korkan bir hükümet yok.
Olsa olsa münafık bir grubun eline geçmiş, münafıkça devleti yönlendirmişlerdir.
Sağa sola çalkalanan devlet ansızın kendini birinci dünya savaşının içinde gördü.
Savaşı kaybettikten sonra içimizdeki Doğu, Güneydoğu ve birçok Anadolu yörelerinde bulunan Ermeni vatandaşlar Rusya’dan, şuradan buradan gizli destek alıp oy birliğiyle gece gündüz çalışarak Türkiye insanına karşı çok kirli senaryolar tezgâhlamışlardır.
Hemen hemen her tarafta Ermeni milisleri Türk’ü, Kürdü demeden Müslüman olarak bilinen herkesi fırsat buldukça katliamına girmişlerdir.
Ta ki, 1923’te cumhuriyet kuruluncaya kadar…
Bu zafiyeti yaratan İttihat Terraki cemiyetinin iktidar üyeleri başta Enver, Mithat ve Cemal Paşalar dâhil olmak üzere adeta ihanet tuzakları kurmuşlardır.
Ama Allah yardım etmiş, büsbütün Türkiye gitmemiş ve bugün ayakta olma gururu içindedir..
Tabi,
Bu bir gerçektir ki, keşke gelip giden iktidarlar muhalefetleriyle beraber kükremiş bir sel gibi, bendini aşmış olsaydılar.
Bu ihanet şebekelerine karşı boyun eğip yalvarırcasına “etmeyin, eylemeyin” gibi pozisyona kendilerini sokmasaydılar.
Başı dik, alnı açık bir pozisyonda büyük bir ittifakla el birliği yapıp “biz sizi hiç tanımıyoruz, bir de böyle bir psikolojik uyduruk suç üzerine bahaneleri inşa etmeyin” deseydiler..
Tıpkı son olarak dün muhterem Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dediği gibi;
“Biz tarihimizle, kültürümüzle gurur duyuyoruz, iftihar ediyoruz”
Herhangi bir ağlama ve üzüntü pozisyona girmemiş olsaydılar.
Ama heyhat nerede?
Dünkü Taraf Gazetesinde Ahmet Altan’ın yazısını okurken, buradan sizlerin huzurunda Ahmet Altan’ı kutluyorum, tebrik ediyorum ve onunla gurur duyduğumuzu ifade etmek istiyorum.
İmanlı, inançlı, dürüst ve gerçekçi bir insan.
Fransa’nın bu tutumundan tut, Ergenekon’un, Susurluk’un, PKK ile Ergenekon terör örgütlerinin işbirlikçiliğine kadar her şeyi kaleme almıştır.
Biz burada ancak bir iki paragrafını sizinle dersi ibret olsun diye paylaşmadan geçemiyorum.
Sayın Altan aynen şöyle diyor;
“Aslında bu Sarkozy’nin saçmalığı başta AK Parti olmak üzere bütün partilerin pek işine geliyor.
Fransa’nın “soykırım yok demek yasaktır” diye yasa çıkarmaya hazırlanması bizim ülkenin ve siyasetin gündeminin başına oturuyor.
Partiler, bu saçmalıkla oyalanıyorlar, bizi de oyalıyorlar.
AK Parti Susurluk’ta ve Ergenekon’da frene bastı.
Galiba artık kendini “devlet” gibi gördüğünden devletin suçlarını açığa çıkarmaya çalışmaktan vazgeçti.
“Duruma hâkim olduğunu” sanıyor ve kendisi için en iyisinin de bugünkü koşulları devam ettirmek olduğuna inanıyor.
“Susurluk ve Ergenekon soruşturmalarını durdurmak isteyenlere AK Parti de katıldığı için bu iki soruşturma zor bela, türlü acayipliklerle ilerlemeye çabalıyor”
Evet, meslektaşımız değerli ve deneyimli kalem sahibi Ahmet Bey’in tespitine katılmamak elde değil.
Biz de zaman zaman bu köşeden bazı önemli ve tarihi gerçeklere dayalı tespitlerimizi aktarmaya çalışıyoruz.
Bakınız, burada yeni bir tespitimizi sizinle her zaman olduğu gibi paylaşalım.
ETÖ iddianamesinin ek klasörleri içinde yer alan ve 273 sayfalık bir rapor..
PKK-Ergenekon arasındaki derin bağlantıları gözler önüne seriyor.
Geçenlerde yine aynı konuyu kaleme almıştık.
Ama bugün biraz daha detayını sizlere aktaracağız.
Bakın raporun bu bölümünde neler deniliyor...
“Gizli tanık itirafçı ve sanıkların ifadeleri ile şüphelilerde ele geçirilen belgeler, Ergenekon’un PKK’yı nasıl kullandığını ortaya koyuyor.
Raporda Öcalan ve üst düzey örgüt mensuplarının Ergenekon ile bağlantıları da irdeleniyor.
GENÇ SUBAYLARIN YERLEŞTİRME PLANI
PKK’nın Ergenekon tarafından yönlendirildiğini gösteren en önemli delil, tutuklu sanıklardan Veli Küçük ve Ümit Oğuztan’ın evinde ele geçirilen panzehir isimli doküman. Bu belgeye göre ETÖ, Öcalan’ın tutukluluk halinden faydalanarak örgütü AB ve ABD hamiliğinden kurtarıp kendi emri altına sokmayı planlıyor.
Bunun için terör örgütü liderinin vereceği mesajların özel kuryelerle Kandile iletilmesi gerektiği belirtiliyor.
PKK’yı tamamen tasfiye etmek yerine başkanlık konseyine genç subayların yerleştirilmesi uygun görülüyor”
En derin saygılarımla.
Hayırlı Cumalar..