HALK İÇİN DEVLET, ADALET İÇİN HUKUK!? (8)

Evet, sevgili okurlar.
Bilindiği üzre dünyada mevcut tağuti düzenlerin varlığı demek, mutlak istibdat (acımasız zulüm) demektir.
Adı ne olursa olsun rejimlerin en kötüsü vesayetler altında hukuk dışı uygulanan rejimlerdir.
Artık evrensel dünya isimlere, güzel adlara aldanmamalıdır, makyajlı berrak rejimlere konulan kavramlar kötü uygulandığında daha tehlikeli oluyor.
Bakınız, Türkiye’mizin yanı sıra dünkü bir eyaletimiz durumunda olan ve bize 500 km gibi yakın bir mesafede bulunan Suriye’nin bugünkü haline.
Yıllardan beri o ülkede, inanan bir Müslüman topluluğu üzerine yapılan mezalimin adı de cumhuriyettir, krallık değildir.
Ama iktidardaki parti sosyalist baas partisidir, tümüyle partinin tüzüğüne bakıldığında Suriye toplumunu kurtarmak için var ola gelmiş kahraman (!) Esad ailesidir ve sözde kurtarıcıdırlar.
Amma velâkin dünya basını her gün bu rejimin ne kadar kanlı bir rejim olduğunu ne kadar acımasız bir yönetim olduğunu yazmaktan usanmıyor.
Dünkü Bugün gazetesinin manşetinde şöyle bir haber var.
“Suriye’de 10 bin ölü, 40 bin kayıp..”
Ürkütten bir haber..
Şöyle devam ediyor;
“Esed’in zulmü ile yaşanan dramatik durumu Suriye Müslüman Kardeşler örgütü siyasi büro şefi ve Suriye Ulusal Konseyi üyesi Muhammed Faruk Tayfur Bugün’e şunları anlattı.
Esed rejiminin siyasi bakımdan bittiğini sadece askeri güçle ayakta kalmaya çalıştığını belirtti.
Zulme karşı ayaklanmanın sivil başladığını ve sivil devam etmesini istediklerini vurguladı.
Direnişçilerin çok az bir kısmının sırf katliamları önlemek için silaha sarıldığını ifade etti”
Evet..
Bu haber Devletin sapık, batıl ve sosyalist bir rejimle icra ettiği uygulamaları altında bir milletin nasıl ezilip yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu açık ve net olarak bize bildirmektedir.
Demek ki, askeri vesayetler ülkelerin üzerine rol oynadıkları zaman o rejimin adı ne olursa olsun, o millet için tehlikeli, korkunç bir badiredir.
Yakın tarihimizin gerçeği tüm çıplaklığıyla ortadadır.
Bakınız, sevgili okurlar.
Cihan haber ajansının 25 Aralık 2009 tarihli dört sayfadan bir haberinin başlığı şöyle;
“MAYINLI ARAZİLERLE İLGİLİ ŞOK İDDİA”
Haber bir hayli uzun..
Ancak size burada bir iki başlık altında kıssadan hisse olarak özetleyip aktarmak istiyorum.
“Güneydoğu’da TSK bünyesinde yıllarca tercümanlık yapan Yıldırım Beğler Habur Sınır Kapısı’ndaki ölüm tarlalarını ilk kez açıklayarak Ergenekon savcılarını göreve çağırdı”
Haber eski ise de her zaman yenilik arz etmektedir; çünkü ülke hala da bu TSK’nın faili meçhul olaylarından ve vatandaşlar hakkında sahte, uydurma fişlemelerinden ve mayın tarlalarından kendini kurtaramamıştır.
Birçok kişinin kalorifer kazanlarında canlı yakıldığını ve bunlara şahit olduğunu savunan Beğler, bunun dışında özel kuvvetler tarafından infaz edilen yüzlerce kişinin atıldığı ve gömüldüğü yerleri ilk kez Cihan Haber Ajansı’na açıkladı.
Beğler, röportajın son bölümünde şöyle diyor;
“Faili meçhule kurban giden kayıp işadamları Halil Birlik ve Mehmet Bilgiç’in gömüldükleri yerin yanı sıra en az 200 cesedin gömüldüğü ve Hezil Çay’ına atıldığı dört ayrı noktayı anlattı”
“MAYIN DEĞİL CESET TARLASI: ATEŞ ALANI”
“Beğler’in iddialarına göre bölgede infaz edilenlerin gömüldüğü en büyük alan halk arasında mayınlı olarak bilinen ama temiz bir bölge.. Burası da yine 48’inci köprünün 500 metre berisinde Hezil Çayı ile Aktepe Askeri bölge arasında ateş alanı diye bilinen bir yer. Bu alanı herkes mayınlı bölge olarak bilir, ama biz buranın mayınlarını temizledik ve mayınlı bölge süsü verdik.
(Burada bir dere Hezil Çayı’nın devamı veya bir kolu var.)
Bu derenin 20-30 m üst kısmına da seksen doksan kişi gömülmüştür.
Adanalı A. Astsubay geceleri buraya çok kişi gömdü.
Yıldırım Beğler söz konusu bölgenin krokisini de kabataslak çizdi”

* * *

Evet, sevgili okurlar.
Yıldırım Beğler’in bu şok edici ifadelerinin paralelinde hiç uzağa gitmeden geçenlerde yakından tanıdığım bir arkadaşın bana söylediği yer…
Ergani’nin güneyinde bulunan 10 km uzaklıktaki bir köy… Ve o köyde karakol var..
Jandarma karakolu.
Evet, 1993’lü yıllardan 2000’li yıllara kadar o karakola getirilen insanlar üç beş gün işkence gördükten sonra sır gibi kayıp oluyorlarmış.
Köy mezarlığına yüzlerce cesedin gömüldüğü söyleniyor.
Ve o cesetlerin tümü o günün bölgede tehlike saçan JİTEM’in uyguladıkları keyfi ve yasadışı mezalimine aitmiş..
Tabi bunlar, o bölgedeki insanlar arasındaki “söylenti”..
İddialar ne kadar doğru, neden gerçek dışı bilemem.
Ama ne demişler..
“Ateş olmayan yerden duman çıkmaz..”

* * *

Ve gelelim,
Size aktaracağım küpüre..
Küpür olarak size sunmak istediğimiz bu yazı 4 ila 8 Haziran 1998 tarihli..
Diyarbakır’da JİTEM’in bir numaralı komutanı olan Cemal Temizöz’ün ve DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakar ile 7. Kolordu Komutanlığı bünyesinde Diyarbakır Söz Gazetesi ailesi hakkında gerçekleştirilen iğrençlik levhası.
Düşünün, sevgili okurlar.
O günden bugüne kadar derin yapının bir kolu olan JİTEM ile PKK’nın ne kadar işbirliği içinde olduğunun kanıtlayıcı bir delilidir.
Sözde ERNK’nın mührünü taşıyan belge.
Bu belge, geçenlerde de size sunduğumuz gibi Cemal Temizöz’ün marifetleriyle ve diktesiyle itirafçı Nizamettin Özturan’ın eliyle kaleme alınmıştır..
Ama adaletin araştırmaları neticesinde sahteciliği ortaya çıkan belgenin yazarı PKK itirafçısı Nizamettin Özturan’ın yazdıkları elin başparmağı her nedense sonradan kesilmiş.
Şimdi Bitlis’in Adilcevaz ilçesinde bir resmi dairede çalışan Özturan’ın bu yazıyı yazan başparmağı kesik..
Zira savcılığın bu yazıyı yazanların kimler olduğunu ortaya çıkarmak üzere inceleme başlatmıştı.
Belge adli tıp kurumuna gönderilmiş ve incelenme neticesinde parmağın Özturan’a ait olduğu ortaya çıkmış ise de sonradan müspet delili ortadan kaldırmak için parmağı kesilmiştir.
İşte Türkiye’deki oynanan karanlık oyunlar.
Daha bu memleketi nereye götürecek?
İşte bu yazıyı yazan parmak müspet delili ortadan kaldırmak için kestirilmiştir.
Eğer bünyesinde karanlığı, vesayeti, dayatmayı, despotizmi taşıyan rejimler adı ne olursa olsun, hiçbir zaman demokrasiye bağlı ve demokratik, hukuk devleti ilkeleriyle işlev gören bir rejim olamaz.
Olsa olsa;
Hukuk dışı mezalimdir ve statükocu rejimdir..
Yıllardan beri gelen giden hükümetler, bir türlü altı oklu rejimin bünyesinde yeşerttiği ve gittikçe büyüterek yaygınlaştırdığı pislikler ülke insanının başına hep bela olmuştur.
Fuhuş, mafya, uyuşturucu çeteleri maalesef özellikle İstanbul’da, İzmir’de ve diğer bazı büyük illerimizde kol gezmektedir.
Masum, yoksul birçok Anadolu, özellikle köylerden şehirlere akın eden fakir ailelerin kızları olsun erkek çocukları olsun onları kaçırıp birer tane militan olarak bu çetelerin bünyesinde köle şeklinde para karşılığında kullanmaktadırlar.
Ama maalesef bir türlü polis, bunların köküne her nedense inemiyor.
Dünkü Haber Türk Gazetesi’nin 21. sayfasında şöyle büyük puntoyla yazılmış bir haber okudum;
“FUHUŞ ÇETESİ POLİS MÜDÜRÜ ARACINA MASAJ KARTI ATTI”
Gerçekten haber çok önemli ve çok dikkat çekici, vicdanları titreten bir haber…
“İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı’nın sivil makam aracının camından içeri atılan “masaj salonu kartviziti” büyük bir fuhuş operasyonuna neden oldu.
Yedi ayrı masaj salonu basılırken, 19 masöz fuhuş yaptıkları belirlenerek gözaltına alındı.
Daha önce bu salonlara düzenlenen baskınlarda ise polise verilen 4 bin TL rüşvetle haberdar olunduğu ortaya çıktı”
Bir de olayın daha ibretlik yüzü polisin de o işin içinde olduğunu gösteren tablo.
Mali polisin yedi ayrı mekana eş zamanlı yaptığı baskın sırasında rüşvet alan altı polis memuru da masaj salonunda yakalandı.
Bakınız, sevgili okurlar.
Biz hep yazıyoruz, çiziyoruz, hep anlatıyoruz; ama yaptığımız tüm çabalar kendimiz için değil, kamuoyunu aydınlatmak ve Türkiye gerçeklerini insanlarımıza aktarmak için yazıyoruz.

* * *

Evet, sevgili okurlar.
Gerçekten ibret verici olaylar Türkiye’de yaşanıyor.
Keşke her zaman Türkiye genelinde polis böyle ibretlik olayların üzerine gidebilse ve bu tür derin kirlenmeleri ortaya çıkarabilse..
İnanın ki Türkiye o zaman çok rahat eder, şunu da unutmayalım ki, bu kangrenleşmiş yara bugüne münhasır değildir.
Geçmişe yönelik gelip giden rantiyeciliğe dayalı iktidarların ve kirli anlayışların gölgesinde oluşa gelmiştir ve hala da devam etmektedir.
Ama inanıyoruz ki, İstanbul Valisi Sayın Hüseyin Avni Mutlu ile Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’ın inanılmaz sonsuz çabaları derin yapıları ortaya çıkaracaktır.
Diyarbakır’ımızda da aldığımız çok önemli duyumlara göre zengin bazı işadamlarının bünyelerinde barındırdıkları çeteleri kullanarak fakir ailelerin kızlarını ve erkek çocuklarını kaçırıp İstanbul’da gerek fuhuş ve gerekse uyuşturucu çete sektörüne satmaktadırlar, satmakla büyük çaplı para kazanmaktadırlar.
Onun için her ne olursa olsun, Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın beslediği misyonuna uygun olarak önemli bazı devlet birimlerini hızlı bir şekilde görevlendirerek bu olayların kökünün kazılacağına inanıyoruz ve inancımız sonsuzdur.
Nitekim “Görünen köy kılavuz istemez” misali, olayları gösteren ülke çapında tablolar orta yerde.
Nitekim iktidar partisinin özellikle İçişleri Bakanlığı’nın bize göre yapması gereken ilk iş bu mafya çetelerinin üzerine gidip bunları deşifre etmesidir.
Zira biz de bu alanda medya grubu olarak olayların takipçisi olacağız.
İnanın, söylediklerimiz devede kulak bile değil, birçok alanda bu kirlenmeler söz konusu.
Daha neler yok ki.
En derin saygılarımla.