HALK İÇİN DEVLET, ADALET İÇİN HUKUK!? (9)

Evet, sevgili okurlar.
Malumunuz üzre gerçekten Türkiye büyük bir ahlak buhranı geçiriyor.
Ülkemizin doğusuyla batısıyla, Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Acemiyle tarih boyu büyük bir birliktelik içerisinde yürürken ne oldu da ansızın çok kısa bir süreç içerisinde “benlik” kaybına uğradı.
Yani bir asırlık geçmiş içerisinde toplumsal ciddi bir ahlak dejenerasyonu geçirmekte..
Yanlış, yalaka, çıkarcı, kişisel rantı her şeyin üstünde tutan ve kendini hep ön planda görmek isteyen yoz beyinli anlayışlar maalesef ülkeyi bu hale getirdi.
Ülkeye ve topluma hegemonyasını sürdürmek için ha bire, “topluma” ahlak-i kayıplar yaşatmaktadır.
Müslüman bir ülke olarak bu hale mi düşecektik?
Bir şey diyemiyoruz; ancak günlük medyanın ister yazılı ister görsel olsun sayfa ve ekranlarına taşıdığı değişik haberler, olaylar ve skandallar zinciri “her şeyi” alenice ifade ediyor.
Ne yazık ki; tablo hakikaten insanı rencide etmektedir.
Der demez insan bir arayış içine girmek istiyor ise de maalesef aradıklarını bulamıyor.
Her ne kadar anayasamız, yasalarımız, kanun koyucu devletin üç ana erkini oluşturan “yasama-yürütme-yargı” sistemleri adeta büyük bir boşluk içerisinde depelenip duruyor.
Her gün büyük bir dejenerasyon içerisinde kıvranıp duran Türkiye nereye gidiyor acaba?
İnsanlar bu düşünceden ve kendine bu soruyu sormaktan alıkoyamıyor.
Gerçekten her sokak başına bakıyorsun, camiiler var, minareler var, diyanet var, vaizlerimiz var, imamlar var, ilahiyatlar var…
İnsanları doğru yola irşat eden bunca yapı ve oluşumlara rağmen heyhat ülke aradığı hedefine bir türlü ulaşamıyor, o da boş demek ki.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.
27 Aralık 2011’de Söz Gazetemizin manşetinde yan yana konulan iki cinayet haberi.
Gerçekten insan bu iki cinayet haberini okuduğu zaman vicdanen, ruhen sarsılmaktan kendini tutamıyor.
Evet, birinci haber şöyle;
“ÇIRAĞIN VAHŞETİ”
İkinci haber;
“POLİSE SALDIRI, 1 POLİS ŞEHİT”
“Çırağın Vahşeti” olarak yazılan birinci haber ;
“Kuyumcu Hacı Şeyhmus Ödoğlu evladı gibi sahiplendiği çırağı tarafından kafasından silahla vurularak öldürüldü.
Yanına yüklü miktarda altın alarak kayıplara karıştı”
Evet, gencecik orta halli bir esnaf, bereket gelsin diye sabah namazından sonra gidip dükkânı açarken, gencecik yaşta ecel felaketi onu yakalıyor.
Hem de kendi eliyle büyüttüğü ve yetiştirdiği, yıllardan beri dükkânda çalıştırdığı bir kişi tarafından.
Tabancanın namlusuna ses vermesin diye susturucu takarak öldürdüğü patronunun dükkânındaki büyük çaplı altın servetini de bir de namlusundan çıkan kovanı da alıp kaçıyor ve yakalanmıyor.
Bismil’deki polis katili olan terörist ise o da silahı ve bindiği arabayla beraber kaçabiliyor.
Biri Bismil’de biri de Diyarbakır merkezinde, dehşet veren iki olay.
Gerek gencecik yaşta çoluk çocuk sahibi olan kuyumcu Şeyhmus, gerek polis memuru kardeşimiz Zafer Sayil.
Her ne olursa olsun.
İki ailenin başına getirilen büyük bir musibet, herkesi ama herkesi kalpten dağlamıştır.
Bize göre tabii ki olay her şeyden evvel katil ve cinayet pisliği yaratan bir olaydır.
Fakat aslına bakarsanız, bu tür olayların önünü alamayan ve gittikçe çoğalan suç ve suçluların toplumun bünyesinde oluşa gelen bu hal, o an için akıtılan masum insanların kanı ne kadar ağırsa, bu cerimeleri ve cinayetleri önleyemeyen sistemin ve altı oklu rejimin anlayışı da o kadar ağırdır ve acıdır.
Çünkü fıtrat ve yaradılış kanunu gereği devletlerin temel felsefesi; halkın emniyet, asayiş ve huzurunun sağlanmasıdır.
Başlıca görevidir.
Eğer bu faktör ve bu anlayış ülkede gerçekleşemiyorsa veya gerçekleştirilmiyorsa, demek ki devletin bünyesinde gayriciddî bir anlayış varlığı söz konusudur.
Keyfilik var, inançsızlık var, ceberruti bir hal var.
Zira kim ne yapıyorsa yanına kar kalıyor, düşüncesiyle hiç düşünülmeden, gözünü kırpmadan kişiler bu tür cinayetleri işliyor.
Onun için bakıyoruz ülkemizde ve Ortadoğu’nun birçok ülkesinde ne hazindir ki insan kanına değer verilmemektedir.
Aile dramını hiç kimse umursamıyor.
Öldürülen insanların arkasında kalan gencecik eş ve onun yanı sıra iki üç tane küçük çocuk, bunların ahu figanlarının göklerin en üst tabakasına yükselmesi, inanıyoruz ki seher vaktindeki atılan beddua okları bu işi önlemeyenleri hedef alacaktır.
Nitekim hali âlem meydanda...
Terör belasından, mafya, uyuşturucu ve fuhuş çetesinden faiz ve tefecilik unsurlarından bir türlü kendini arındıramıyor Türkiye.
Bakalım akıbetimiz ne olacak?
Bu nedenle dokuz günden beri sohbetimize başlık olarak koyduğumuz “HALK İÇİN DEVLET, ADALET İÇİN HUKUK” kavramı çok önemlidir ve çok manalıdır.
Ama ne çare ki, “kime ne” misali..
Diyebiliriz ki tağuti düzenin altında yatan kirli putçuluk ve karanlık kurulların anlayışı Türkiye’nin gelişmesine ve toparlanmasına engel teşkil ediyor.
Bu rantiyeci anlayışı ortadan kaldırıp, kökten yok edilmesine rıza göstermiyorlar.
AK parti ne yapsın, bu durumda cumhurbaşkanı ne yapsın, başbakan ne yapsın, TBMM ne yapabilir?
Çünkü hâkimiyet ve hegemonya kanunların uygulanmasıyla değil güçlüden yana işlem görmektedir.
Bu nedenle Üstat Bediüzzaman Hazretleri “Münazarat” isimli eserinin başına başlık olarak şöyle bir ifade kullanmaktadır.
Bize dersi ibret olsun diye, siz değerli okurlarımızla paylaşmak istiyorum.
“Azametli, bahtsız bir kıt’anın;
Şanlı, talihsiz bir devletin;
Değerli, ama sahipsiz bir kavmin reçetesi;
İttiba’i Kuran’dır, Kuran’a tabi olmaktır, ona sarılmaktır ve İttihadı İslam’dır.
Bunlar olmadıkları zaman hiçbir zaman İslam ümmeti toplumsal emniyet, huzur ve mutluluğu yakalayamaz.
Büyük Asya kıtasının şanlı talihsiz bir devletin; hilafeti İslamiye’yi bünyesinde barındıran bir Osmanlı devletinin, değerli sahipsiz bir kavmin yani bu paralelde değerli ama sahipsiz bir ümmetin reçetesi İttiba’i Kuran’dır veya İttihadı İslam’dır.

* * *

Evet, sevgili okurlar.
Anlatmak istediğim üstadın bu manalı kavramı yüz beş sene evvel Üstat Bediüzzaman Kürdistan’da Kürt aşiretleriyle konuşurken, genelleme olarak tüm İslam dünyasını uyardığı gibi özellikle Osmanlı’yı da uyarmıştır.
Özellikle Kürtlerin geleceği için beklenen fecri sadık olan nurlu yeni doğan bir İslam şafağının doğmasıyla ilgilidir.
Bu gerçek toplumların varlığı için, lazım ile melzumun birbirinden ayrı yaşayamadığı gibi İslam ümmeti anılan o Kur’an gerçeği dışında da yaşayamaz.
Zulüm, istibdat, acımasız terör, baskıcı hegemonya daha ne zamana kadar bu ülkenin başına bela olacaktır.
Memlekette cinayet serileri o biçim.
Kuyumcuyu öldüren çırak, kesinlikle münferit rasgele bireysel bir olay değildir.
Onun arkasında ve onu tetikleyen mutlaka bir gücün varlığı söz konusudur.
Bu işin derinine gidilirse inanın bu da terör odaklarına dayanıyor.
Peki, şirin ve tatlı bu kentimiz böyle yoz beyinlerin ve acımasız haydutların hegemonyasında mı kalacaktır?

* * *

Üstat Bediüzzaman hazretlerinin eski Said anlayışıyla bize şöyle bir anlayışı anlatıyor.
Evet, “Milleti İslamiyenin (İslam topluluğunun) sebebi mucibesi yalnız ve yalnız Hakayık-ı İslamiye ile olabilir. (İslamla olabilir)
Ve Hayat-ı içtimaiyesi (toplumsal yaşam) ve saadeti dünyevisi (mutluluk saadeti) Hürriyet-i İslamiye ile olabilir”
Yoksa adalet mahvolur, emniyet zehru zuber olur, ahlaksızlık pis hasletlerle ğalebe eder.
En derin saygı ve sevgilerimle.