HEDEF İSTİHDAM MI!!! YOKSA…

Evet sevgili SÖZ okurları ve dost Diyarbakırlı hemşehrilerimiz!

Bilindiği üzere, hayatta devletlerin temel görevleri halkına hizmettir, halkının emrinde çalışmaktır.

Nitekim Büyük İslam peygamberi ve Beşeriyetin yegane kurtarıcısı Hz. Muhammed (S.A.V.) şöyle büyük bir düsturu bize öğütlemiştir:

"Seyyidül kavmi hadi-muhum"

"Toplumların başları, onların hizmetkarlarıdır."

Evet..

Bu büyük düstura dayanarak yola çıkarsak toplumsal olarak hedeflerimize kesinlikle ulaşabiliriz.

Ama tam tersine düşünülürse; ki bugüne kadar hukukun üstünlüğüne inanan demokratik bir Türkiye'de(!) gelen-giden iktidarlar söylediklerinin yanlış değilsem tam tersini yapmışlardır.

Nitekim hali alem meydanda!

Böyle olmamış olsaydı bugün Türkiyemiz küçük bir ABD olacaktı.

Elbette ki gönül bunu ister.. Kamuoyunun istek ve arzusu da bu paraleldedir.

SÖZ Gazetesi'nin dünkü nüshasının sürmanşetine atılan ifadeyi biz de bugün köşe sohbetimize başlık olarak kullandık.

Bilindiği gibi önceki gün Tarım ve Köyişleri Bakanı hemşerimiz saygıdeğer Mehmet Mehdi Eker ile bazı milletvekilleri Diyarbakır'a geldiler.

Özellikle sayın Eker, GAP Eylem Planı için 963 milyon YTL ek bütçe ayrıldığını belirtirken, Diyarbakır merkezde 1100, Bismil, Silvan ve Ergani ilçelerinde de 900 kişi olmak üzere, toplam 2000 işsiz insanın istihdam eğitiminden geçirileceğini açıklamıştı.

Bu paralelde Diyarbakır'ın çevre yolunun ilk basamağına start vermişti.

Sevgili dostlar!

Elbette ki bu çok sevindirici bir haber.. Ümit verici bir eylem, bizi ve tüm Diyarbakır halkını, hatta bölge halkını sevindiren bir hizmet çalışması.

Görünen odur ki, sayın Bakanımız bakanlığının makamını halkına bir hizmet mekanı olarak düşünmektedir ve ona göre adım atıyor.

Amma velakin "Dost acı söyler" misali biz gazeteciler olarak her yönüyle olaylara bakmakla mükellefiz.

Yani negatifiyle, pozitifiyle, gerçeğiyle, gerçek olmayanı da, bir bütün olarak düşünerek hüküm veriyoruz.

Ve böylece düşüncemizi ortaya koyuyoruz..

İster yanlış olsun, isterse gerçek olsun, kamuoyunu böylece gerçeklere doğru yönlendirmeye çalışıyoruz.

Siyasilerimizin söyledikleriyle yaptıkları zaman zaman aynı çıkmıyor.

Bazen söyledikleri hep çelişkilere maruz kalıyor, kendilerini çelişkilerden kurtaramıyorlar bir türlü.

Bunu burda derken, tabi elbette ki yalnız sevgili Bakanımızı kastetmiyoruz.

Bu, politikanın ve politikacının bir kader tecellisi mi oluyor acaba?

Sayın Bakan, Diyarbakır milletvekili İhsan Arslan bey ve İl Valimiz ile birlikte fotoğrafta görüldüğü gibi istihdam maksadıyla Diyarbakır Çevre Yolu inşaatının temelini atmışlardır.

Yalnız madalyonun öbür tarafına bakıldığında Diyarbakır'ımızın büyük bir işsizlik potansiyeli ile karşı karşıya kaldığı herkesin malumudur.

Nitekim; bugünkü Söz Gazetesi'nin "manşet" haberi.. Diyarbakır'daki "işsizliğin" korkunç resmini vermektedir.

Son iki ay içerisinde bin kişinin işine son verildi. Resmi kayıtlara göre; 50 bin işsiz var.

Herkes kendi çapına göre iş bulma, iş arama arayışı içerisinde canhiraşane çalışmaktadır.

İnşaat sektörü Diyarbakır'da gün gittikçe krizlere rağmen açılıyor.

Bu hoş bir olay. Ümit verici bir gerçek.

Amma velakin iş bularak inşaatlara Dicle ırmağından kum taşıyan kamyon şoförlerinin haline bir baksalar.. Bir de bi dinleseler yetkililer.. Bir ah yerine bin ah işitecekler.

İnanıyorum ki kamyon şoförlerinin onlara söyleyebileceği tek kelime şu olacaktır:

"Beyler! Bu ne turşu, bu ne lahana bu ne perhiz!"

Bir yandan istihdam diyorsunuz, yol yapıyorsunuz, işsizlik ve aşsızlığı ortadan kaldırmaya çalışıyorsunuz.

Öbür yandan yolun kenarında gizlenen trafik ekipleri..

"Acaba hangi kamyonun beş yüz kilogramı fazla olur da, 2500 YTL ceza kesebilirim de devlet kazansın(!)" diyor...

Evet!

Bu söylediklerimiz abartı değildir. Konuşan belgedir, polis ve jandarma eliyle kesilen ceza makbuzlarıdır.

Bu yörede, Diyarbakır'da, bu işsizlik zamanında iş yapmak isteyen insanlara bu baskıcı uygulama mezalim değil de nedir?

Bir yandan istihdam yaratmayı düşünen hükümet, öbür yandan da isdihdama hazırlanan vatandaşları azminden ve hizmetinden alıkoyan çabalar…

Biz bu olumsuzlukları üç sene önce, yani Diyarbakır eski Valisi Efkan Ala zamanında da yazdık ve geçici de olsa biraz önlendi.. Ama o zaman polis trafiği değil, jandarmaydı.

Tali yollara giriyordu.. Yani köy yollarına giriyordu, gelen kamyonlara "Yükün fazladır" diye 2.5 milyar lira ceza kesiyorlardı.

Bunu basın olarak görüntüledik ve manşetlerimize taşıdık. O günün Jandarma yetkililerinin hoşuna gitmedi diye hakkımızda savcılığa suç duyurusunda bulundular ise de, ne çare ki başaramadılar.

Zira elimizde bugünkü gibi kanıtlayıcı belge vardı, görüntüler vardı. Konuşan hakikatti ve halktı.

Savcılık takipsizlik kararı verdi..

Bu durum muvacehesinde bugün yine maalesef Diyarbakırımızda aynı uygulamalar yapılıyor.

Yani eski tas eski hamam.

Oysa ki bu halkımızın bu tür baskıcı olumsuzluklarla karşı karşıya kalmaması lazım.

Bu insanlar iş arıyor, istihdam istiyor, ama böyle olumsuzluklarla karşılaşınca hayal kırıklığına uğruyor.

Evet saygıdeğer okurlarımız!

Kimse kusura bakmasın, az da olsa biraz zülfüyare dokunmak istiyoruz burda.

Zira Türkiye demokratik, hukukun üstünlüğüne inanan bir hukuk devleti olma hasebiyle..

Pozitifiyle negatifiyle olayların üzerine gidip gerçekleri görmek zorundayız..

***

Bakınız sevgili okurlar..

Yargıtay eski Onursal Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk'un "Zorba Devletten Hukukun Üstünlüğüne" adlı kitabının başlangıcında yazdığı şöyle bir öyküyü sizinle paylaşmak istiyorum.

"İnsanlık tarihi, bir bakıma yabancılaşmayı yaratmanın ve ondan kurtulmanın tarihidir. Konfüçyüs'ün başından geçen bir öyküyü anlatmak istiyoruz.

Konfüçyüs öğrencileriyle birlikte Thai Dağı'nın eteklerinde gezinirken ağlayan bir kadın görür. Öğrencilerinden biri (Tze-Lu) kadına neden ağladığını sorar.

Kadın: Çok acı çekiyorum. Bu çevrede bir kaplan var. Önce kaynatamı parçalayıp yedi. Sonra kocamı, şimdi de oğlumu öldürdü, der.

Konfüçyüs söze karışır ve –Öyleyse niçin bir başka yere gitmiyorsun? diye sorar.

Kadın şu ilginç yanıtı verir: -Çünkü, burada insanlara baskı yapan bir devlet yok.

O zaman Bilge Konfüçyüs öğrencilerine şunları söyler:

-Kadıncağız haklı, çocuklarım. Baskı yapan devletler kaplanlardan daha korkunçtur. Bunu hiç unutmayınız.

Bir yüzyıl sonra dünyanın bir başka ucunda eski Yunandayız.

Zorba kral Nearkhos'a (ya da Diomedon'a) karşı ayaklanan Zenon yakalanmıştır. Suç ortaklarını söylemesi için bizzat kral işkence yapmaktadır. Söylence iki biçim almıştır zamanla. Bir görüşe göre, Zenon, konuşmamak için dişleriyle kopardığı kendi dilini zorba kralın yüzüne tükürmüştür. Bir başka görüşe göre ise, Zenon kulağına söyleyeceği hilesiyle zorba kralın yaklaştırdığı kulak kepçesini ısırıp koparmış, bunu kralın yüzüne tükürmüş, sonra da suç ortaklarının adlarını vermiştir. Hepsi de kralın en yakın dostlarıdır.

Paul Valery'nin ikinci görüşüne göre yorumu şudur: Her zorba yapayalnızdır. Çünkü ona ilk ihanet edenler daima en yakın dostlarıdır. Bu bir.

Her zorba, zorbalığın kısır döngüsünde kendi yarattığı zorbalığına ve kullandığı baskı tekniğine, eninde sonunda yenik düşmeye yargılıdır (mahkumdur). Bu iki.

Zenon, zorbaya hile yaparak daha derindeki bir doğruyu göstermiştir. O da şudur: Her zorbalık, kuşku ve aldatmacaya dayanır ve bunlarla beslenerek yaşar.

Bu üç.

Aradan ikibin yıldan çok zaman geçer. 14. Louis, ‘Devlet, işte bu benim' der ve ekler: ‘Tek kral, tek yasa, tek inanç'. Tevrat'taki canavar Leviathan, devlet olup çıkmıştır.

Evet ‘Tek kral, tek yasa, tek inanç'. Bu slogan, yüzyılımızın ilk yarısında milyonlarca cana mal olmuştur. Birey yine yapayalnızdır. Baskı tekniği, Konfüçyüs'ün kaplanlarına rahmet okutmuş, yüksek fırınlara/sabun makinelerine dönüşmüştür.

‘Tek biçimli insan' yaratma iddiasıyla boy gösteren totaliter/tümelci devletler acılar bırakarak tarihe gömülmüşlerdir."

Evet sevgili okurlar!

Bu bir kıssadan hisse olsa gerek.

Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna bile az.

Bu yeter de artar…

En derin saygılarımla…