HÜCUMDA ALLAH ALLAH, YAŞ’TA YALLAH YALLAH (4)

Dünden devam.
Şükür diyelim!
Çünkü 'ülkeyi' yıllardır kaosa sürükleyen 'kötü' düşünceler.
Ve rayından çıkaran kurumsal 'işleyişler' artık; kâbus olmaktan çıktı.
Çünkü AK Parti hükümeti döneminde; yavaş yavaş 'kötü' düşünceler bertaraf ediliyor.
Rayından çıkan işleyişler de olması gereken 'mecrasına' giriyor.
Kimin eli kimin cebinde belli olmayan 'karanlık' oluşumlar bir bir deşifre olurken, sisli ve puslu hava da dağılıyor.
İnanın ki, tüm bunlar da Başbakan Sayın Erdoğan’ın yürekliliğinin yüzü suyu hürmetinedir.
Bakınız sevgili okurlar.
Önceki gün saat 13.00 suları idi.
Yani pazar günü. Star Televizyonunda 'Her Açıdan Türkiye' adlı Ruhat Mengi'nin sunduğu program vardı.
Canlı yayınlanıyordu. Programda meşhur Balyozcu Çetin Doğan ile birkaç tane konuk vardı.
Ama yakından tanıdığım bir sima daha vardı. O da Refah Partisi eski Milletvekillerinden Sayın Ömer Vehbi Hatipoğlu beyefendi idi.
Program Hatipoğlu ile Paşa arasında bir hayli 'tartışmalı ve endişeli' geçiyordu.
Deyim yerindeyse Ruhat Mengi’nin militan tipi 'tarafgir' sunumuna rağmen Sayın Hatipoğlu çok güzel bir biçimde Çetin Doğan Paşa’ya somut eleştirileri getiriyordu.
Hatipoğlu’nun karşısında üzülen, büzülen, ufalan ve adeta kendini suçlu pozisyonda hisseden Paşa Hazretleri(!) susmak durumunda kalmıştı; ancak not alıyordu.
Dut yemiş bülbül gibi dili kilitlenmişti. Çünkü Türk kamuoyu nezdinde yaptıklarından herhalde utanıyordu.
Öyle hissettim.
Yıllardan beri solcu Marksist sosyalist enternasyonel politikasıyla ülkeyi yönetmek isteyen CHP’nin siyaseti paralelinde oluşagelen andıç BÇG cuntacılarının bu ülke insanına hep totaliter gözle bakmışlar.
Deyim yerindeyse ne oldum delisi misali rasgele antidemokratik hukuk dışı mezalimleri topluma dayatmışlardır.
Dün arşivlerimi karıştırırken 09.03.2006 tarihli "Şemdinli Olayları Gölgede, Savcı ise Kıskaçta" başlıklı makaleme vakıf oldum.
O günkü yazıyı okudum.
Ve sizinle tümünü paylaşmak gibi bir düşünce hasıl oldu. Ancak yazı bir hayli uzun olduğu için 'paragraflar' halinde günlere bölerek, size aktarmayı uygun gördüm.
Bakınız o tarihte ne yazmışım.
"Evet, sevgili okurlar.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök, Meclis Başkanı Bülent Arınç’a mesajım şudur:
Hep söyleyip duruyorum, Türkiye bu sistemle, bu faşizan tutumla, ne yaparsa yapsın kendini badirelerden, kavgadan, terörden, bunalımlardan, kirli ve karanlık entrikalı oyunlardan kurtaramaz.
Bu halk ne zamana kadar baskıcı faşizan ve zorba bir kesimin hegemonyası altında kalacak?
Ne zamana kadar ezilmeye, küçülmeye, alçalmaya devam edecek?
Bir haftadan beri Şemdinli olayları gündemi meşgul etmektedir.
Ancak ne var ki, entrikalı oyunlarla, Şemdinli olaylarına gölge düşürülmeye çalışılıyor.
Tabii ki, bu gölgenin temel amacı da Mutkili Ali ve arkadaşı Özcan İldeniz’i kurtarmaya yöneliktir.
Bu iş tamamıyla kirli oyunlar sergilemektedir ve gelişmeleri maalesef bu yönde müşahede etmekteyiz.
Şemdinli, küre ve sauna operasyonlarının oluşturduğu bu sisli ve zifiri karanlığına şal çekmek için Van Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya müfettişlerce kıskaca alındı.
Ve.
Şemdinli Meclis Araştırma Komisyonunu, Savcı Sarıkaya’yı ve Mehmet Ali Altındağ’ı gündeme çektiler.
Olaylar normal ve düzgün sürecinde seyrederken ansızın kartel medyanın akredite gazetecileri "tek merkezden kumanda" edilmiş vaziyette "tetikçiliğe" soyunmaya başladı.
Ve tek elden harekete geçtiler".

***

Tıpkı bugünkü gibi.
Gazete manşetlerine ve köşe yazarlarının nutuklarına baktığınızda olaylar tamamen çığırından çıkarılmış, saptırılmış, değişik mecralara çekme uğraşı içerisinde bulunmuşlardır. Ve stratejilerine devam etmektedirler.
Evet, sevgili dostlar.
Hali alem meydanda.
Durup dururken güllük gülistanlık bir Türkiye coğrafyası bir bütünlük içerisinde iken 'hiç uğruna insanlar arasında' fitne yaratıldı. Bozguncu unsunlar gittikçe devletin bazı kurumları içerisinde üreme yapmaları yüzünden ülke kan gölüne geldi.
Bakteriler; dört bir tarafı sararak 'kaoslar' üretti.
Vatan evlatları arasında meydana gelen kavga, anarşi artık öyle bir hal almış ki, ülkenin ayrılmaz bir parçası durumuna gelmiştir.
Ne yazık ki aklı başında olan ve gerçekten demokratik hür iradeye tabi olan bir Meclis’in varlığı söz konusu olmadığı için de; hep bu 'ateş' körüklenmiştir.
Küfrün, delaletin, bozgunculuğun pençesinden kurtulamayan halk ne yapacağını bilememektedir.
Egemen ülke içerisinde söz sahibi olması gereken sağduyulu gerçek vatanperver evlatları siyasi ve milli irade hâkimiyetini elinde tutması gerekirken; ne yazık ki dışa bağımlı yoz beyinlerin darbeci mafya türü cunta canilerinin hegemonyası ve egemenliği söz konusu olmuştur.
Oysa bu İslam topraklarında egemen olması gereken müşrik Tağuti düzenlerin işgali yerine kendi hükümranlığını kabul edip artık kendi ülkesine sahip çıkması gerekmez mi?
Tağuti müşrik müstevlilerin Ortadoğu ülkeleri üzerine sürdürdükleri hegemonya artık kabul edilmez bir durumda.
Onlara kapısını açan ve mutlak teslimiyet içerisinde çalışan yerli işbirlikçilerinin bulundukları bölgelerde kukla iktidarlar yapmış ve onların uşaklığından çok faydalanıp en vahşi sömürüyü gerçekleştirmişlerdir.
Bu dışa bağımlı hegemonyanın sadık hizmetkârları "yüz yıldan beri İslam topraklarında" insanları şirk ve küfür, eğitim ve öğretimleriyle yetiştirmekte. Kendilerine uygun nesiller ortaya çıkarmakta. Egemen Tağutlar kendilerini Müslüman kabul eden insan kitlelerini rahatça yönetmekte ve sömürmektedirler.
Türkiye’de 'yıllardır' var olan 'iç çatışmalar' bu düşüncelerin eseri değil mi?
Eğer ülkede 'Milli irade' hakim olabilseydi, Meclis ile Halk üzerinde 'başka vesayetler' olmamış olsa idi; Türkiye bugün 'yeryüzünün' en güçlü ve en dehşetengiz gelişmişliğine haiz olurdu.
Ama değil. Her ne kadar; son bir kaç yıl 'bu kirli ve kaos üretici' düşünceleri bertaraf etmede çaba gösteriliyorsa da; yeterli değil.
Bakınız.
Bu söylediklerimizi ve yazdıklarımızı kanıtlamak için sizi dünkü Vakit’in sürmanşetiyle baş başa bırakmak istiyorum.
"BU DA MI YALAN PAŞA"
"Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un Allah Allah diyen bir ordu bunu yapar mı?" şeklindeki savunmasını çürüten bir belge yayınlıyoruz. Hava Kuvvetleri eski Komutanı Org. İbrahim Fırtına’nın "Hastane ve Sosyal tesislere evlatlarını ziyarete gelen siviller başörtülerini açsalar bile nizamiyeden içeri alınmayacaklar" şeklinde emir verdiği ortaya çıktı.
İşte buyurun sevgili can dostlar.
Bugün manzara bu. Yaşanan hal orta yerde. Hiç de gözlerden kaçmayan tarihi gerçekler bunlar.
Ama artık buna inanıyoruz ki bir gün tarih şahitlik edecektir.
Saygı ve sevgilerimle.